Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mayıs '11

 
Kategori
Öykü
 

Hayal mi? Gerçek mi? Kırk yıldan sonra! Rüya mı?

Hayal mi? Gerçek mi? Kırk yıldan sonra! Rüya mı?
 

Bugün hayli sıkıntılı başlamıştı güne. Artık yıllar, daha mı hızlı geçiyordu ne? Altmış yaşının üzerindeki yılları saymak gelmiyordu içinden. Çizgilerde hayli derinleşmişti yüzünde. Saçları kıra çalmıştı epey zaman önce. 

Hiç canı çalışmak istememişti bugün nedense. Kapkara bulutlar kaplamıştı sanki yorgun yüreğini. 

Yine aklına geldi. Bu son aylarda sürekli aklına takılıyordu. 

Acaba nerede ki? Ne yapıyor diye düşünmekten kendini alamıyordu. Yıllar çok çabuk geçmişti. Sayamadığı uzun yıllar ya da saymaya korktuğu. 

Yine aklına düştü. Ah! Yine. Simsiyah gözler, bükük kirpiklerin arasından bakan badem gibi gözler. Buğulu ve derin anlamlı bakışlar. Ne çok etkilenmişti. Baktığında kaybolduğu derin bakışlardan. Yitiyordu tüm benliği. 

Uzun zaman, kendine gelemiyordu ayrıldıkları andan itibaren, iple çekiyordu bir daha görünceye değin saatleri. 

Söylendi kendi kendine, Nereden düşmüştü yine usuna. İçinde derin bir sızı hissetti, hicranın sızısını. 

Kırk yıl geçmişti, kocaman kırk yıl, dile kolay. Ailesi koparıp alıvermişti o şehirden, hem de ondan. 

Serap misali kayboluvermişti, ya da esen rüzgârlarla gitmişti, meçhule. 

İşin garibi, bir veda bile etmemişti. Ne bir haber alabildi aylar boyunca, ne de ümit kırıntısı kalmıştı içinde. Araştırdı, soruşturdu ve buldu. Bulur bulmaz soluğu o şehirde aldı. Oturdukları evin adresi, kızın çalıştığı işyeri hepsini, hepsini buldu ve görünmeden günlerce sevdiğini takip edip, izledi. Acısını kalbine gömüp, uzaktan uzağa salına salına yürüyüşünü, saçlarını rüzgâra doğru savuruşunu gözledi. İçine soludu sevgisini. 

Döndüğünde, harabe gibiydi. Artık biliyordu nerede olduğunu, o bile yeterdi. Yine giderim yine diye düşündü. Ancak! Gidemedi, işi gücü, çocuklarının sorumluluğu, gidemedi bir kez daha. 

Özlemi öyle yoğundu ki, dayanmak da zorlanıyordu. Yaşayamadığı sevdanın özlemi, bitiriyordu onu. Annesi ’’hadi oğlum, korkuyorum sana bir hastalık gelecek. Bu kadar üzülme. Gel evlen, madem bu denli derin sevdan.’’ Demişti. 

Sevmek, yürek ister, yürekse cesaret dedi kendi kendine. Eşi ve iki çocuğunu terk etmeye cesaret edemedi. Kim bilir belki? Ah! Bugünkü aklı olsaydı! Çeker miydi ki bu kadar hasret kim bilir? 

Pek bir kederli idi bugün yine pek. Nedense? 

Sevdiğinin upuzun saçlarının güzelliğinin hayali geldi gözlerinin önüne, kokusunu çekti içine hayal bile olsa. 

Başını duvara yasladı. Kapıdan gelen ışığın karadığını hissetti bir an. Kapıda bir kadın silueti gördü, anlamsız gözlerle baktı. Evet, O idi. Aman Tanrım! Diye geçirdi içinden. 

Olamaz! Dedi. Saniyeler içinde, beyninde binlerce düşünce dans etti. Gözlerini kapattı usulca. Hayal bu hayal, hiç bitmesin diye açmadı bir süre. Bu kez sesiyle ürperdi. İstemeye istemeye açtı gözlerini, yanılmamıştı. İşte yıllar sonra karşısındaydı. Büyük aşkı, unutamadığı büyük aşkı, özlemlerine tutsak olduğu kadın karşısında idi. 

Bilemedi, bilemedi ne yapacağını! 

Ellerini uzattı acemice, hani liseli tedirgin âşık misali. Sarıldı bedenleri hiç ayrılmak istememecesine. 

Uzun süre, elleri birbirine, gözleri gözlerine kenetlendi. İçinden şükrediyordu. Bunca yıldan sonra gerçek mi? Hayal mi? Diye algılamaya çalışıyordu. 

-Nasılsın. Dedi acemice. 19 luk delikanlı gibi hissetti kendini. 

-iyiyim gayet iyiyim. Seni görmeye geldim. 

-Hiç değişmemişsin. 

-Olur mu? Yaşlandık bak gördüğün gibi, o yıllar önceki 17 lik kız yok artık karşında. 

-Benim için hala öylesin, tıpkı dün gibi. 

-Teşekkür ederim. Dedi kadın. 

Saatlerce yan yana, elleri ellerinde oturdular. 

Hiç değişmemişti. Yıllar eskitememişti. Yine aynı neşe, şen şakrak, hayat doluydu. Yıllar, yıllar daha da güzellik katmıştı güzelliğine sanki. 

- Şarkımız vardı. Hatırlıyor musun? 

- Tabii ki, hiç unutur muyum? 

‘’Gideceğin yere beni de götür,  

Sorana başımın belası dersin’’ 

- Unutmamışsın! 

- Hayır! Her dinlediğimde ağlıyorum. 

- Biliyor musun? Ben dinleyemiyorum, kalbim dayanmıyor! 

Bir süre sustu ikisi de, sözler susmuştu ama bakışları konuşuyordu, dillendiremediklerini, gözler söylüyordu. 

Kadın yine bülbül gibi şakımaya başladı. Yılları nasıl ardında bıraktığını, yaşadıklarını anlatırken, destan dinliyordu sanki ya da bitmeyen bir şarkının nağmelerini. Nefesini tutarak dinledi. Dinledi, dinledi. İçinden hiç susmasın, bu rüya asla bitmesin diye düşledi. 

Kadının ellerini avuçlarının içine hapsetmiş hiç bırakmamıştı. Bırakmaya da niyeti yoktu. 

Koşmuştu saatler, acımasızca akıp gittiler su gibi. 

Kadın ayağa kalktı. 

- Gitmeliyim artık veda vakti geldi. 

- Biraz, biraz daha kalamaz mısın? 

- Hayır! Gitmem gerek. Seni görmeye, özlem gidermeye geldim. Gitmeliyim artık! 

- Sen bilirsin! Dedi çaresiz bir halde. Boynunu büktü, omuzları düştü, sustu. 

Ellerini çekti yavaşça, geldiği gibi gitti. Ardında hüzünlü bir yüreği bırakmış halde. 

Kala kaldı öylece. Ardından, çığlık çığlığa bağırmak, ‘kal gitme ne olur ‘diye haykırmak istedi. 

Hayal mi? Gerçek mi? Algılamakta güçlük çekti. Dile kolay, kırk yılın ardından, gerçek bir rüya yaşamıştı. 

Sıkıntı bu kez daha yoğun çöktü yüreğinin orta yerine. 

Sevda masalının, içli bir şarkısını dinlemişti sanki nağmeleri hala kulağında. 

Ah! Dedi ah! 

Şimdiki aklı olsaydı eğer! 

 

Ayşen Arslangiray Kura 

27.5.2011/Kuşadası 

 
Toplam blog
: 533
: 1375
Kayıt tarihi
: 14.11.10
 
 

Aydoğdu; kızgın güneşinde Ağustos'un, sararmıştı altın sarısı başaklar. Kırlangıçların göç dansın..