Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ağustos '10

 
Kategori
Kültürler
 

Hola Melekê Tavus, hola! (4)

Hola Melekê Tavus, hola! (4)
 

Yollar rengârenk giysili insanlarla dolu. Toprak evlerin ''Gula Nisanê'' ile süslenmiş yoksul kapıları çığlık atıyor: “Heyy! Beni sizden olmadığım için katledenler! Bakın, binlerce yılın haklı onuruyla haykırıyorum! Ben bir Ezid'i kapısıyım, bütün güzelliğimle! Siz kopardıkça, ben çoğalacağım çiçeklerimden!’’ Ne estetik bir başkaldırı! Ne güzel bir gelenek!

Vadiyi seyrediyorum. Sanki Tanrı Âdem’i yarattıktan sonra artan çamuru sadece Kaniya Spi'nin önüne atmamış da, eline alıp her yere sıvamış. Üstüne de altın tozu serpmiş, altın gibi parlasın diye...

İleride iki sütun üzerinde yükselen, tavanı güneş armalı çok eski taş bir köprüye gidiyoruz. Mir, ''Burası sırat köprüsüdür. Haca gelen herkes, bu köprüde üç tur atarak günahlarından arınmak için Allah'a yakarır. '' Sağdaki sütunu öpüp koşmaya başlıyor. Yolun bitimindeki duvarı öpüp dönüyor. Durur muyum? Köprüye dalıyorum. Mir ikinci turdan dönerken, ''Yavaş Kej Xan, koşmayla yürüme arasında .’’ diyor.Ne eğlenceli, diye düşünüp koşarken ikinci turda eğlence ıstıraba dönüşüyor. Hâlâ anlamını bulamadığım garip bir ağırlık çöküyor üstüme. Yıllardır spor yaparım, bu kadar kısa bir köprünün beni böyle yorması mümkün değil. Üçüncü tura girerken sürünüyorum, bacaklarım kopuyor. Eğer dökülen günahlarım yüzündense bu ağırlık, ne âlâ. Yok, bu derece yorgunsa bedenim, işim çoktan bitmiş benim.

Laleş'te her kapının üzerinde sağlı sollu çift Gula Nisanê' var. Mir bir avlunun sonundaki geniş, ferah bir odaya giriyor. Solda küçük bir kapı var. Bayramlaştıktan sonra O'nu soruyor. Bana dönüp ''Yokmuş, hadi gidelim.'' Diyor. Gözüm hâlâ tuhaf bir içgüdüyle o küçük kapıda. O odada ne var diyorum. Mir kayıtsız, ''Hiç, Bavê Çaweş’in odası” diyor.Demek bu oda O'nun... Mutlaka görmeliyim. Mir bayramlaşmaya dalıyor. Hızlı bir adımla odadayım... Minicik bir oda. Yerde bir yatak. Duvardaki çivide beyaz bir cübbe asılı. Karşı duvara yaslanmış, tahtadan küçük bir dolabın üstünde kalın kitaplar. Odada başkaca şey yok! “Ayyy!” diye bir çığlık atıyorum koluma yapışan elle birlikte. Mir'in, ‘’Sen çok fazla oldun ama!'' diyen sert bakışlarıyla karşılaşıyorum. Sürükleyerek dışarı çıkarıyor beni. Çok kızgın görünüyor. Sertçe yüzüme bakıyor, ''Kejê, sen beni çok zor durumda bırakıyorsun. Unutma ben bir Mir'im. ‘’‘’ Hadi amaa Mir. Özür dilerim. Bak gerçekten üzgünüm. Bi daha asla yapmayacağım!” Mir yüzüme bakıyor. Ağladım, ağlayacağım. Gülümsüyor. Yaşasın! Yine affedildim! Bu yüreği sevgi dolu adamı bir daha üzmeyeceğim.

Mir'in yanına yelekli, başı çefiyeyle bağlı, sanki yaratılırken yüzüne gülümseme yapıştırılmış gibi duran çok sevimli bir adam yaklaşıyor. El sıkışıyoruz. Mir Dengbej olduğunu söylüyor.(1) Hemen soruyorum, ''Derweş'le Edûle'nin hikâyesini biliyor musun?''(2) ''Onu burada bilmeyen mi var? 13 ayrı sonla biter. Hangisini istersin?'' Dedemden dinleyerek büyüdüğüm ve Derweş'in aşkı için canından olduğu hikâyeyi, diyorum.

Avluda oturuyoruz. Pırıl pırıl, masmavi bir gökyüzü... Güneş, sarının her tonundan altın simler yağdırıyor kahverengi toprak ve taş duvarlar üzerine. Dengbej elini kulağına götürüyor. Ben bir sigara yakıyorum. Mir, üzgün yere bakıyor, Kawer arkadaki kızlara. Ve hüzün dolu, uzun soluklu, yanık bir sesle, dengbejin çığlığı Laleş’in dört bir yanına dağılıyor. “Delalê min waye delaal, delaaal, delaaalll...”(3) Masmavi gökyüzüne, beyaz bulutlara bakıyorum. Derweş’le Edûle'yi görüyorum sevişirken bulutların arasında. İşte bak, nihayet kavuştular diyorum! Neden sonra dengbej sustuğunda Mir'in yüzüne bakıyorum. Hüzün, erkeğe de kadın kadar yakışırmış meğer. Eğilip hüznünden öpesim geliyor.

Sağımdaki bahçede kar beyaz iki tane Tavus kuşu var. Kalkıp oraya gidiyorum. İçerideki kümesten yeşilin en güzel tonlarıyla bezenmiş uzun kuyruklu görkemli bir Tavus daha çıkıyor. Tavusların resmini çekerken, birden O’nu görüyorum. Olanca heybetiyle, güneşin üzerinden yansıyıp gözümü alan beyaz elbisesi ile Bavê Çaweş.! Bize doğru yaklaşıyor. Mir eğilip elini öpüyor. Tanrım ne kadar heybetli! Yanında Mir kısa, ben yok, dengbej cüce kalıyor. Bakışlarını bana çeviriyor. Yüzünde tek bir mimik yok. Buz gibi bakıyor yüzüme. Mir kendisine bir şeyler anlatıyor. Hepsini anlamıyorum ama sanırım onunla konuşmak istediğimi söylüyor. ''Ne hakkında?'' diyor. ‘’Her şey .‘’ diyorum. ''Mesela? ‘’ diyor. ‘’Mesela ait olduğun din hakkında, neden kadınsız yaşadığın hakkında.... ‘’ Mir yalvaran gözlerle gözümün içine bakıyor, dokunsam ölecek! ''Bu gün bayram Kejê Xanım. İşim çok , gitmeliyim.‘’ Ve dönüp gidiyor.

Mir çok kızgın!''Gözün aydın! ‘’ diyor. “Bavê Çaweş konuşmayı kabul etti, ama ben seninle bir daha konuşmayacağım! Bizim inancımıza göre dinimiz hakkında, bizden olmayan birine bilgi vermek yasaktır.” Dengbeji gösterip, ''O sana eşlik edecek. ‘’ diyor. Mir çok üzgün! Koluna girmeye çalışıyorum kolunu çekiyor. “Mir. Üzme beni. Lütfeen! Özür dilerim, bak vallahi bi daha yapmayacağım.” Peşinden koşuyorum. Boynuna atılıp yanağına kocaman bir öpücük konduruyorum. Kıpkırmızı oluyor. ''Söz bir daha üzmeyeceğim seni.‘’ Kollarımı boynundan çözüp ''Tamam deli kız tamam. Ayıp oluyor, dur!'' diyor. Bave Çaweş’le konuşmaya gidiyoruz. Bavê Çaweş ve Mir sedire oturuyor. Hemen Bavê Çaweş’in yanına ilişiyorum gülerek. İlginç, ilk defa gülümsüyor. Gözlerimi kara gözlerine dikiyorum. ''Sor bakalım meraklı, ne soracaksan.'' diyor yüzündeki gülümsemeyi bozmadan. Nasıl da şefkatle bakıyor. Vallahi beni sevmeye başladı! Yaşasın!

K.B: Kaç yıldır burada yaşıyorsun? B.Ç: 17 yıldır.

K.B: Nasıl karar verdin böyle yaşamaya? B.Ç: Zor olmadı, hazırdım.

K.B: Peki kadınlar? B.Ç: Ne olmuş kadınlara?

K.B. Hiç birlikte olmuyor musun? B.Ç. Hayır.

K.B: Zor olmuyor mu? Genç ve sağlıklı bir erkeksin. Üstelik yakışıklısın! (Yüzüne bakıyorum. Bir tek mimiği bile değişmedi.) B.Ç: Hayır, zor olmuyor.

K.B: Peki, kadınlar seni rahat bırakmazsa? B.Ç: Hangi Kadınlar?

K.B: Mesela ben? Gözlerini gözlerime dikiyor, şefkat ve anlayışla yüzüme baktıktan sonra derin bir nefes alıyor. B.Ç: Bak Kejê Xanım. Eğer gerçekten kendin olup, özünü yakalamak ve Hûda’yla bütünleşmek istiyorsan, önce nefsini terbiye etmelisin. Ben ruhum ve bedenimle kendimi hazır hissettiğim için buraya geldim. Ve hâlâ kendimi terbiye etmeye çalışıyorum. Bu kutsal tapınağın, sorumlusu, hizmetkârı ve bekçisiyim.

K.B: Peki, günün nasıl geçiyor burada? Sıkılmıyor musun? B.Ç: Kejê Xanım. Benim sıkılacak zamanım olmuyor. Öğrenmenin sonu yok. Bak, sana bir şey anlatayım; Şeyh Adi'nin saçları uzundu. Bütün gün okuyup, yazıp dua ettikten sonra, geceleri okurken uyuyakalmamak için saçlarını iple kapının üzerindeki bir çiviye bağlardı. Eğer olur da uykuya yenik düşerse, ip saçlarını çekerek onu uyandırırdı.

K.B: Bir insan kendine neden böyle zulmeder? B.Ç: Bence asıl zulmü inanmayarak yaşayanlar çekiyor.

K.B: Peki çocuk özlemi? B.Ç: Evlilik ve çocuk insanın maddi hayatla olan bağlarıdır. Ben kendimi ve ömrümü manevi bir hayata adadım. Yüzüne bakıyorum. Gayet kararlı ve dürüst görünüyor. İnanç bu olmalı işte!

K.B: Hiç âşık oldun mu? B.Ç: Hep âşığım.

K.B. Kime? B.Ç: O'na. (Sormam hataydı zaten.)

K.B: Niye bu kadar kapalı bir toplumsunuz? B.Ç: Çünkü inançlarımız bunu gerektiriyor.

K.B: Ama bu beraberinde insanların sizi yanlış anlamasını da getiriyor. B.Ç: Bak Kejê Xanım, bugünün hikâyesi değil bu. Biz savaşçı bir toplum değiliz. Daha iki sene evvel bir köyde, 110 Ezidi katledildi.

K.B: Hadi canım! Öyle olsa bütün dünya ayağı kalkardı. Şaka yapıyorsunuz. (Yüzüne bakıyorum. İlk defa o dinginliği gitti. Gözleri can çekişen iki güvercin şimdi... Anlı kırışıyor.) B.Ç: Dünyanın umurunda olduğumuzu mu sanıyorsun?

K.B: Haklısın. Peki, kendinizi ifade etmeyi düşünmüyor musunuz? B.Ç: Hayır, biz önyargılarla başa çıkamayacağımızı çoktan öğrendik. Ve ne yazık ki çok da kanlı öğrendik. (Yüzünde aynı mimiksiz ifade. Ben sana kıyamam Bavê Çaweş...) Biz inancımız yüzünden hiç bir toplumda kabul görmedik, Kendi topraklarımızdan sürülüp, katledildik. Bize kendi inançlarını dayattılar. Kabul edenler yaşamayı sürdürdü ama her zaman bir öteki olarak. Etmeyenler ya sürüldü ya öldürüldü. Sizin geldiğiniz topraklarda eskiden çok fazla Ezidi yaşardı.Baskı ve zulüm yüzünden şimdi parmakla sayılacak kadar az. Çoğu Avrupa'ya kaçtı. Geride kalanlarsa en kısa zamanda kaçmanın derdinde.

K.B: Gelelim şeytan’a. B.Ç: O hikâye çok zor Kejê Xanım. O yüzden taa baştan almak gerekiyor. Yaradılışa dönelim. (sürecek)

1-Dengbej: Kürt ozanlara verilen isim. Deng: ses, bej: söylemek. Sese biçim ve hayat veren anlamındadır. Mezopotamya’da, Folklorik yapının temeli olan sözel edebiyatın; masal, efsane, savaş, felaket, ölüm, doğa, aşk vb. konularını uzun solukla ve uzun süreli (bazıları saatler boyu, bazıları ise günlerce sürer) olarak dile getirirler. Birçoğu enstrüman kullanmaz.

2- Derweş'le Edûle: Düşman iki aşiret reisinden birinin kızı, diğerinin oğlu arasında geçen çok trajik bir aşk ve savaş öyküsü.

3-Delal: sevgili (kadın için), delil: sevgili (erkek için)

 
Toplam blog
: 36
: 7030
Kayıt tarihi
: 12.12.07
 
 

Elazığ'ın, şimdiki adı Alacakaya olan, ama eskiden küçük bir madenci kasabasında; Güleman'da doğd..