- Kategori
- Anılar
Hamal
Fotoğraf 1940 veya 1950'lerin İstanbul’una ait. Ama bizim bildiğimiz, 1970'lerde de İstanbul’da çok hamal vardı..
Onlar ağır işçiydi ve aldıkları para sonuna kadar alın teri karşılığıydı.. Helaldi..
Semt pazarlarında da hamallar olurdu.. Eski Kuşdili’nde Salı ve Cuma kurulan pazaryerinden elindeki yüklerle Yeldeğirmeni yokuşlarını tırmanmak orta yaş üstü insanların kolay başarabileceği bir iş olmadığından küfeli hamallar iyi iş yaparlardı.. Pazaryerinde yüklü bir insan gördü mü ‘’hamal lazım mı abla, abi, amca?’’ Diye kendileri sorarlardı..
Semtte doğalgazın henüz olmadığı ve odunla, kömürün kullanıldığı dönemlerde, kapının önüne döktürdüğüm odunu arka bahçedeki kömürlüğe taşıtmak için doğru pazara, onlara giderdim..
Yükle zemin kata inip, sonra tekrar yükle az da olsa basamak çıkıp, odunluğa ulaşmak kimine zor gelir, başlamadan gider, taşıyacak olan da iyi para isterdi.. Verirdik mecburen. Hatta sadece para değil, eski ayakkabı, gömlek v.s de garibana hediyemiz olurdu…
Kelime olarak genelde küçümseme anlamında kullanılsa da zor iştir hamallık.. Her babayiğidin harcı değildir. Aslında yapılacak iş de değildir ama bu şehre göç edenin de aç kalmamak için iş yapacağı iş de oydu. Hamallık.
Şimdi pek göremezsiniz belki ama o devirde hamala büyük ihtiyaç vardı. Onlar o devirde en çok aranan meslek erbabıydı.. Memleket ekonomisinin can damarıydılar.
Bugün pek olmasa da o zamanlar ülkenin neredeyse tek üretim ve ticaret kaynağı İstanbul’du.
Sirkeci, Eminönü, Aşirefendi, Yeşildirek, Kapalıçarşı, Mahmutpaşa, Tahtakale, Mercan tekstil ve giyimin, ıvır, zıvırın, Cağaloğlu, Nuruosmaniye, Babıali basının ve matbuatın merkezi.. Bütün gazeteler de burada.. Unkapanı’nda sebze, meyve hanı, Zeyrek’te tül ve perde..
Buralardaki sayısız hanlara giren-çıkan bütün mallar bu hamallar vasıtasıyla olurdu.. Yani tekstil balyalarını ya da kurşun sayfalarını, basılan kitapları yerin altına veya üst katlara ancak hamallar taşır, ancak hamallar indirebilirdi.
O yüzden her hanın, her matbaanın, kısaca ticaret yapan her dükkanın hamalları ayrıydı.. Kesinlikle aralarında ‘’sen taşımayacaksın, ben taşıyacağım’’ diye bir olay görülmemişti; çünkü onları konumlandıran, idare eden bölge hamalbaşıları vardı. Bir nevi ağa onlardı.
Bütün gün ya dükkanın sokağında, ya dükkanın içinde beklerlerdi.. O yüzden hangi sektöre hizmet ediyorsa o piyasayı mallarının özellikleri ile, kişileri ile, her şeyi ile öğrenmiş, uzmanlaşmış kişilerdi.. Para o kadar önemli değildi.. İşin sürekliliğine önem verirlerdi. Hiç biri hayatının sonuna kadar bu işi yapacağını düşünmediğinden, bir anca önce o piyasaya başka türlü girmeye bakarlar ve bunda de genelde başarılı olurlardı..
Benim 60 lı 70 li senelerde matbaa ve kitabevi işçisi ve işletmecisi olarak bulunduğum Cağaloğlu, Nuruosmaniye ve Babıali’de durum böyleydi.. Pek çok iş adamının bu sokaklara ilk önce hamal olarak girdiği söylenirdi.. O devirde baskı kağıdı da kotalı olduğundan el altından kağıt ticaretini yapanların da eski hamallar olduğu söylenirdi ki biz onları tanırdık..
Ayrıca bir müddet sonra aile yakınları veya kardeş olan hamallar nakliye için de eski bir kamyonet bulur, taşımacılığından sonra, nakliyesini de kendileri yaparak çifte gelir kazanırlardı..
Bu Bahçekapı veya Eminönü’nde çekilen fotoğrafı görünce aklıma bunlar geldi..
Fotoğraftaki hamalın taşıdığı yükün ağırlığını ve çektiği eziyeti yüzündeki ifadeden ve gözlerinden anlamak pek de zor değil.
Bugün Türkiye’de işsizlik sayısı %13 lerde.. Yani her dört gençten biri işsiz.. Resmi işsizlik rakamı 4 milyon kişi.. Buna rağmen eminim ki, bugün bu işi, bu hamallığı aç kalma pahasına kimse yapmaz…
Fotoğrafta ilgimi çeken diğer bir şey de tramvayın üstündeki Ülker reklamı..
70 sene önce reklamın tüketici üzerindeki etkisini o daha o devirde anlayan Sabri Ülker’in ticari dehasını takdir etmemek mümkün değil…
NADİR KALBİNUR
18 Ekim 2017