- Kategori
- Basın Yayın / Medya
İçimizdeki Seksist Dünya, Yeni Gelin!

Yeni Gelin'in Ağası Kalender ve üç karısı... Ağa mutlu, kumarlar mutlu. Her gece biri adamın koynuna giriyor ama kankalar. He heyt, kumalık ne güzel şey…
Bu akşam 13. bölümü ile Show TV'de yayınlanacak olan Yeni Gelin'i bir türlü izlemek nasip olmamıştı.
Arada bir cumartesi günleri aldığı birincilikler nedeniyle tüm bölümlerini arka arkaya izlemek için kendime fırsat yaratmaya çalışıyordum.
Sonunda da o zamanı yarattım.
Ve bir çeşit zehirlenmeye maruz kaldım.
Gözlerim kanadı, beynim yandı desem, ruh halim için sanırım en doğru benzetmeyi yapmış olurum.
Açıkçası izledikten sonra en merak ettiğim şey, zırt pırt RTÜK'e Türk Aile yapısına uygun değil diye dizileri şikayet eden kitlenin nerede olduğu?
Tatile mi çıktılar, akşam saat yedi olduğunda spor mu yapıyorlar yoksa derin bir uykuya mı yattılar, gerçekten merak ediyorum.
Acaba Yeni Gelin Türk Aile yapısına uygun da ben mi bilmiyorum?
Şu resme bakınca ne görüyorsunuz?
Gerçekten merak ediyorum.
Yeni Gelin dizisinin bir resim.
Ağa ve üç karısı…
Ne kadar da mutlular...
Hani "ağa isen 4 karın olur, eşin olmaz" repliklerinin havada uçuştuğu diziden bahsediyorum.
Peki başka neler var bu dizide?
Ağa’nın bir oğlu var ki kendisi esas oğlan olur, büyük ağabeyinin teyzesi ile evlendirilmek isteniyor.
Fakat bizim esas oğlan İspanyol bir kadına aşık olur ve gizlice onunla evlenir.
Bu sefer de esas oğlanın kız kardeşi berdel hesabı, büyük ağabeyinin dayısı ile evlendirilmeye kalkışılır.
Aman yanlış anlaşılmasın; dizi dram ya da entrika değil, düpedüz komedi...
Erkeklerle aynı masada kadınlar yemek yemiyor.
Yeni gelin sofraya zaten oturamıyor.
Bir köşede öylece dikilmek zorunda.
Kadınlar erkeklerin ayaklarını yıkıyor.
Kadınlar zaten kadınlara ağır bir şekilde eziyet ediyor.
Yeni gelin, herkesten önce kalkmak zorunda, herkesten sonra yatmak zorunda.
Yeni Gelin Bella, kuma fikrine karşı. Tabi aklı almıyor.
Hazar'dan gelen açıklama, “bizim buralarda boşanma diye bir şey yok sevgilim, eskisini bırakıp yenisini alamazsın.”
Ama bir tane, bir tane daha kadın alırsın...
Sonra bunu komiklik yapa yapa, kumaları şekilden şekile soka soka anlatırsın.
Mesela en merak ettiğim noktalardan biri, dizinin gününün cumartesi olması.
Hani ertesi gün okul yok ya, çocuklar daha rahat ekran başında olabiliyorlar ya.
Peki bu üç kadınlı adam çocuklara nasıl açıklanıyor?
Bu ülkede çoğu dize, Türk aile yapısına uygun olmadığı için uyarı alıp, ana erkek ve kadın karakterler apar topar evlendirilmedi mi?
Peki bu ne?
Kadınların bu halinden komedi çıkarmak neyin kafası?
Fransız yazar ve filozof Simone Beavoir “kadın olarak doğulmaz, kadın olunur” der.
Yani bireyler kadınlık ve erkeklik rollerini, yetiştiriliş tarzlarıyla öğrenirler.
Bir diğer deyişle, roller toplum tarafından belirlenir.
Kadınlığa ya da erkekliğe atfedilen görevler, yakıştırmalar, zorlamalar, sözlü baskılar şekillendirir.
Mesela romantik komedilerde neden hep kadınlar tüketicidir ve kendini erkeği için güzelleştirmeye çalışır?
Neden o kadınların tek derdi evliliktir?
Parfüm, otomobil, dondurma reklamlarında neden kadın hep obje olarak kullanılır?
Maçlarda tribünlerdeki şık giyimli güzel kadın taraftarlar, neden hep malzeme edilir?
İnsanoğlu cinsiyetleri ayıran ayraç da ondan...
Mesela bu resme bakınca ne görüyorsunuz?
Yeni Gelin, 12. Bölüm...
Ağa'nın, ikinci karısı Ayşe’yi koşması için teşvik(!) ettiği sahne.
Bu sahnenin hemen peşinden, diğer iki karısı oraya gelir.
Diyaloglara dikkat edin;
Asiye, “Hayırdır ağam ne oluyor?”
Möteber, “Sen niye koşturuyon bu güddüğü ağam?”
Ağa, “E bundan sonra böyle, ramazan boyunca spor yapacaksınız, bayramda da fit olacaksınız.”
Asiye üzerine alınmadığından, “Size diyor her hal Möteber ablacım, sonuçta ben zaten fıstık gibi karıyımdır değil mi ağam?”
Ağa, “Asiyem sen arada bir kendine bakıyor musun?”
Asiye, “Oy bakmaz mıyım? Günde en aç üç kere. Ne oldu ki?”
Ağa, “O zaman daha dikkatli bak Asiye’m. Bak sen eskiden böyle değildin. Bu eve gelin geldiğinde hiç böyle değildin. Kendini bıraktın. Biraz saldın. Yani biraz toparlan.”
Elindeki dal parçasıyla bel bölgesini işaret eder.
Ağa, “Bak mesela şu bölgede bir genişleme hissediyorum.”
Sonra bu üç kumanın kankalığını ne yapacağız?
Aynı adamla evliler, her gece biri adamın koynuna giriyor ama mutlular.
He heyt, kumalık ne güzel şey…
Asıl acı olan ise bunların rating malzemesi yapılması.
Bu dayatmalar, alttan alta verilen cinsiyetçi yaklaşımlar varken toplumun iç yapısından bu bakış açısını uzaklaştırmak mümkün mü?
Pek mümkün gibi görünmüyor.
Bu kısır döngüye gerçekten nasıl son verilir bilinmez,
Ancak bu seksist yaklaşımla diziler yaparak, reklamlar çekerek olmayacağı kesin.
Önce kadın kendini metalaştırmayacak.
Müsaade etmeyecek…
Mesela Yeni Gelin'in kadın oyuncuları, böyle bir dizinin senaryosunu okuyup nasıl olur da kabul ederler?
Dizinin senaristi Ersoy Güler’e hiç mi sormadılar, sizin oralardan bu mevzular komik mi görünüyor diye?
Sonuç mu?
Galiba hep aynı yere varıyoruz...
Cinsiyet ayrımcılığında en çok, yine kadınların rolü var.
Hadi o suçu da biz üstlenelim.
Ve bir sonraki küçük gelin haberinde, kadın cinayetinde ya da tecavüzünde buluşmak,
Sosyal medya mecralarında üzüldüm , vah vah diye paylaşmak üzere,
Yine ve yine bir kez daha sessizce dağılalım…
Yazık, çok yazık…
Senaryo doktorluğu görevi nedeniyle, o dönem başka yazarlardan gelen hikâyeleri okur, değerlendirir ve çok sayıda yazarla görüşür.
Senarist Dürsaliye Şahan’da onlardan biridir.
Zira Güvercin adlı hikâyesini 2005 yılında okuması için Erkan Çıplak ile paylaşır.
Bir süre sonra hikayenin TV projesi olmaya uygun bulunmadığı söylenir.
Yıl olur 2013
Samanyolu TV'de Küçük Gelin dizisi çekilmeye başlar.
Dürsaliye Şahan diziyi izlerken, kendi hikâyesi ile Küçük Gelin'in hikayesi arasında çokça benzerlik olduğunu fark eder.
Dizinin senaristine bakar.
2005 yılında Güvercin isimli hikayesini gönderdiği senarist Erkan Çıplak olduğunu görür.
Ve mahkemeye başvurur.
Senarist Erkan Çıplak karşı dilekçesinde, dizide konu edilen küçük gelin hikayesinin anonim olduğunu savunur.
Ancak bilirkişi raporları öyle söylemez.
Ve üç yıl sonra mahkeme sonuçlanır.
Senarist Erkan Çıplak ile yapımcı şirket maddi manevi tazminata mahkûm edilir.
Hani hep aynı hikayeleri temcit pilavı gibi pişirip pişirip önümüze çıkarıyorlar diyoruz ya,
Neden sıfır kilometre işler seyredemiyoruz diye yakınıyoruz ya,
İşte cevabı…
Tabi ki herkes çalmıyor,
Ama çalmayanların büyük bir kısmı da esinleniyor. :)
Kah Kore dizilerinden, kah Hollywood filmlerinden, kah zamanında henüz tanınmayan yeni yazarlardan "okur musunuz" diye gönderilen projelerden.
Fikri al, sağını solunu çekiştir, hop olsun sana yeni proje.
Fikrin sahibi de evde kös kös otursun, gönderdiği proje ile ilgili beklesin.
Gün saysın…
Kimsenin de aklına gelmez; bak güzel bir fikir bulmuş, çağıralım, çalıştıralım, hayal dünyasından biz de faydalanalım, o da faydalansın.
Onun yerine üzerine basalım, çalalım, başkasının emeğinden kendimize kariyer edinelim, cebimizi dolduralım...
Misss...
Ha bu işin başka bir boyutu da var ki, bazı yapım şirketi yarın öbür gün “benim projemi çaldılar” diye dava açılmasından korktukları için artık dışarıdan proje kabul etmiyorlar.
Sadece belli senaristlerle çalışıyorlar.
Bu ne demek oluyor?
Sadece belli senaristlerin elinden çıkma aynı şeyleri izleyip izleyip duruyoruz demek oluyor.
İşinin temeli senaryo olan bir sektörün; yeni fikirlere ve yeni insanlara bu kadar kapalı olduğu başka bir ülke yoktur.
Bu kadar kapalı olan bir alanda da, yazma hevesinde olan herkes yapımcılara ulaşamayınca, ya bir senariste, ya da bir yönetmene ulaşmaya çalışıyor.
Sonrası mı?
Dürsaliye Şahan’ın yaşadıkları işte…
O yüzden üç beş yönetmen, üç beş senarist, üç beş oyuncu, üç beş yapımcı ile yapılan kopyala yapıştır işler çıkıyor ortaya.
Bizlere de pembe diziler izlemek düşüyor… :)
Televizyon, sinema, yaşam ve sokaktaki hayat üzerine diğer yazılarımı okumak istiyorsanız, http://www.bibaksana.com.tr adresli bloguma uğramayı unutmayın. :)