Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Aralık '11

 
Kategori
Deneme
 

Hayat öyle kısa ki...

Hayat öyle kısa ki...
 

Pazar günkü gezimde, albenisine dayanamayıp aldığım bir kitaptan söz etmiştim size.

İki gündür okuyorum doya doya, daha doğrusu dün okudum bitirdim, bugün fotoğraflarına baktım eni konu.

Öyle, bir yazıya sığdırılacak gibi değil, sayfalar dolusu yazmam gerekecek, belki bölümleyerek anlatacağım size. Ama bu, bugünün işi değil; ben size kitaptaki fotoğraflara bakarken aklıma gelenleri, hissettiklerimi yazacağım.

Aslında PERA Palas-BEYOĞLU'NUN BATILILAŞMA HİKAYESİ, on yıl önce belgesel olarak hazırlanmış ve bir televizyon kanalında gösterilmiş, hangisi olduğu yazmıyor, TRT olduğunu tahmin ediyorum. Video sitelerinde aradım, fakat henüz hiç bir şekilde bu belgeselle ilgili kayıtlara rastlamadım. İnatçıyımdır, bugün yarın bulurum nasılsa.

Geçen yıl, 2010 Kültür Başkenti İstanbul projesi kapsamında bu belgeselin kitabının yapılması teklif edilmiş yönetmeni Kemal Öztürk'e. Kitap, Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. bünyesinde hazırlanıp piyasaya çıkmış. Belgesel-Kitap olmuş yani ve çok da güzel olmuş.

O kadar güzel fotoğraflar var ki, insanın baktıkça bakası geliyor. İstanbul tutkum ve araştırmacılığım sayesinde bugüne kadar çok Eski İstanbul fotoğrafı gördüm, ama daha görmediğim ne çok fotoğraf varmış ve de ne kadar çok bilmediğim ayrıntı.

Hayat öyle kısa ki, bir bakıyorsun varsın, bir bakacaksın ki yoksun. Şikayet ettiğimiz, bazen yaşamak istemediğimiz, batırmak istediğimiz dünyası ile bu hayat o kadar güzel ki. Ne biliyoruz yarına çıkacağımızı? Bilmediğimiz yarınımıza neden erteliyoruz bir dolu şeyi? Günlük hayhuy denen kısır döngünün içinde, yaşıyormuş gibi yapıp giderken neleri kaçırmıyoruz ki? Bir daha gelecek miyiz dünyaya, ben inanmıyorum, yaşama hakkımız bir kez verilmiş bize.

Birden bir şey oluyor bazen, o kısır döngünün içinde gözünüz bir şeye takılıyor, durup kalıyorsunuz öyle, "gerçek yaşam bu, ânı yaşamak bu" diyorsunuz içinizden. Bırakıp gitmek istemeseniz de bu görüntüyü, zorunlu yolculuğunuza devam ediyorsunuz, ama fark ediyorsunuz işte.

Geçen ay, yaprak dökümü yaşandı, İstanbul'un sokakları, cadde ve kaldırımları bir kaç gün içinde sarıya boyandı adeta. O kadar muhteşem görsel bir şölendi ki, sabahları yaprakların uzandığı caddeye uzun uzun bakmadan işyerime girmek istemedim. Yılda bir kaç hafta yaşanan bir doğa olayıydı bu ve kim bilir seneye görebilecek miydim? Bunun gibi bir sürü şey...

Kitaptaki fotoğraflara bakarken ve video sitelerinde araştırma yaparken gördüğüm fotoğraflar bana bunları düşündürdü. Hep söyleriz, söylerler ya, ânı yaşamalıyız diye, hiç de beceremeyiz; ya geçmişteyizdir ya da bilmediğimiz gelecek için koşar dururuz.

Dökülen sararmış yapraklar, yiyecek arama telaşındaki serçeler, yılın ilk kar taneleri altında ağır ağır ilerleyen tramvay, yanıbaşından geçip farkına varmadığımız yüzlerce yıllık tarihi bir bina... Hepsinin ruhu var, bize anlatacak hikâyeleri var, dinlemeden geçiyoruz.

Geçmeyelim. Bunların farkına varmaya varmaya, şimdi yaşadığımız zamanı, gelecekte "ne de güzeldi" diyerek arayacağız belki. Niye bekleyelim o günü? Bugünden güzelliğinin farkına varsak olmaz mı?

Esen kalın,

Sevgilerimle.

 
Toplam blog
: 314
: 1210
Kayıt tarihi
: 07.08.11
 
 

Üsküdar İstanbul doğumluyum ve halen burada yaşıyorum. Okumak, yazmak ve seyahat etmeyi çok seviyor..