Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '15

 
Kategori
Öykü
 

Hayat Bir Merdiven

Hayat Bir Merdiven
 

Bu şehirde bulunabilecek en sefil apartmanın; karanlık, dar, çok sayıda merdivenini kan ter içinde çıkıyorum. Basamakları tutturabilmem için bir sis perdesini delmem gerekiyor. Bir ara, durup arkamda bıraktığım zifiri karanlığa korkuyla bakarken – neden önümde yükselen zifiri karanlığa değil de, arkamda bıraktığıma? Bir davranış bilimci: ‘’ Bu hareketin, geçmişinin korkularla dolu olduğunu gösterir.’’ derdi herhalde – aklıma cep telefonum ve ondaki fener geliyor.

Her şeyi biraz zorluk çektikten sonra akıl etme huyum yok mu? Sinir oluyorum.

Bu pek zeki olmadığımdan mı? Annemle babamın her konuda benim yerime düşünecek kadar korumacı olmasının yarattığı bir nevi pasif yaşamın yerleşmiş tembelliği mi? Yoksa sadece güçsüz hafızamdan mı kaynaklı? Galiba sonuncu. İçinde hiçbir şeyi doğru düzgün tutamayan bir belleğim var ki; tüm geçmişimi hızlıca yok ediyor. Beraberinde deneyimlerimi…

Beşinci kata kadar karanlıklar içinde yol almam peşi sıra bu soruları da getirdi. Yokluk, insanı nasıl da düşünmeye zorluyor. Elimdeki adrese göre yedinci kat, on üçüncü daireye tırmanmam gerekiyor. Eski bir bina olduğu için asansörü de yok.

Allah’ım! Nihayet yedinci kattayım, arşa çıkmak gibi geldi. Zile basacak gücü bulamıyorum kendimde… Soluğum yavaşlasın, kalbim normal ritmine dönsün istiyorum.

Sarı, pirinçten, kırmızı gözleri olan aslan başı şeklinde bir zilin ağzına yerleştirilen beyaz butona basıyorum. Çalan zille birlikte aslanın kırmızı gözleri parlıyor.

Bir dizi kilit şangırtısından sonra kapı açılıyor. Evin içindeki ışık huzmesi dışarı çıkıyor önce, sonra gördüğüm en küçük, en tuhaf şekilli bir kadın kafası karşılıyor beni.

‘’ Merhaba, Emine Hanım’ a bakmıştım ben. ‘’

‘’Randevunuz var mıydı? ‘’

‘’ Yok. ‘’

‘’ Biraz bekleyin.’’

Neyse ki kapıyı kapatmıyor. Işık huzmesi hala benimle. Koridor boyunca ilerleyen küçük kafalı kadının tüm vücudunu görüyorum; bir sopanın üzerine geçirilmiş gibi duruyor kafası, öyle cılız bir beden…

Birkaç dakikalık bekleyişten sonra dönüyor kadın.

‘’ Buyurun girin.’’

  Sağdaki ilk odaya alıyor beni.

‘’Kahvenizi nasıl alırsınız? ‘’

‘’Sade lütfen.’’

Şu sıcak suda eriyenlerden yapmış olacak ki; gitmesiyle gelmesi bir oluyor. Hiç tanımadığım bir yere gelip, üstelik bir şey içecek olmak ve sonrasında geleceğe dair konuşmak cesaret edemeyeceğim bir durum ama tavsiye edenler çok emin konuştular güvenmem konusunda.

Kahveyi dudaklarıma yaklaştırırken, sıcak buğusu yüzümü yalıyor. Beni buraya getiren sebepleri düşünmeye dalıyorum.

Birkaç kez arkadaş sohbetlerinde Emine Hanım’ın bahsi geçiyor. Ballandıra ballandıra anlatıyorlar, usta bir falcı olduğunu. Ben de bir merak uyandırsa da, falcıya gidebilecek biri değilim.

Yazgının amacına ulaşabilmesi için çok dönüp dolaşması gerekir. Benim de burada bulunmamı ancak yazgı açıklayabilir.

Kahvemin son yudumunu alırken;  iki yıldır başka bir şehirde yaşayan, bu falcı kadına onun niyetine gitmem için dün telefonda saatlerce yalvaran arkadaşımın adını, niyetini içimden geçirip,  fincanı ters çeviriyorum.

Beni kendi adıma ikna edemeyen yazgı, bu yolu denedi, başardı da!

Küçük kafalı kadın ayağında flap flop sesler çıkaran terliğiyle fincanı almaya geliyor.

‘’Normalde Emine Abla Cuma günleri müşteri almaz, sizi geri göndermek istemedi.’’

‘’Bilseydim gelmezdim.’’

‘’Herkes bilir normalde.’’

‘’Bana tavsiye edenler bu mühim bilgiyi atlamış olmalı.’’

‘’ Yalnız Emine Ablanın yanında böyle konuşmayın.’’

‘’Nasıl?’’

‘’Biraz böyle alaylı gibi…’’

‘’Yok canım ne alayı? Size öyle geldi herhalde, prensip sahibi insanları severim.’’

‘’Yani ben söyleyeyim de Emine Abla sinirlidir biraz.’’

Elinde fincan kayboluyor kadın. Pek de nazlılar, başıma bir iş almadan gitsem bari!

Dumanı tüten bir kahveyle tekrar gelince kadın, şaşırıyorum. Uzatırken;

‘’Yalnız Emine Abla kendi adına kapatsın, o kadın kendi gelsin, dedi.’’

‘’Hangi kadın? ‘’

‘’Birinin niyetine kapatıvermişsin ya fincanı, o kadın.’’

Nereden anladı bunu şimdi? Şaşkınlık ve korkuyla tekrar içiyorum. Bitirip tekrar kapatıyorum. Alıp götürüyor kadın.

‘’ Gel abla’’ diyor, birkaç dakika sonra. Aydınlık, temiz kokan bir odaya alıyor beni; iri yapılı, sanki sadece göğüsten ibaret, esmer, ellili yaşlarda bir kadın camın önüne çekilmiş- yerleştirilmiş değil, oraya camın önüne çekilmiş gibi duruyor masa- bir masaya dayanmış oturuyor, önünde benim fincanım, bir kasede yarılanmış beyaz leblebi- dudaklarının beyazlığı bundan olmalı-  odaya girdiğim andan itibaren keskin bakışları üstümde beni izliyor. Masanın öteki başına da ben oturuyorum, ona en uzak ucuna.

‘’ Cumaları fal bakmam’’ diyor, sirkeli bir sesle.

‘’ Bunu senin için yaptım ilk kez, sebebini sorarsan; seni buraya getiren yazgıyı düşünmen hoşuma gitti. Ben hisleri güçlü biriyim, düşünceleri de okurum.’’

‘’Yazgın buraya geleceğini biliyordu ama ikna etmekte zorlanacağını da biliyordu. Burada olmanı gerektiren bu buluşma haklı bir nedene dayandırılmalıydı. Buraya gelmeni isteyen o kadının varlığı bu yüzden gerekliydi. Yazgı, yavaş yavaş planını işledi. Zaten hızlı hareket ettiği hiç görülmemiştir. Ben fincandaki şekillerden çok; onu içerken düşündüklerinden, düşüncelerinin, duygularının yaydığı enerjiden, senden aldığım hissiyattan, senin anlayacağın, hatta senin kullandığın sözlerle seni sana anlatırım.  Şimdi hazırsan başlıyorum.’’

‘’Evet.’’

‘’Sözcüklerle uğraşıyorsun. Herkesin günlük, sıradan kullandığı imgeler, sıfatlar senin için ne kadar da önemli…! Hayattaki tek mucizenin bu olduğuna inanmışsın. Hayattaki varlığını hep bir nedene bağlamak ister insanoğlu; kimi aşkı bulmak için yaşar, kimi başarılı olmak için her hangi bir işte, kimi para için, kimi sadece yaşamını sürdürebilmek için… En doğrusunu onlar yapar, her doğan gün yeniden yaşama devam edebilmek, en büyük mucize budur işte! Yaşam senin ellerine teslim edilmiştir, ne yöne gidebileceğini bulabilmesi için sana bağışlanan akla ihtiyacı vardır.

Sense yıllardır yönünü duygularınla bulmaya çalışmışsın, şimdi de sözcüklerle bulmaya çalışıyorsun. Aklını hiçe sayma! Yaşamı ellerine al! Tuhaf mı geldi söylediklerim? Arkadaşların bunlardan söz etmemişti değil mi? Onların duymak istedikleri bunlar değildi. Ben herkese ihtiyacı olanı söylerim. Hadi git şimdi, kendi nefesinle, yüreğinin gücü, aklının ışığında yaşamını aydınlatmaya git! ‘’

Sessizce kalktım oturduğum yerden, çıkarken son kez dönüp kadına baktım. Tülün ardındaki sokağı izlemeye dalmıştı. Beni şimdi de uğurlayan küçük kafalı kadına ücreti ödeyip çıkarken arkamdan sesleniyordu kadın: 

‘’ Cumaları gelme abla! O gün fal bakmaz Emine Abla! ‘’  kapı kapanıyor sonra.

Alt katta, zifiri karanlıkta olduğumu fark edip çantamdan telefonumu bulmaya çalışıyorum.

On üçüncü dairenin kapısı tekrar açılıyor. Sirkeli bir kadın sesi bağırıyor:

‘’ Kız Melahat; beyaz leblebi almayı unutma! Ha bir de felsefe kitabı al.’’

‘’ Tamam Emine Abla, Bakarım şöyle çok satanlardan iyi bir şey.’’

‘’ Yok kız! Kıyıda köşede duranlardan al. Tanıdık cümleler olmasın.’’

Telefonumun ışığını açmaya gerek duymadan bu cümlelerin ışında merdivenleri birer ikişer iniyorum.

 
Toplam blog
: 110
: 1076
Kayıt tarihi
: 26.05.14
 
 

Dünyanın kirletemediği bir lotus... ..