Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ekim '07

 
Kategori
Haber
 

Haftanın getirdikleri 30 Eylül 2007

Türkiye: Geçtiğimiz iki haftayı yeni anayasa tartışmaları içerisinde geçirdik. Tartışanların kimine "işinize bakın" dendi, kimine "akıllı laf ettiniz". Birileri kalkıp "bunu yapanlar kaç para aldı" dedi, birileri "bedavaya yaptılar" dedi. Bu arada da aç halkımız teknoloji dükkanından ucuz mal almaya saldırdığında üzerine biber gazı sıkıldı. Tüm bu suni gündemlerle vakit öldürülürken bir yanda 12 vatandaşımız katledildi, bir zavallı temizlik görevlisi elinde bombayla patladı, diğer tarafta barajlardaki su miktarı kritik seviyelere indi.

Başbakan Erdoğan New York'da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısına katıldı. Genel Kurul toplantısının ana konusu gelecek aylarda Bali'de yapılacak olan ve Kyoto Protokolü'nün süresi 2012'de bittikten sonra alınması gereken önlemler konusunun karara bağlanacağı toplantı öncesinde tüm devlet büyüklerini birarada yakalayıp onlardan destek sözü almak. Başbakanımız bu toplantıda desteğini vermekten çekinmedi. Dünya'da Kyoto Protokolü'nü hala imzalamayan beş ülkeden biri olan Türkiye "Kyoto Protokolü'ne taraf olmaya sıcak bakmaktadır". Yorumu size bırakıyorum.

Irak İçişleri Bakanı Cevat Polani, Türkiye ile Irak arasında imzalanması öngörülen terörle mücadele işbirliği anlaşmasını müzakere etmek için Ankara’ya geldi. Ancak en ciddi konu olan sıcak takip görüşmeleri sırasında nedense birden ortadan yokoluverdi. Sonuçta her geçen gün insanlarımız ölmeye devam ediyor, bu adamlar da yan çizmeye devam ediyorlar, müttefikimiz kafamıza çuval geçiriyor. Bu adam Irak'a yeni geri dönmüştü ki PKK bir minibüsü tarayarak 12 kişiyi öldürdü. Sabır ama nereye kadar ya?? Sonunda çıkan basit karar "PKK terör örgütüdür, kampları engellenmelidir". Bunu zaten bilmiyor muyduk?? Esas konu bunun nasıl yapılacağıdır, o konuda ise Irak üzerine hiçbir yükümlülük almadı.

Yükseköğrenim Kurulu Rektörler Komitesi yeni anayasa taslağını görüştü. Toplantı sonrasında açıklama yapan YÖK başkanı Teziç "TBMM anayasanın tamamını değil, ancak değiştirilemez hükümler dışında kalanları değiştirilebilir. Anayasanın değiştirilmesinde siyasi partilerin birlikte hareket etmeleri, gerek siyasi, gerek hukuki bir zorunluluktur. AKP’nin hazırlattığı anayasa değişiklik taslağının katılımcı bir ortamda tamamlanacağı vaatleri inandırıcılıktan uzaktır. Taslağın hazırlık süreci toplumda güvensizliğe, tedirginliğe yol açmıştır. Türban yasağı, yüksek mahkemelerin ve AİHM’in kararlarıyla oluşan bir hukuki durumdur. Türkiye’deki uygulama AİHM tarafından Avrupa norm ve değerleriyle uyumlu bulunmuştur." Ben şahsi olarak Teziç'in hukuk yaklaşımını doğru bulmamakla birlikte ilk iki değerlendirmesine katılıyorum, ancak üçüncü değerlendirmesi bence son derece hatalı. AİHM Türk kanunları ve Anayasası'na dayanarak bir türban kararı verdi, bu kararın Avrupa'nın türban konusuna bakışı ile hiçbir alakası yoktur. Adamlar sadece "eğer sizin kanunlarınız buysa bu kanunlara göre yaptığınız uygulama vatandaş haklarına uygundur" dedi. "Doğru yapmışsınız ne güzel" değil, "haklısınız". Ama eğer anayasa değişecek olur ve aynı konu tekrar AİHM'ne gidecek olursa bu sefer çıkacak kararın daha öncekinin tersi olacağını düşünüyorum, en azından hukuk mantık kurallarını takip ediyorsa, ki bazı zamanlar mantıktan şaştığı da oluyor. Bu toplantının hemen ardından Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya'da benzer bir açıklama yaptı. Sanırım ben bu hukuk işinden anlamıyorum, ama bu yetmezmiş gibi sayın başbakanımız da Teziç'e yönelik "Onlar işlerine baksınlar" uyarısında bulundu, ben bunu da anlamadım. Adam anayasa hukukçusu, üniversitede bunun dersini veriyor, yeni anayasa yapılıyor, adam kalkmış bu konudaki görüşünü açıklıyor, ben tamamına katılmıyor olsam da, buna karşılık "sen işine bak" deniyor. Adamın işi bu zaten, başka ne işi var ki?? Bunu okumak gerekirse "biz size sizin için neyin doğru olduğunu söyleriz, siz ne kafa yorun ne de karışın".

CHP'de Mustafa Sarıgül'ün çabalarının fos çıkmasının ardından kendisi bir kez daha ihraç istemiyle Yüksek Disiplin Kurulu'na verildi. CHP'de başkana muhalefet etmek partiden atılmaya yol açan bir suç. Memlekette de Başbakan'a muhalefet etmek "beğenmiyorsan çek git" suçu. Nasıl bir memlekette yaşıyoruz, Allah sonumuzu hayır etsin. Baykal'ın Sarıgül'e yaptıklarından ders almayan Haluk Koç da başkanlığa aday olacağını söyledi, hadi bakalım. İşin özüyle ilgileneceklerine CHP'lilerin meclise sordukları soru yeni anayasa taslağını hazırlayanların kaç para aldığı yönünde. Sonra da anayasa taslağı hazırlayanların para almaması gerektiğini söylüyorlar. Ben de bunun hazırlanma şekline karşıyım ancak kim hazırlarsa hazırlasın bu bir emektir, kapitalist toplumda emeğin karşılığı paradır. Şöhret en azından anayasa hazırlayanların karnını doyurmuyor.

Cumhurbaşkanı Gül ilk yurtdışı seyahatini KKTC'ne yaptı. KKTC Cumhurbaşkanı Talat'ı da Ankara'ya davet eden Gül dönüş yolunda "türban için anayasayı değiştirmeye gerek yok, bir maddeyi değiştirmek yeter" dedi. Ben anlamadım o zaman, anayasa değişikliği ile hedeflenen türbandan da ağır köklü değişiklikler mi?? Sonra son günlerin önemli konusu "Türkiye Malezya olur mu?" sorusuna da "Bu soruyu soranlar Malezya'yı bilmiyorlar" diye cevap verdi. Umarım haklıdır.

Akdeniz Üniversitesi (AÜ) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Harun Gümrükçü, Avrupa Toplulukları Adalet Divanı’nın verdiği bir mahkeme kararıyla AB ülkelerinde 1973’ten sonra Türk vatandaşlarına getirilen tüm kısıtlamaların kaldırıldığını ileri sürdü. Ancak bu karar biraz dikkatli incelendiğinde görüldü ki konu aslında İngiltere'ye vizesiz girmiş iki kişinin iltica isteğinin vizesiz girmiş olmalarına dayandırılarak reddedilemeyeceği türü bir dayanağa sahip. Yani eğer Avrupa Birliği'ne vizesiz girmeyi becerirseniz sizden vize istemiyorlar. Bir de tabi biz İstanbul'a gelmek için kendi vatandaşlarımızdan vize isteyeceğiz elin Avrupalısı bizi ülkesine almak için vize istemeyecek.

25 Eylül Salı sabahı İstanbul yeni bir rezalete konu oldu. Tüm Avrupa'daki en teknoloji cahili teknoloji meraklısı ülke ünvanımızdan dolayı bizleri sağılacak inek gören bir diğer Avrupa markası ülkemize teşrif buyurarak ilk teknoloji mağazasını açtı. Bu mağazanın açılışı için reklam yapacağı yerde "ellerindeki stokla sınırlı olmak üzere" açılış günü her ürünü yarı fiyatına satmaya karar verdiler. Ben TEM'den sabah 8:20 civarı geçerken Ümraniye kilitlenmişti. MediaMarkt kapılarını saat 8:00'de açtığında içeriye saldıran halkımızı saptetmek için güvenlik görevlileri biber gazı sıkıp üstlerine köpeklerle saldırdı. Bir hafta sürmesi beklenen promosyon da ürünler tükendiği için iki saat içinde sona erdirildi. MediaMarkt genel müdürü de "biz böyle promosyonları her ülkede yapıyoruz, böyle şeye ilk defa rastladık" demiş. Doğru ya, hiç aklınıza gelmemişti ve ağızınızın suyu akarak gelmediniz Türkiye'ye. Ben şahsıma müşterilerinin üzerine biber gazı sıkan bu kuruluşu boykot ediyorum. Dışarıdan aptal görünen bir millet olabiliriz, ama gururumuzun olmadığını bugüne kadar kimse iddia etmeye cesaret edemedi.

Bilim: Son senelerin büyük modası "deprem olacak hepiniz öleceksiniz" diye bağırmak. Gazi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Süleyman Pampal 1996 yılında yaptığı bir haritaya dayanarak Ankara'da İstanbul'dan daha büyük bir deplem beklenmesi gerektiğini söyledi. Pampal'a göre bu depremin büyüklüğü 7.7 olacakmış. Ben duyar duymaz "saçma" deyip geçtim, ama bilgi vermek gerekirse, 7.7 büyüklükte bir deprem olması için yaklaşık 130 km uzunlukta bir fayın kırılması gerekiyor. Ankara civarında değil 130, 30 km uzunlukta bir fay bile bulmak zor. Dolayısıyla depremden anlayan pekçok bilimadamı da hemen ayaklanarak bu açıklamaya karşı çıktılar.

Dünya: Geçtiğimiz iki haftaya iki önemli olay damgasını vurdu. New York'taki Birleşmiş Millletler zirvesi ve bu zirveye İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın katılması ve Burma'daki olaylar.

Ben bu iki olayı da Batı medyasından izlediğim kadarı ile biliyorum, keşke bizde de CNN ve Reuters'e bağlı olmadan yayın yapabilen bir basın olsaydı da onlardan duysaydık neler olduğunu.

Bildiğiniz gibi iklim değişikliği ve bu değişikliğe çözüm aranması çabalarının başını Birleşmiş Milletler çekiyor. Hepimizin adını duyduğu Kyoto anlaşması temelde 2008-2012 yılları arasında sera etkisi yaratan gazların yayılma oranlarının 1990 seviyesine çekilmesine dayanıyor. Bu sene içerisinde Bali'de varılması amaçlanan yeni anlaşma ise 2012 sonrası yapılması gerekenleri belirleme çabası. BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon'un amacı da BM Genel Kurul toplantısı için New York'da bulunan devlet liderlerinden bu konuda söz alabilmek. Ancak öncelikle Amerikan Başkanı'nın toplantıya katılmak yerine Dışişleri Bakanı'nı toplantıya göndermesi, sonra da toplantı sonrasında kendi özel "iklim toplantısını" düzenleyerek "valla bizim de umurumuzda" demeye çalışması toplantının amacına turp suyu sıktı. Dünyayı en çok kirleten devletin ABD olduğu düşünülürse temizleme çalışmalarını geçin, daha az kirletme konusunda bile işbirliğine girmekten kaçınması dünyanın geleceği hakkında hiç iyi şeyler söylemiyor bence.

BM toplantısı için New York'a giden Ahmedinecad büyük olay yarattı. Özellikle de İkiz Kulelerin olduğu yere giderek çiçek bırakmak isteyen Ahmedinecad'a izin verilmedi. Saddam gittikten sonra Bush'un "büyük öcü" olarak lanse etmek istediği ve her fırsatda köşeye sıkıştırmaya İran Cumhurbaşkanı aslında bana göre çok makul şeyler söyledi Batı basınına. Mesela İran'ın nükleer çabaları sonucunda nükleer silah üretip üretmeyeceğine verdiği cevap sırasında "sizin elinizde nükleer silah vardı da Irak'a barış getirmeyi başarabildiniz mi veya 3000 küsür askerinizin ölmesine engel oldu mu?" deyince karşısındaki spiker ne diyeceğini şaşırdı. Bir de tabi Amerika'nın yeni maşası Sarkozy de İran'ın üzerine yürüyüp "eğer nükleer programınızı durdurmazsanız sizinle savaşırız" deyince ortalık iyice gerildi. Bu aptal insanlar topluluğu İran'ın ne olduğunu bilmiyorlar. Osmanlı zamanında Amerika'nın şu anda olduğundan daha güçlüydü dünyada ve Osmanlı bile İran'la başedemedi, belki de uğraşmamayı seçti. ABD ve Fransa'nın o işe girişip boylarının ölçüsünü almaları isterdim gerçekten. Tek sorun, bunlar bizi de işin içine çekerler.

Ben o bölgenin sadece birkaç defa üzerinden uçtum onun için sebebini anlamıyorum ama bizim kırk yıllık Burma'ya artık pekçok yerde Myanmar deniyor. Bu ülkede neredeyse 50 senedir bir askeri iktidar var. Bu askeri iktidar özellikle Çin'in desteği ile ayakta duruyor. Ülkede periyodik olarak halk askeri rejime karşı ayaklanıyor, sonra bu ayaklanma kanlı bir biçimde bastırılıyor, her taraf sakinleşiyor, sonra gene aynı döngüye giriliyor. Bu sefer de Budist rahiplerle birleşen halk ayaklandı, askerler üzerlerine ateş açıp epey kişiyi öldürüp pekçok kişiyi de tutuklayınca ortalık yatıştı. Bu döngüyü kırmanın tek çaresi Çin'li yöneticileri ikna ederek onların da Burma'daki askeri rejimi yumuşamaya ikna etmeleri.

Irak'da askerlerin yediği haltlar yetmediği için şimdi bir de özel güvenlik şirketlerinin insanları öldürmeleri konu oldu. Irak'daki en büyük özel güvenlik şirketlerinden olan Blackwater'a bağlı çalışan elemanlar sokakta ateş açıp sekiz kişiyi öldürünce, bir de bunun aslında bir sokak çatışması değil de elemanların kafalarına göre kovboyluk yaptığı ortaya çıkınca olay Amerikan Senatosu'na kadar taşındı.

Sudan'ın Darfur bölgesindeki Afrika Birliği barış gücüne yapılan saldırıda 10 barış gücü askeri öldürüldü. İnşallah birgün biz de bu Darfur işine bulaşıp askerlerimizi göndermeye kalkmayız Darfur'a.

Spor: Avrupa Kupaları'nda bir galibiyet üç mağlubiyet aldık. Bizim ligde kedi olan Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'nde aslan kesilerek Inter'i İstanbul'da mağlup etmeyi becerdi. Beşiktaş ise deplasmanda Marsilya'ya 2-0 mağlup oldu. Tam tersine bizde aslan olan Galatasaray da İsviçre deplasmanında Sion gibi bir takımdan 3 gol yemesine rağmen maçı 3-2'ye getirerek turu İstanbul'a bıraktı. Erciyes'in zaten birşey yapmasını beklemiyorduk, maçın başında iyi direnmelerine rağmen sonunda yedikleri gollerle 4-0 yenildiler Atletico Madrid'e.

Bizim ligde ise oynanan derbide GS Beşiktaş'ı 2-1 yenerek liderliğini sürdürdü. Ancak Kalli'nin maç öncesi kızı kampa gelen Hakan Şükür ile misafirleri gelen Lincoln'ü kadro dışı bırakması ilgimi çekti. Hani Lincoln'ün misafirleri kimdir, ne kadar kalmışlardır bilmem ama Hakan Şükür'ün kızı çocuktur daha, ben oğlumu uzak olduğumda nasıl özlersem o da kızını özler, görmediği zaman benim performansım nasıl düşerse onun ki de düşer, hangi akla hizmettir bir babayı kızını gördü diye cezalandırmak. Hani adam kamptan kaçıp gitse tamam da kızı kampa ziyarete gelmiş. Ben şimdiden bir baykuşluk yapmak istemem ama, bu tür saçma disiplin gösterileri ileride Galatasaray'ın motivasyon kaybetmesine yol açar. Futbolcu önce para için oynar, sonra forma için, ama hocası da önemlidir, savaşta hocası için savaşır. Ben Hakan'la Lincoln'ün yerinde olsam bugünden sonra Kalli için savaşır mıydım?? Hiç sanmam.

Artık sonunun gelmesini dilediğim bir haber de Süreyya Ayhan'dan. Tüm spor alemi gibi benim de bu ikiliye olan gıcığım her geçen gün artıyor. Dünya çapında bir yıldız olabilecekken kendi kişisel çıkarları için kızın spor hayatını bitiren beceriksiz hocaya mı yanayım, "ben herşeyi herkesden daha iyi bilirim" megalomanisine kapılarak küçük düşmeyi ve küçük kalmayı beceren bir yıldız adayına mı?? Ama esas suçlu zamanında konuya el koymayı beceremeyen federasyon ve onu destekleyen spor yönetiminde bence. Şimdi akılları başlarına geldi ama çok geç artık. Dünya ikinciliği ardından Süreyya'ya verilen eğitmenlik görevinin izinsiz olarak Amerika'ya kampa gittiği için alınması gündemde. Aslında Süreyya aklı başında olsa 16 Temmuz'da kampa gitmek için 12 Temmuz'da verdiği izin dilekçesi hiçbir sorun yaratmazdı. Ama geç de olsa federasyonun aklını başına aldığını görmek güzel. Süreyya isterse başka ülke vatandaşlığına geçip o ülke adına yarışabilir. Tabi böylesi aptalca kaprislerine dayanacak bizden daha aptal bir ülke bulabilirse.

 
Toplam blog
: 24
: 1639
Kayıt tarihi
: 21.07.07
 
 

1965 İstanbul doğumluyum. 1988 yılında Boğaziçi Üniversitesi'nden Elektrik Mühendisliği, 1990 yılınd..