Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Aralık '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hüseyin Altunya'ya açık mektup 1

Hüseyin Altunya ne kadar ömrü kaldığını tam olarak bilemese de, Kasım 2013 toplantımıza katılamayacağını biliyordu. Bu yüzden 2012 Side toplantısından sonra herkesle tek tek vedalaştı. Bana da, ‘Türkiye’de Çocuk Kitapları Kaynakçası’ adlı kitabını imzalarken, “Ben Kasım 2013 toplantısına katılamayabilirim” dedi. İçim burkuldu, “Yine birlikte oluruz inşallah” dedim; ama olmadı.

Bu yılki toplantının sonlarında da, Türkiye’nin önde gelen eğitimcilerinden, öğretmen örgütçüsü, sendikacı ağabeyimiz Niyazi Altunya, Kardeşi Hüseyin’e yazdığı açık mektubu bana verdi. Mektup Türkiye’nin son elli yılından alınmış bir kesit gibiydi. Buradan herkesin bir Türkiye değerlendirmesi yapması ve kendince bazı sonuçlar çıkarması olanaklı olduğundan, bu mektubu sizlerle paylaşmak istedim. Mektup aynen şöyle…

 

HÜSEYİN ALTUNYA’YA AÇIK MEKTUP 1

Yazan: Dr. Niyazi Altunya

Canım Kardeşim, Seni, 2 Temmuz 2013 günü saat 12:30 da kaybettik.

3 Temmuz günü öğleden sonra bedenini gözyaşlarımızla İstanbul Ayazağa Mezarlığına koyduktan sonra aklım geçmişe kaydı. Yaşam öykün bir bir gözümün önünden geçti.

Doğduğun günü bugünkü gibi anımsıyorum. İlkbaharı ortalamıştık. Köye bir saat ötedeki ‘Haççabaşı’ dediğimiz davarevimizdeydik. Ben oğlakları eve getirip ağıla kapattım. Anamız (Havva Altunya) seninle yüklüydü ve o gün biraz tuhaf görünüyordu. Bana’ böbüş yengeyi çağır’ dedi. Bilirsin, yayla evleri tepeleri arasında dağınıktır. Benim yengeyi çağırıp gelmem en az yarım saat sürdü. Önden hızlıca geldim. On ikinci kardeşimiz sen çoktan doğmuşsun ve bu konularda çok deneyimli olan anamızla şiltenin üzerinde yan yana yatıyordunuz. Dokuz yaşındaydım. Ne yapacağımı kestiremedim. O şaşkınlık içinde sizi bir kilimle örttüm.

 

Biraz sonra yengemiz de geldi. Başka kimse yoktu. Ya da benden birkaç yaş küçük ablaların (Fatma ve Dudu) ve ağabeyin (Ahmet) hiçbir şeyden habersiz oyun oynuyorlardı. Benden büyük ağabeyimiz (İbrahim) de keçileri henüz dağlardan getirmemişti. Anamız bir buçuk iki saat sonra kalkıp keçilerimizi sağdı. Oğlaklarımız da senin gibi analarını emdi.  Onları ayırdık, ben oğlakların, ağabeyimiz keçilerin peşine düşüp dağ tepe birkaç saat dolaştıktan sonra akşam yine eve döndük. Babamız (Mümin Altunya) ve onunla köyde tarlada tapanda çalışan 20 ve 15 yaşlarındaki ablalarımız (Gülsüm ve Nafia) doğumunu o gün duyup geldiler mi, anımsamıyorum.

İki yaş büyük ağabeyin Ahmet gibi sen de çok sevimli, sağlıklı gelişen akıllı bir çocuktun. Bir yıl sonra Ahmet’i kızamıktan kaybettik. Bir büyüğün, anamızın geçirdiği aşırı kanama nedeniyle doktor müdahalesi ile sekiz aylıkken ölü doğdu. Sen iki buçuk yaşlarında zatürreye yakalandın. Ağır bir kış geçiriyorduk. İbrahim eniştemiz binbir güçlükle kasabanın tek doktorunu yalvar yakar, yarı atla, yarı yürüterek getirebildi. Doktor senin için ilaçlar verip gitti. İyileştin, çok sevindik. Hepimizin gözü üstündeydi.

Büyüdün. Senden sonra 13 ve 14. kardeşlerimiz (Halil İbrahim ve Ahmet Ali) doğdu. Anamız, ortalama bir buçuk yıl arayla 23 yılda 14 çocuk doğurma rekoru kırdı. O da, babamızda o yoksul halleriyle bu kadar kalabalık çocuklarında sevgi açığı bırakmadılar. Sonra ablalarımızdan ve bizlerden olan on altı torunlarına da sevgilerini eşitçe paylaştırdılar.

Seni, çocuğu olmayan çok sevdiğimiz Hama halamız evlat olarak istemişti. Hep birlikte sana pervane olup vermedik. O zavallı bizi sevmekle yetindi.

 

Sevgili Hüseyin,

Daha yaşın dolmadan ablalarının peşine düşüp okula gittin. Okumayı yazmayı çok çabuk öğrendin. Ben öğretmen olduğum yıl sen de ilkokulu bitirdin. Birlikte gittiğimiz, o yıl benim için iyi bir derece ile bitirdiğim Gönen İlköğretmen Okulunun ikinci sınavını kazanamayınca ağlayarak nasıl ortalıktan kaybolduğunu bugün bile yüreğim ezilerek anımsıyorum. Özel olarak yetiştirilmiş Fethiyeli çocuklar ortaokul düzeyinde idi. Senin böyle bir yetişme olanağın yoktu. Ben, yüreğimi seninle bırakarak göreve başlamak üzere Hakkari’nin Ördekli köyüne gittim.

Seni okutmaya söz vermiştim. Ne ki, sekiz ay sonra il merkezine geldiğimde, elime askerlik pusulamı tutuşturdular. Acele köye gelip sizleri gördüm, sana verdiğim sözü yineleyerek gidip Manisa’daki askeri birliğe teslim oldum. İzine geldiğimde, davar güderken buldum. Benim, Beydabadan çevrilen Kelile ve Dimne kitabımı forma forma götürüp dağlarda okuduğunu öğrenince ağladım.

Babamızın çok istediği halde benim desteğim olmadan seni okutma olanağı yoktu. Hayli yaşlanmış ve yıpranmıştı. Baktığı nüfus kalabalıktı. ‘Oğlum; şansın yokmuş, vazgeç. Biraz büyüdüğünde İstanbul’a gönderirim, para kazanırsın’ dedikçe sen kuduruyordun. Neyse ki üç yıl sonra o şansı yakaladın ve Gönenli oldun. 

 
Toplam blog
: 81
: 702
Kayıt tarihi
: 21.11.08
 
 

Nazmi Öner 1946 yılında Burdur’un Bucak İlçesine bağlı Seydiköy’de doğdu. Seydiköy İlkokulu v..