- Kategori
- Anılar
Hani o..! Bırakıp giderken senin...( 1 )

..HIRÇIN DALGALARIN ÖFKESİNE DAHA NE KADAR DİRENECEKSİN..
HANİ O...! BIRAKIP GİDERKEN SENİ.. ( 1 )
Babam; Ateş Tuğla Fabrikası'na iş 'e başladığı yıl ( 1952 ) ben hayatta yokmuşum. Zonguldak Devlet Hastanesinde 23.04.1953 tarihinde doğmuşum. Tam bayrama denk gelen doğum günümün 3-4 gün akabinde ceza almamak için 29.04. olarak yazdırılmışım.. Cezai işlem var tabii olarak. Ablamla beraber büyümüştük. Beraber oynardık. Ancak Tren yolunun hemen üst tarafında bahçeli evde oturduğumuz günleri çok iyi hatırlıyorum.. Sonra Nur dünyaya gelmişti. İlkokula başladığımda ablamla el ele tutup okul yoluna koyulduğumuz günler hafızamdadır.. Örneğin ilk öğretmenimin yüzü sanki bu gün gibi gözlerimin önünde.. Adınıda şimdi söyleyebilirim..Kaya Öğretmen. Ateş Tuğla Lojmanlarının şef garsonu Pastacı Ekrem ağabeydi. Okul yolu dönüşlerinde mutlaka kapısını yoklar, evimize öyle dönerdik.
İşçi lojmanlarından... Şef lojmanlarına..
Oturduğumuz lojmanlar; şef pozisyonlarında çalışan " Ateş Tuğla Fabrikası " mensuplarınca kullanıma sunulurdu. Terfii ile ve sanki çalışma saatleri artık farklıydı babamın. Bu evlerde komşumuz " Uzun Kenan" babam ile " Sümer spor "dan takım arkadaşıydı. Yeni evlenmişlerdi. Eşi Selçuk ablayla.. O çok cana yakın bir insandı. İşçi evlerinden deldik bu lojmana. Oradan bir alt sokağa taşınmamız bile ablam ile bende ciddi bir hüzüne yol açmıştı. Bu evin hemen önü sol tarafında ; kırmızı ve göbekler halinde açan bir gül ağacı vardı. Kar yağmadan ağacın hemen yan tarafına ; deniz kıyısından topladığım ( misket iriliğinde ) çakıl taşlarını özenle gömerdim. Kuş avında kullanmak için titizlikle topladığım taşlar benim için çok önemliydi. Adeta bir cephanelikti bu ağacın altı. Bu " yediveren gülü " nün yanı. Evin arka bahçesinde dikilmiş bir kaç çiçek ve meyve ağacı vardı. Bu evin arka balkonundan hatırladığım en belirgin anı ; ablamın ders çalışırken balkon demirlerine tırmanan yılanı görmemizle birlikte yaşadığımız panik, ve annemin telaşıyla yoldan çevirdiği adamın yılanı kürekle bir kaç parçaya ayırışı olmuştur
Kambur Mustafa bey. kimdir..?
Lojmanlar tren istasyonuna çok yakın konumdaydı. Ana girişte güvenlik kulübesinden çarşıya 100 metre mesafe mevcuttu. Merkezde çarşı makas denilen ve tren geçerken açılıp kapanan bariyerler ile iki taraf yol boyu ayrılıyordu. Deniz tarafında kalan yolun hemen kenarında bir kulübe ve içinde bir insan vardı. Kambur ; kimsesiz, garip, muhtaç, özürlü sayabildiğiniz kadar insan denilen varlığın el aman dediği hallerden ne varsa Mustafa beyde mevcuttu. Tekerlekli evi, arabası değil dikkatinizi çekmek isterim evinde tüm ihtiyaçlarını karşılardı o..! Fırtınalı günlerde ispirto ocağı ya 'da pompalı gazyağı ocağında her tür işlerini hallederdi. Isınmak, yemek yapmak, çay demlemek, banyo yapmak gibi.Yaşama azmi vardı. Gelene geçene laf atardı. Bazen ispirtoyu çeker, kafası iyi olur, dili dolanır etrafa küfretmeye yeltenirdi... Kambur Musta bey..!
1960 yıllarında.
Bu yıllarda lojmanları bulunduğu site imkanları çok farklıydı. Sosyal hayat, komşuluk ilişkileri, saygı ve sevgi ortamı gerçekten dışarıdan gelen misafirlerin dikkatini çekiyordu. Ayrılırlarken çocukları dahil bir seri övgülerde bulunuyorlardı. Arkadaşlık kurduğumuz misafirler ( ekseri Ankara 'dan ) tekrar geliyorlar, iletişimi kesmiyorlardı.
Filyos 'tan Tanıdığım simalar.
Pastacı Ekrem, Dondurmacı Niyazi, Adem Caz, Kasap Mithat, Sümüklü İsmail, Dede Bakkal, Dede bakkalın oğlu Mithat Gümüşel, Havaş Teyze, Tacettin Amca, Ahmet Ay, Kambur Mustabey, Okul Md. Nuri hoca, Muzaffer Öğretmen, onun kardeşi Mustafa Özdemir, Mukerrem hanım, Orhan Kuruşoğlu, Dursun Sefercik, Emin reis, Nurşin Bayoğlu, Emin Kuzu, Hilmi Uzun, Siyami Uzun, Hakkı Topçu, Atilla Sancar, Ayser Sancar, Ayhan Öteyüzoğlu, Gülçin Aki, Yalçın Aki, Musa Gökgöz, İsmail Gökgöz, Zeki Gökgöz, Şehri Meriç, Erol Koşar, Özcan Duyan, Sabri Uyar, Hayati Asiliskender, İzzet Dinler, Engin Say, Fatma Alan, Yaşar Urgancıoğlu, Nazire Yüksel, Oktay Balat Balat, Saime Balat, Seyhan Dinçer, Ergun Dinçer, Kenan Kut, Hatice Kut, Turgut Koşar, Gülay Web, İsmail Seyrek, Hasan Seyrek, Sarı Mehmet Yılmaz, Emin Kayıkçı, Süleyman Kayıkçı, Bülent Can, Can Bey, Neveser, Rasih Yıldırmak, Behçet Yıldırmak, Torlak Recep, Mehmet Türkçelik, Muhittin ( Kaptan ), Hulusi Sucu, Fikret Sucu, İffet Sucu, Mehmet Baladin, Cahit Sucu, Nahit Sucu, Cevdet Yüksel, Ateş Yüksel, Ayhan Ertok, Sabriye Ertok, Hüsamettin Ertok, Seçil Ertok, Uluğ Tığrak, Keriman Tığrak, Engin Tığrak, Rengin Tığrak, Jale (JAJA ) Gökmen, Gündüz Gökmen, Emel Gökmen, Hamdi Gürkaya , Ayhan Gürkaya, Necati Gürkaya, Nejat Gürkaya, Nezihe Atgın ( Hemşire hanım teyze) , Azmi Atgın, Mehmet Sertkaya, Sönmez Sertkaya, Mustafa / Samim /Süreyya Altuğ Kardeşler, Durmuş Amca, Zafer Teyze, Rahime hanım teyze , Müzeyyen Akkaya, Nermin / Mehmet Tırpan Kardeşler, Ruhi Ağabey, Teoman Yazıcıoğlu, Mehmet Akkaya, Zehra Akkaya, Hamiyet Akkaya, Fazilet Akkaya,Şevket Akkaya, Oya Akkaya, Vuray Tezcan, Tuncay Tezcan, Ahmet Ülkeri, Orhan Ülkeri, Hasan Ülkeri, Altan Ülkeri, Osman Kumbas, Metin Kumbas, Davut Kumbas, Recep Kumbas, Kenan Bostancı, Selçuk Bostancı, Şenol Bostancı, Edip Kemal Akman, Şaziye Akman, Sevin Akman Babacan, Muhittin Toksöz, Hamiyet Toksöz, Ahmet Toksöz, Nilgün Toksöz, Zübeyde Kavrar Toksöz, Mehmet Kavrar, Hayri Köktürk, İlhami Köktürk,Turan Köktürk, Ertan Köktürk, Selamet Köktürk, Sinan Köktürk, Kamil Köktürk, Mehmet Köktürk, Bahri Köktürk, Mehmet Mantar, Ayser Mantar, Faruk Sumer, Hatice Sumer, Gencoy Sumer, Gülcoy Sumer , ve. ve 'de hatırlayamadığım tüm Filyos ' lu insanlardan özür dilerim . Sağ olanlara selamlar ve hürmetlerimi iletirken ; bu dünyada göçenlere rahmet dileklerimi sunar onların nur içinde , huzurla yatmalarını dilerim.
Neden bu hale geldik .
1965 yazına kadar her şey çok güzeldi. Kimseye muhtaç olmadan yaşıyorduk. Ben orta 2.sınıfa devam ediyordum. Oya ablam son sınıfa, Nur 1.sınıfa giderken Tahsin henüz okul öncesi dönemi durumundaydı. Babamın maaşı kira vermeden, çalıştığı işinde ailemize yetiyordu aslında. Ama onda amcamın araba ile sünnet düğünümüze gelmesiyle araba sevdası depreşti. Ayten halamın yanında gelen arkadaşı ; bir Amerikan bahriyeli subayıydı ki İyi maaş alıyordu. İçtiği sigaradan, yeme - içme alışkanlıklarına kadar çok farklıydı. Babam öncelikle araba özentisi, sonra da onların yaşam tarzı ve standartlarına özeniyordu. İşte bütün bunlara bu mütevazi yaşam tarzı ile asla ulaşamazdı ki.. Kararını verdi. Yurt dışına partiler halinde gönderilen işçilerle o'da gitmeliydi. Kafasına koymuştu.. Kimse onu engelleyemezdi. Gidecekti. Yani sizin anlayacağınız babam ; kardeşinin ve arkadaşının yaşam tarzlarına özeniyordu. Burada mamul ambar baş memurluğuyla ne olabilirdi ki..
Kalbim yine mahsun..
1965 sonu hiç iyi gelmedi. Moraller annem dahil hepimizde bozuk. Neden bu gidişler. Ne gereği vardı ki.. Almanya 'ya gitmek için ne sebebi vardı. Çocuk halimizle durumu bir türlü anlayamıyorduk. Babam ; Filyos AteşTuğla Fabrikası'nda mamul ambar baş memuru olarak çalışırken ani karar vererek Almanya'ya gitme kararı almıştı. Bu kararına hayıflanıyordum. Sünnet düğünümüz 1965 yazı yapılmıştı. İstanbuldan Muzaffer amcam, yengem, Ayten halam ile amerikalı arkadaşı Jim, Bartın'dan ise Kamile teyzem ve Hasan eniştemler gelmişlerdi. Amcamda siyah bir Playmouth vardı. Gıcır gıcır parlıyor ; geçtiği yerlerde insanlara baktırıyordu.1965 yılında yapılan sünnet düğünü için havalı bir arabaydı doğrusu.
Ne zaman müracaat etti.
Ajans'tan haber gelmiş süratle İstanbul'a hareket etmişti. Kısa sürede alınan pasaport dışında geriye bir sağlık raporu kalmıştı. Babamın bu işi için hangi zaman diliminde müracaat ettiğini hiç bilemedik. Aradan uzun yıllar geçti. Anacığım çoktan kara toprağa karıştı gitti.. Babama sorsam acaba bana samimi olarak cevap verir mi " 1965 yılında sizin Almanya hevesi nereden geldi " diye sorsam yanıtlar mı bilmiyorum. Yıllar sonrasında bilsem de bunun ne önemi olabilirdi ki.. Onca akan gözyaşı, çekilen sıkıntılar, yaşanan acılar çok gerilerde kaldı. Anneciğim sağ olsaydı bize belki yıllar sonra bilmediğimiz bir kaç mevzuu anlatırdı. Ancak ; olan oldu. Alan aldı. Giden gitti. Ölen öldü..
Almanya'ya gitme kararını çoktan vermiş ki..
Düğün sonrası herkes geldikleri yerlere döndüler. Babamda beraberce İstanbul'a birlikte gittiler. Döndüğünde pasaport dahil bütün işlemleri sanki hazırdı. Ya' da birileri hazırlamıştı. Eylül - Aralık arası son derece durgun bir süreç yaşamıştık. Annemin ağzını bıçak açmıyordu. Mutfakta bir kaç kez ağlarken denk geldim. Ne oldu anne..? neden ağlıyorsun dedimse 'de hiç yanıt alamamıştım. Ocak 1965 yılı çok soğuk bir havaydı. Annem, Emel abla, Oya ablam, kız kardeşim Nur ile henüz 4-5 yaşlarında olan küçük kardeşim Tahsin.. Göz yaşları içinde yolcu ettik babamı.
Hani o...! bırakıp giderken seni..!
Dört kardeş ve anacığım kalakalmıştık. Müessese müdürlüğünden iki ay süre verdiler. Lojman boşaltılacaktı. Büyük babam sonra bir araçla geldi ve bizi aldı. Eşyaları kamyonete yüklerken dokunsalar ağlayacak haldeydik. Büyükbabam ve annem, Nur ile Tahsin' ide alıp birlikte kamyonete bindiler. Ablam ile birlikte bir kez daha boş evi eşyalar olmadan gözden geçirip tren istasyonunun yolunu tuttuk. Kedimiz orada kalmıştı.. Canım.. Neyse ki bir kez daha gelecektik nasılsa.
Miyrup'u almaya gidiyoruz.
İki gün geçmeden trenle tekrar döndük. Selçuk ablalara uğradık. Sonra eve geçtik. Miyrup balkona gelmiş. Uykulu gözleri bir anda açıldı. Acıkmış olmalıydı. Bana doğru hamle yaptı. O' da şaşırmıştı bu olanlara. Sessizce yanına sokulup yakaladım ve getirdiğimiz bez torbaya kapattım. Çok da itiraz etmedi. Artık geride kalan tek şey hatıralarımızdı. 1966.
Çaycuma'da Ahşap evimizdeyiz.
Aslında Osman Sami Alpan'a ( annemin erkek kardeşi Yani dayım.) ait olan evler büyük babamın sağlığında paylaştığı mirasıydı. Hayata gözlerini henüz yummadan paylaşımla dağılımı yapılmış bu yerlerin. Annemin asıl hakkına düşen ev ana caddede ( Seka caddesi ). Ara sokakların rantı ile ana caddenin ileriki yıllarda ederi çok iyi hesaplanmış ve kız kardeşle abladan yerlerin takası sağlanmış. İki katlı ahşap evimiz ; yoldan 2 - 2.5 mt. içeri doğru tahta çit ( daraba ) ile çevrilmiş, bahçesinde mürdüm eriği, dut, elma, ceviz, fındık, muşmula ( töngel- beşbıyık ), ayva, böğürtlen ağaçlarıyla göz dolduran bir ev. Her bir köşesine dikilmiş bu ağaçların aralarında bahçe olarak ekilip - biçilen yeri mevcut. Ahh anacığım bu bahçelerde fasulye, salatalık, patlıcan, biber, taze soğan, maydonoz, yetiştirmek için az mı uğraşırdın..
Büyükbabam ( H.Hüsnü Alpan ).
Kız kardeşi yüksek rütbeli bir subay ile evliymiş. Kadıncağıza vefat eden bu asker kocasından bağlanan maaşı yıllarca almamışlar. İleri yaşı nedeniyle bağırır. kendi kendine konuşurdu. Perili hala derdi komşular. Sonra Çaycuma ileri gelenlerinden olan İhsan Bilgin' in özel olarak yaptığı araştırma ve açılan davalar sonucu hala'ya yüklü bir para intikal etmiş. Osman Sami Alpan ( dayım )' a verilmiş vekaletname ile bu paranın nasıl kullanıldığı meçhul. O tarihte söylenen şuydu..." bu para bir servet.."
Çaycuma Ortaokuluna devam ediyorum.
Babam Almanya'ya gittikten sonra ortaokula 2. sınıfa devam edecektim. Artık yeni okul ve yeni mahalle arkadaşlarım olacaktı. Zira yeni bir ortamdaydım. Önceki yıllarda ; bayramlarda, yaz tatillerinde ve sömestr 'e denk gelen zamanlarda Çaycuma'ya gider ve akrabalarımızla olurduk. B.Dayım Celal Yeğiner 'in eşi Halise yengem( 2.eşi ) çocukları, Orhan, Turan, Saide ve İrfan ile Orhan dayımın eşi yengem ve çocukları İsmet, Nazan, Naciye hep bayramlarda beraber olurduk..Hüsnü büyükbabam ; Osman dayım, Müşerref yengem, Zehra, Sema, Hüsnüden ayrı olarak Müşerref yengemin annesi Azize teyzeyi unutmak mümkünmüydü. Çok güzel baklava açardı. Güzel yemekler yapardı. Bayramları, bayram ziyaretlerindeki ziyafetleri iple çekerdik. Müşerref yengemin ağabeyi Cafer amcada çocukları ve eşiyle aile ziyaretlerine eşlik ederlerdi. Çok mukallit bir insandı Cafer amca..
Çaycuma ile Filyos Arası .
Şimdi Filyos'tan yaptığımız Çaycuma ziyaretleri bir rüya gibi kalmıştı. Biz' se Çaycuma 'da. Artık daha sık ve beraber, bir hayli genişlemiş bir aile olarak biz bize oluyorduk. Bartında öğretmen olarak çalışan eniştem ( Hasan Çağdaş ) Kozcağız'da "Y.Hamidiye Köyü" nde uzun yıllardır oralarda kaldılar. Eniştem Çaycuma' ya gelmek Teyzemin yerine bir bina yapıp yerleşmek hayalleri kuruyordu.. Kamile teyzem o kadar anneciğime benziyordu ki. Gözler ve kaşlar aynı. Bu kadar benzemeye insan şaşırıyor. Annemin gözleri sık sık dalıyor.. Uzaklara..ve hüzünlü bakıyor. Ablam ; anne..? neyin var. hiç konuşmuyorsun...? sorularına .." hiç. kızım..! " diye sade bir cevap veriyordu..
O şimdi uzaklarda..
Ama babam yoktu. O şimdi binlerce km.uzakta yabancı ellerde çalışmaya gitmiş, ikisi kız ikisi erkek ve bir eş'ten meydana gelen ailesi ( 5 can ) için çalışıyordu. Gecesini gündüzüne katıyordu.. Acaba gerçekten öylemiydi dersiniz.?
Zor günler henüz başlıyordu..
Asıl bu günden sonra sıkıntılar bizi bekliyordu. Her geçen gün artacak , süregelecekti. Evde 4-5 kişi tamamen büyükbabamın eline bakıyordu. Gıda harcamalarımızı bakkala borç yazdırıyor, evimizde en zorunlu harcamaların bile ertelendiğini hissedebiliyorduk. Yoktu. Babamdan hiç bir haber yoktu. Gittiğinden bu yana ne para göndermiş, ne'de iki satır yazı yazmıştı. Evet ev kirası yoktu. Lakin, kömür, su ve elektrik faturalarıyla gıda harcamaları büyükbabamın üç kuruşluk ve 3 ayda bir aldığı gazi maaşı ile başabaş geliyordu. Dayım pek oralı olmuyor, destek veremeyeceğinin mesajını her fırsatta ima ediyordu. Biz kimdik, o kimdi, bu durum neydi.?
Market çantaları, pazar fileleri ve alış - veriş torbalarıyla geldiler.
Emel abla, Aydın ağabey ve arkadaşı bir pazar günü ellerinde bir dolu alış-veriş yaptıkları malzeme ile geldiler. Annem sessizce ağlıyor ama belli etmemeye çalışıyordu. 2 saat kadar oturdular. Ahşap evin hemen bahçeye çıkış yerinde oturdular. Annem onlara çay demledi ve ikram etti. Evimizin ihtiyaçlarından olduğunu tahmin ettikleri kuru gıda, et, süt, yağ, un, makarna, çay, kahve, yumurta, margarin ve kahvaltılık malzeme almışlar. İşte şimdi gerçekten yardıma muhtaç bir aile olarak yoksulluk içinde kaldığımızın resmiydi bu. Anlamamak mümkün olabilir mi ..?
Semra bizimle kaç yıl kaldı ..?
Halamın kızı Semra Aker. Eski Beşiktaşlı kaleci Ergun Aker'in kızı Semra. Afganistan, İstanbul ve Zonguldak. Eşler ayrıldığında olan çocuklara oluyor. Teyzesi Perihan halamlar yanlarına alıp Afganistan' a gitmişler. Bir kaç yılda dayısı Muzaffer amcam himayesine almışlar. Son olarak Zonguldak'ta yanımızda kaldı. Çok hırlaşır, kavga ederdik. Dik kafalı hali, benimde hiç aşağı kalmayan inatçı karakterimle çatışıyor. Resmen saç saça kavga ediyorduk. İlkokulun ardından 27 Mayıs Orta okuluna devam etmiştim. Kaya öğretmen ; ilk okulda ilk öğretmenimdi. Sonra Mükerrem hanım ile okul md. Nuri Yılmazer. Orta okulda 2.sınıfa kadar Filyos Sümerbank'tan Hamdi Gürkayanın oğlu Nejat Gürkaya, İstasyon şefini oğlu Tayfun, Cevdet beyin çocuklarından Ateş, Hulusi bey'in çocuklarından Nahit, ağabeyi Cahit Oya ablamın sınıfında ve bizden bir sınıf öndeydiler. Muhittin bey'in kızı Nilgün ile aynı yıl ancak farklı sınıflardaydık.
Çaycuma' da ..
Semra ; bir süre Çaycuma 'da bizimle kaldı lakin Ayten halam onu 5-6 ay sonra İstanbul'a aldırdı. Zira bazı problemleri vardı ..ve annemi dinlemiyordu..Annemin zaten başında 4 çocuk vardı yetmez mi ..? Ben bir yılımı kaybetmiş çift dikişle 2.sınıfa devam ediyordum. 1966 yazı dayım bana süthanede İş'e başlamam için tembih etti. Yaz tatilinde süt toplama istasyonunda çalışıyor, sonrada onları gelen kamyonete yükleyip " yoğurthaneye götürüyorduk. Sabahları erkenden arabayı beklemek gerekir diye saat 07.00 de yataktan fırlıyordum. 07.30 da ise süt istasyonuna giden kamyonete biniyordum. Bu çalışmalarım Mayıs sonundan Eylül ayı başında okulların açılmasına kadar devam etti.1966.
Daha ne kadar devam edecekti bu durum..?