Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mart '11

 
Kategori
Öykü
 

Hayatın ta kendisi 8. Bölüm

Hayatın ta kendisi 8. Bölüm
 

resim alıntıdır. "En büyük emek annelik değilmidir?"


Küçük bir çığlık atarak, nefes nefese uyandı Handan. Ani bir hareketle ayağa kalktı. Gördüğü rüyanın etkisiyle görmeden etrafına baktı. Neredeydi? Haydar neredeydi? Sıkı sıkı yumdu gözlerini. Kalbi kuş gibi çırpınıyordu göğsünün kafesinde. Ateş parçası gibi olmuştu yanakları. Vücudu ter içindeydi. Gözlerini tekrar açarken bütün bunların rüya olmasını diledi içinden. Odasının tanıdık yüzünü görünce büyük bir rahatlama ile gevşeyiverdi. Külçe gibi bıraktı kendini yatağına. Rüyaydı demek. Hâlbuki ne kadar gerçekti. Haydar’ın o korkunç yüzü aklını başından almıştı. Gözleri bir şeytan gibi tehlikeli ışıklarla doluydu. Ağzından akan salyalar hele...Titredi bu düşünceyle. Allahım sen beni koru diyerek küçük bir dua okudu içinden. 

Nasılsa artık uyuyamazdı. Usulca kalktı yatağından. Yastığını, yorganını düzeltip yatağını toparladı. Çok terlemişti, ılık bir duş iyi gelir düşüncesiyle banyoya yöneldi. 

Aynı dakikalarda Güler masasında gözyaşları ile boğuşmaktaydı. Nefret ediyordu bu işyerinden. Müdür denen o adamdan. Nasıl tuttu beni diyerek kollarını sardı vücuduna. Silkeledi şöyle bir kendini. Sanki adamın dokunduğu yerleri koparıp atmak ister gibi. Keşke, daha iyi şartlarda başka bir iş bulabilseydi. Oysa bu ekonomik krizde yeni bir iş bulmak o kadar imkânsızdı ki. İnsanlar elindekini kaybetmemek için uğraşıyorlardı. Çalışmadan da olmuyordu ki. Çocuklar büyüyordu. Onlar büyüdükçe ihtiyaçları da çoğalıyordu. Tek maaşla nereye kadar sürerdi ki. Gözyaşları yine hücum etmişti. Başka çaresi yoktu işte. 

_ Güler… canım. Ne oldu sana? 

Islak gözlerle gelene baktı genç kadın. Bu ofisin tek iyi yanı duruyordu karşısında. İşe ilk girdiğinden beri tek arkadaşı olan Sibel. Onu anlayan, ona kol kanat geren can dostu. Zaten Sibel’in iyi olmadığı kimsede yok gibiydi. Öyle büyük bir kalbi vardı ki, herkese yer olurdu içinde. Kızdığında bile gözleri gülerdi onun. Zoraki gülümseyerek cevap verdi: 

_ Her zamanki şey işte Sibel’cim… Bizim müdür tozuttu yine. 

_ İstediği listeleri hazırlamıştın sen, beğenmedi mi? 

_ Beğenmez olur mu hiç! Listelere ek olarak birde beni istedi pis herif. Saldırdı bana yaaa… 

Güler tekrar hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Sibel sevgiyle sarıldı arkadaşına.. 

_ Üzülme canım yaa, o kılıbık için değer mi hiç? 

_ Kılıbık mıymış o ? 

_ Kılıbık tabii kızım. Görmedin mi karısını? O kadın var ya, adamı çiğ çiğ yer vallahi? Kıyma bilem yapıyordur bu adamı evde.. 

Bu sözleri duyunca gülümseyiverdi Güler. Yine ilaç gibi gelmişti arkadaşı. 

_Sibel yaa, buna bir çare bulamaz mıyız acaba? Şikâyet etsek Genel Müdürlüğe? Üstelik tehdit etti beni, görürsün sen dedi? Hem biliyormusun, tokat attım ben ona.. 

_ Ohhh iyi yapmışın, içimin yağları eridi vallahi. Canım benim, üzme sen kendini. Keşke yapabilseydik ama biliyorsun, daha önce bunu şikayet edenler oldu. Çok güzel aldılar boylarını ölçülerini, işten atıldılar. Bu pisliğin üst makamlarda kesin yandaşları var demek ki. Hem ne kaldı şurada emekliliğimize, idare ederiz artık.. 

_ Tabii canım, ne kaldı. Alt tarafı on iki sene… Geçer mi bu günler? 

Sibel kahkaha ile güldü arkadaşına bakarak. 

_ Ne güzel, daha gençsin demek ki… bugün öğlen çıkalım, sana bir tespih alırım ben, merak etme!! 

_ Ah benim Polyannam… Bir tanesin sen. 

Handan duş almış, üstünü değiştirip hazırlanmış, hastaneye gitmişti. Uyku iyice dinlendirmişti onu. Gerçi o kâbus olmasaydı daha iyi olurdu ama tuzsuz yemekte olmazdı ki. O da tuzuydu işte bu uykunun. Aslında isot gibi, Arnavut biberi gibi düşünmek daha iyi olurdu. Çok acı, çok, en acısından bir biberden farkı yoktu işte. 

Annesinin yattığı odanın önüne gelince, usulca açtı kapıyı. Başını içeriye uzattığında yumuşadı bakışları ve gözleri doluverdi. Züleyha gözleri kapalı sakin bir şekilde uyurken, Yusuf da başını onun yastığının üstüne koymuş, karısının elini iki elinin arasına almıştı. O da uyur gibiydi ama kapının açıldığını anlayınca gözlerini açıverdi. Gülümsedi Handan’ı görünce. Fısıltı halinde: 

_ Kızım… daha ne oldu gideli, gelmeseydin ya bugün. 

Handan sessiz adımlarla ilerleyip sarıldı babasına. Yanındaki sandalyeye otururken başını dayadı babasının omzunu, güç almak ister gibi. 

_ Duramadım evde babacığım. Hem azda olsa uyudum ben, yetti bana. Merak etme… annem nasıl? Ağrısı var mı acaba? 

_ Yok kızım, sabahtan beri pek şikayeti olmadı. Tansiyonu da normale doğru gidiyor. Bu hızla iyileşirse yarın çıkartırız dedi doktor… 

_ Ah, çok sevindim. Allahıma şükürler olsun. 

Uzanıp, yanaklarından öptü babasını. Sarıldı ona sımsıkı. Sanki kaç gündür eksik ettiği sevgiyi fazlasıyla vermek ister gibi. Yusuf’ta aynı şekilde sarılmıştı kızına.. 

_ Ah benim tatlı kızım, annesinin yavru kuşu. Kaç gündür hasret kaldık senin sıcaklığına. Artık bitti değil mi? Artık bizden kaçmayacaksın değil mi? 

Utanmıştı genç kız bu sözlerden sonra. Çok pişmandı ama bundan sonra çok daha başka olacaktı her şey. 

_ Çok üzdüm sizi biliyorum, kendimi nasıl affettiririm bilmiyorum ama sonra konuşalım babacığım, şimdi önemli olan annemin sağlığına kavuşması değil mi ? 

_ Biz sana kızmadık ki, kızamayız ki birtanem ama haklısın, hele bir eve çıkalım. Konuşuruz tabii..Bir şeyler yedin mi bakalım sen? Aç bırakmadın kendini değil mi? 

_ Yememiştir bir şey o…kendine bakmaz ki benim yavru kuşum. 

Baba kız şaşkınlık içinde sesin geldiği yöne döndüler. Züleyha gözlerini açmış, sevgi dolu nazarlarla onlara bakıyordu. Sonra kollarını kaldırıp Handan’a uzattı: 

_ Gel yanıma yavru kuşum. Annen o kadar hasret kaldı ki sana. 

Handan atılıverdi bu kollara. Bu defa annesine sarıldı sımsıkı. 

_ Annem… 

_ Canım kızım benim. Ben seni doğurmadım birtanem ama emin ol doğursaydım belki bu kadar sevmezdim seni. Sen benim canımsın, gözümün ışığı, kalbimin atışısın. Gözünde bir damla yaş görsem yüreğim burkulur, gözlerinde bir nebze hüzün görsem içim ezilir. Sen benim narin çiçeğim, öpmeye doyamadığım bebeğimsin. 

Handan gözyaşlarını tutamıyordu artık. Annesinin sevgi ötesi bu sözleri onu perişan etmişti. Bu kadar sevgiye karşılık ne kadar büyük nankörlük etmişti onlara. Oysa bu iki insan onu büyütürken sevgiyle, şefkatle sarıp sarmalamışlardı. Bir dediğini iki etmeden, hiçbir şeyin eksikliğini hissettirmemek için ne çok çalışmışlardı. 

_ Söz veriyorum size..artık sizi üzmeyeceğim. Sen benim annemsin, sen de babam. Sizler benim ailemsiniz. Bunu hiçbir şey değiştiremeyecek…sizi hiçbir zaman bırakmayacağım.. 

Züleyha hanım gülümserken tatlı sert çıkıştı birden: 

_ Bak evlenirken sana hatırlatırım bunu sonra… 

_ Ben evlenmeyi hiç düşünmüyorum ki… 

_ Tabii…Yusuf’um eve dönerken turşu malzemesi alalım da, kızımızın turşusunu kuralım. Ne dersin canım? 

Üçü de mutluluk içinde keyifli kahkahalara boğuldular bu sözlerden sonra. Tekrar eski şen havalarına dönmüşlerdi bir anda. 


İstanbul’un bir başka semtinde, başka bir evde çalan zille açılıverdi kapı: 

_ Hoş geldin oğlum. Erkencisin bugün. 

_ Hoş buldum.Şirketten şantiyeye geçmiştim anneciğim. Şantiyede işim bitince dönmedim geriye. 

_ İyi yapmışın, koşturup duruyorsun zaten. Otur keyfine bak, çay demlemiştim . Taze taze içeriz ana oğul karşılıklı.
_ Çok iyi olur vallahi. Mis gibi kokular geliyor burnuma. 

_ Kısmetlisin derim ya hep. Sevdiğin çöreklerden yapmıştım. 

_ Harikasın. Haberlerim var sana, çay içerken anlatırım. 

Tavşan kanı çaylar gelmiş, çörekler tabaklara dizilmişti. Ana oğul deniz manzaralı balkonlarında, ılık ılık esen rüzgar eşliğinde keyifle oturmuş çaylarını yudumluyorlardı. 

_ Eee Özgür, anlat bakalım. Ne haberleriymiş bunlar? 

Özgür geldiğinden beri sabırsızlanıyordu zaten. 

_ Hani biz İzmir’e taşınmadan önce bizim sokakta bir komşumuz vardı. Onların kızları vardı, Handan ? 

Türkan Hanım eski anıları hatırlamak istercesine şöyle bir düşündü. Artık eskisi gibi her şey aklına gelmiyordu ki. Eski oturdukları sokağı aklına getirdi önce. Sonra oradaki komşuları. 

_ Yusuf Amca ile Züleyha Teyzenin kızları… 

Hatırlamıştı Türkan Hanım. Nasıl unuturdu zaten. Yusuf ile Züleyha’nın aşkı bütün mahallenin dilindeydi. Kadınlar imrenerek bakardı bu çifte. Kendisi bile kıskandığını her fırsatta dile getirirdi kocasına. Ve kızları… Handan… 

_ Ne olmuş onlara? diye sordu soğuk bir sesle.. 

_ Bugün şantiyeden çıkınca Emirgan korusuna gittim. Bilirsin bu mevsimde lale dikiyorlar oraya. Çok güzeldi, cennet gibiydi. Etrafa bakınırken gördüm onu. O kadar şaşırdım ki, benzetiyorum sandım bir an. Sonra yanına gittim. Yine aynı şaşkın ördek karşımda duruyordu… 

Türkan Hanım daha fazla dayamadı. Sabırsızlık dolu bir isyanla sordu tekrar: 

_ Kimi gördün oğlum. Ay çatlatırsın insanı, kimmiş bu anlattığın… 

_ Handan anneciğim… Handan’ı gördüm Emirgan korusunda… 

Türkan Hanım soğuk bir duş almış gibi irkilmişti. Yine karşılarına dikilmişti bu aile. Yine o sevimsiz kız çıkmıştı ortaya. Tam da sırasıydı, Emel gibi bir gelin adayı bulmuşken. Seneler önce fark etmişti Handan’ın Özgür’e olan ilgisini. Hiç istememişti onu, Özgür’ü uzak tutmak için elinden geleni yapmıştı. Kocasına zorla tayin istetmişti uzaklaşmak için. Peki, şimdi, sırası mıydı? 

_ Anne, niye susup kaldın öyle? Sevinmedin mi? 

Türkan Hanım hala şoktaydı sanki. Kendi kendine söylendi başını iki yana sallayarak: 

_ Kurtulamadım şu evlatlık kızdan… uğursuz şey, kimbilir kimin tohumundan…yine çıktı işte ortaya…. 

BY SELVA 

 

 
Toplam blog
: 71
: 569
Kayıt tarihi
: 25.11.08
 
 

1969 doğumluyum. evliyim, iki çocuğum var. Kitap okumayı ve şiiri severim. ..