Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Temmuz '06

 
Kategori
Haber
 

Haydi 'Yerli Komedi'ye... İyi seyirler...

Haydi 'Yerli Komedi'ye... İyi seyirler...
 

Oğlan; annesinden ayrılmış olan babasına baktı... Sigarasını çıkarmıştı baba, kibritini yakmıştı; sigara içmeye hazırdı... Oğlan babasına: "Bu şeyleri içmemen gerek" dedi. Babası dudaklarını büzdü, parmaklarıyla masada trampet çaldı, sonra gözlerini kaldırıp oğlana baktı. Ve dedi ki: "Gelip sana ne yapmam gerektiğini soracak kadar büyüdüğünde söylersin bana ne yapıp yapmayacağımı "... Oğlan: "Peki efendim" dedi babasına... Cormac McCarty'nin, "O Güzel Atlar" (All the Pretty Horses) kitabında geçiyor bu diyalog... Ve aklıma; belki de kitaptaki konuyla hiç alakası olmayan bir şeyi getirdi bu diyalog...

Yaşıyoruz... Ama nasıl yapıyoruz bu işi; belki de farkında değiliz... Aslında neredeyse hiçbir şeyden haberimiz yok... Yaşadığımız ülkeden yok haberimiz ilkin... Ülkemizin adının Türkiye oluşundan ötesi değil bildiğimiz... Yönetenlerimizin isimlerinden ötesi yok belleklerimizde... Ve dahası..

Öncesi olmakla birlikte; özellikle şu günlerde neler oluyor acaba... Hayatımız ne durumda... Biz yaşarken(!), bizim dışımızdakiler neler yapıyorlar... Evet Lübnan'dan bahsediyorum; şu günlerde derken...

Geçenlerde gazetede çıkmıştı; İsrailli çocuklar atılacak füzelerin üzerine yazdıkları selamları yolluyorlardı; Lübnanlı yaşıtlarına... Bilmiyorlardı ki; minik yaşıtları selamlarını bile okuyamadan öleceklerdi belki de...

Daha neler nelerdi yaşanılanlar... Sadece bir kaçıydı gördüğümüz...

Ve kuklası olmuşuz büyüklerin(!)... Öyle bir oynuyoruz ki... Oynatmak istedikleri gibi... Harfiyen yerine getiriyoruz her bir şeyi... Amerikan büyükelçisi bile kuklanın iplerinin ucundan tutuyor... Wilson ilkeleri (2)' yi çıkarıp önümüze sunacak kadar küçümsüyor bizi...

Bizim büyük ittifakımız(!), her zaman yanımızdasınız yalanlarını yutturdular durdular her zaman, zavallı devletlilerimize... Ve her defasında da yuttuk... Bir baba gibi yakın davrandılar; babamız sandık... Sarılacak olduk neredeyse... Benimsedik... Sonra ittifakın gerektiği zamanlar oldu... Savaşlar oldu... Ve savaşın kıyısında olduk her zaman... Amerika bizi kollamazdı elbette... Bunu bilmeliydik... Ama babamızdı hani?... Baba ne yapıyordu öyle...

Kendilerini düşüneceklerdi ilkin elbette; menfaatlerini kollayacaklardı... Bize karşı hataları oldu sonra. Sinirlendik biz de... Ve... Vurdular değnekleriyle kafamıza... Sustuk... Ve yukardaki diyalog gerçekleşti olayın tam burasında... Söz sırası onlara gelmişti susmamızın akabinde... Ve: "Gelip sana ne yapmam gerektiğini soracak kadar büyüdüğünde söylersin bana ne yapıp yapmayacağımı..." dediler sonra...

Ve... "Peki efendim" dedik... Babamıza efendim diyorduk; annesinden ayrılan babasına çocuğun resmileşip; efendim dediği gibi... Bir anda efendimiz oluyorlardı... Ne olduğunu anlamıyorduk... Güvenmiştik oysa... Samimi değil miydik biz?.. Efendim lafı da nereden çıkmıştı?...

Kime güvenmiştik ki biz...

Ve sustuk gene... Üstümüzden susmaksızın füzeler, uçaksavarlar geçerken; sustuk... Sustuk; ölürken miniminnacık yavrular... Ve sustuk koltuğumuzda, klimamızın kavuran sıcağı yendiği odamızda rahat rahat otururken... Ve sustuk; küçücük bedenler kavrulan topraklarda sere serpe yatarken... Seyrediyorduk televizyonlarımızdan bütün dehşeti; muhteşem bir Amerikan filmi(!) edasıyla... Ve hala susuyorduk...

Neden susmayalımdı ki hem... Devletliler susuyorlardı... Sopayı yemiş kafalarına çıt çıkarmamaya gayret gösteriyorlardı; sanki sopa havada bekliyormuş da her an inecekmiş gibi... Ve neden susmayalımdı ki; bizim konuşmayı bile bilmeyen bakanlarımız vardı; bakıyorlardı... Saçmalığın daniskasını yaşatan bize, hergün mizah şovu yapan bakanlarımız vardı... Kene krizini; kenenin içimize girmemesi için bize paçalarımızı çorabın içine sokturarak çözebileceğine inanan bakanlarımız; sağlık bakanımız... Hatta devlet başkanımız bile şakacı olmuştu bizim; kuş gribini tavuk yememekle çözecek kadar... Ve meclistekiler vardı... Yataklarını meclise taşımış... Uykucu... Sessiz... Kararsız... Eli mahkum... Çaresiz... Ve suskun gene...

Yok biz en iyisi susmaya devam edelim... Ne güzel güle güle yaşıyoruz işte... Koltuklarımız rahat... Klimamız en iyisinden... Televizyon hep açık; bir yanda Amerikan-İsrail ortak yapımı(!) film, diğer tarafta yerli komedi ve yerli sessiz sinema oyunu... İyi seyirler(!!!)...

 
Toplam blog
: 27
: 2491
Kayıt tarihi
: 08.06.06
 
 

Tuna kimya mühendisidir, işletme mezunudur, iş güvenliği uzmanıdır; ancak işi bunlarla alakadar o..