Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Haziran '17

 
Kategori
Psikoloji
 

Hayrolsun Jung!

Hayrolsun Jung!
 

https://www.youtube.com/watch?v=IMBdBTyaSgo

Çoktandır bir rüyanın etkisindeyim. Aslında gördüğüm rüyaları unuturum. Ne var ki bunu unutmam mümkün değil. Yine de unutmamak için yazıyorum. Yazma amacım bazen de bu galiba. Bazı anları unutulmaz kılmak. O günün sabahını hatırlıyorum; olağanüstü bir şey olmamıştı. Sıradan, günlük işler… Aklımda makul fikirler… Gece rahat bir uyku... Rüyanın etkisiyle uyandığımda gece üç sularıydı. Rüyaların 20 saniyeyi geçmediği söylenir. Ne tuhaf, sanki saatler sürmüştü. Daha önce hiç görmediğim bir yerdeydim. Uzun, sık ağaçların olduğu büyüleyici bir ormandı. Bir adam yüzü belirdi ansızın. Sonra yavaşça uzaklaştı. O kaybolurken kalbim mengeneyle sıkıştırılıyormuşçasına acıdı, işte tam da bu sırada görsel bir şölen başladı. Tüm ağaçların kabukları domino taşları gibi uzaklaşıp gökyüzüne dağıldı. Tüm böcekler yuvalarından fışkırıp ormanın içine saçıldı. Tüm yıldızlar bir deliğe doğru harekete geçti. Ardından her yer karardı. Yüzünü görmediğim biri konuştu sonra, ‘’Bütün bunlar gibidir aşk, ellerinden kayıp gitmezse aşk olmaz adı. Kavuşmak yoktur sonunda. Tamamlanmamış bütün duygulardır aşk.’’ Her şey eski haline döndü sonra. Ağaç kabukları dallarına yapıştı, böcekler yuvalarına girdi ve yıldızlar semaya serpişti…

Sürdürdü konuşmasını yine; ‘’Aşka dalıp geri dönmeseydi bunlar yok olurdu kâinat ‘’. Sanki imrendi geri dönülmeyen bana verildiği için.  Adamın yüzü akıp giderken, rüya anlatıcısı imrenirken bana, ben kahroluyordum rüyamda.

Uyandığımda kalbim bu rüyanın etkisinde deli gibi çarpıyordu. Yatağımda kıvrılıp o rüyayı düşündüm, sonra rüyalar üzerine düşündüm Freud’la:

Ruhu incelemeye yönelik çalışmalar içinde rüyaların değerini ilk fark eden bilim adamı Freud’dur. Freud’a göre rüyalar, bastırılan arzuların sembolik yoldan giderilmesiydi. Ancak Freud bastırılan bu arzuların uzak geçmişimizde yani çocukluğumuzdaki dürtülerin dışavurumları olduğunu düşünüyordu. Yine Ona göre rüyalar; imkânsız olanın gerçekleşmesini sağlayıp, uyanıkken bizi engelleyen hayatın olağan akışını bir kenara iterek, denetim altında tuttuğumuz yasak arzuların bilinçdışından yükselip artık bizimle olmak isteyişleriydi. Şu halde rüyalar, belki de kendimize dürüst olduğumuz tek anlardır.

Freud, bir rüyanın içeriğinin büyük bölümünün semboller aracılığıyla gizlendiğini düşünüyordu. Freud, sembollerin bütün insanlarda ortak, değişmez anlamları olduğuna inanıyordu, dolayısıyla belli koşullarda bir rüya, rüyayı gören kişiye sorular sorulmadan da yorumlanabilirdi (rüyayı görenin kişiliği, yaşam koşulları ve rüyayı görmeden önceki izlenimleri hakkında bir şeyler bilinmesi koşuluyla).

Freud’dan 19 yıl sonra doğacak olan öğrencisi Jung için de rüyalar son derece önemliydi.

Carl Gustav Jung’a göre rüyalar, ruhun derinliklerinde var olanların, ruha açtıkları küçük ve gizli birer kapılarıdır. Rüyaları, ilahi bir ses, bir elçi ve zihne hiçbir zaman zarar vermeyen bir kaynak olarak görür. Rüyalara bilinçdışımızda yer alan yüce bir bilgeliğin kendini ortaya koyuş biçimi olarak bakar. Rüyalar hakkında şöyle der: ’’  Rüyalarla ilgili bir teorim yok. Nasıl ortaya çıktıklarını bilmiyorum. Ayrıca, benim onları ele alma biçimimin bilimsel bir yöntem sayılabileceğinden bile emin değilim. Belirsiz ve kişinin o anki keyfine çok bağlı şeyler oldukları için, rüya yorumlarına karşı hepinizin taşıdığı önyargıları ben de paylaşıyorum. Ama öte yandan, bir rüyayı gerçekten enine boyuna defalarca incelediğimizde, bunun büyük bir ihtimalle bizi bir yerlere götürebileceğini de düşünüyorum. Tabii ki bunun bilimsel bir vargı ya da akılcı bir sonuç olması gerekmiyor, fakat bilinçaltının amacının ne olduğunu, "bilinçaltının aklından neler geçtiğini" gösterecek bir ipucuna varabileceğimizi söylüyorum…"

Freud’da Jung’da, rüyada gerçekleri çağrıştıran sembolleri, uyuyan kişinin bizzat kendisinin seçtiğini, rüyanın tamamen onun bilinçdışından taşan arzularla yönlendirildiğini söylerler.

Benim dehşetengiz rüyama dönecek olursak, bu noktada her ikisine de her zaman katılmadığımı belirtmek isterim. Rüya bazen görenin değil, rüyaya düşmek isteyenindir gibi çılgın bir fikre sahibim.

Freud, Otto Rank, Ernest Jones, Sandor Ferenczi, Max Kahane, Wilhelm Stekel, Carl Gustav Jung, Alfred Adler ve Karl Abraham gibi psikanalistlerle 1902'den başlayarak her çarşamba günü toplanıp, ünlü Viyana Psikanaliz Derneği’nin doğmasını sağlar.

Bu rutin Çarşamba toplantılarının birinde izleyicilerinden birinin mesela Jung’un, benimkine yakın bir fikri Freud’a sunduğunu varsayalım;

 Freud, günlerce düşünüp kalbini arzuladığı kişinin kalbine çeviren, ona varlığını hatırlatmak için gecelerce çırpınan aşığın, her şeyden habersiz uykuda olan sevdiğinin rüyasına ansızın girebilecek güçte olduğunu yadsır mutlaka. Gülüp geçer. Sıklıkla gülmeyi tercih etmeyen biri olarak alaycı bir gülüşü yüzüne kondurduğu nadir anlardan biri olur bu.  

İnsanın içinde yanıp duran o sıcaklığın cinsel dürtülerle hiçbir ilgisinin olmayabileceğini de anlamak istemezken, donuk gözlerini muhatabının gözlerine dikip onun gözlerinde ruhuna tesir etmiş başka ruhları görünce hiç de bilimsel olmayan bir ifadeyle:
Her insan gördüğü rüyanın tabiridir Jung, bunu sen de biliyorsun. Biri senin aklını iyiden iyiye karıştırmış olmalı. Ne diyelim yine de; Hayrolsun Jung!, Hayrolsun İnşallah!... diyerek bitirir toplantıyı.

 

 
Toplam blog
: 110
: 1076
Kayıt tarihi
: 26.05.14
 
 

Dünyanın kirletemediği bir lotus... ..