Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ocak '13

 
Kategori
Mizah
 

İki masum fıkra!

İki masum fıkra!
 

sevgi-kelebegi.jpg buyutec.net


"Neden artık fıkra anlatmıyorsun?"

"Benim fıkralarımın çoğu erotik de ondan. Burada anlatamam."
 
"Sana fıkra anlatman için istekler geldiğini söylüyordun."
 
"Evet, ama burada bayanlar  var, ayıp olur."
 
"Sen de sansürleyip anlat o zaman."
 
"Tamam da sansürleyince  o zaman da pek etki bırakmıyor"
 
"Olsun anlayan anlar, üstelik bayanlar bu tip fıkralara daha çok gülüyorlar."
 
"Öyle mi dersin? Ayıp olmaz mı?"
 
"Ne ayıp olacak? Kimbilir onlar da ne fıkralar biliyorlardır?"
 
"İyi o zaman, iki tane lokanta fıkrası anlatayım o zaman."
 
"Nasıl yani? Lokantanın da erotiği mi olurmuş?"
 
"Anlatınca görürsün. Aslında birinci fıkrayı duymuş olabilirler ama ikinciyi duyduklarını hiç sanmıyorum."
 
"İyi, anlat bakalım."
 
"Bak benden günah gitti. Anlatıyorum."
 
"Tamam. Ne kadar da çok nazlandın. Anlat işte"
 
*****************************
 
İki çocuklu bir aile lokantaya akşam yemeğine gider. Çocuklardan ufak olanı, elindeki çorba kaşığını yere düşürünce, çocuğun babası  yanındaki garsondan bir kaşık getirmesini ister. Garson anında  ceketinin sol üst cebinden bir kaşık çıkararak, çocuğa verir. Adam "Bu ne hız?" diyerek garsona teşekkür eder. Garson da açıklama yapmak gereğini hissederek şöyle der:
 
"Efendim bizim lokantanın sahipleri yaptığımız işlerle ilgili olarak bir danışmanlık şirketiyle çalışmaktadırlar. Aylar süren istatistik analizlerinden sonra müşterilerin kaşıklarını, çatal ve bıçaklara oranla % 74 daha sık düşürdüğüne karar verildi. Bu durumda, masa başına saatte düşen kaşık adedinin üç olduğunu gördüler. Garsonlarımızın bu duruma karşı hazırlıklı olmalarıyla, mutfağa gidip gelmelerden yapacağımız tasarruf, vardiya başına saatte bir buçuk adam ediyor. Bu yüzden hepimiz birer kaşık taşıyoruz. Müşteriye yeni kaşık verdikten sonra mutfağa ilk gidişimizde düşen kaşıkların yerine  cebimize yeni bir kaşık koyuyoruz."
 
Adam bu konuşma karşısında oldukça etkilenir. Ancak o sırada garsonun fermuarından aşağıya doğru sarkan bir ip adamın dikkatini çeker.
 
"Özür dilerim, bilmem farkında mısınız? Şuradan bir ip sarkıyor."
 
"Evet efendim, bütün garsonlarımızın orasından bir ip sarkar."
 
"Peki bu ip ne işe yarıyor? Söyler misiniz?"
 
"Tabii ki!" diye yanıtlar garson, sesini alçaltarak.
 
"Herkes sizin gibi iyi bir gözlemci değil. Bu bahsettiğim danışmanlık firması tuvaletlerde de zaman kazanabileceğimizi keşfetti."
 
"Nasıl yani?"
 
"Bakın, ipin ucunu şeyimize bağladığımız zaman pisuar önünde elimizi değdirmeden dışarı çekebiliyoruz, böylece elimizi yıkamaya gerek kalmadığı için tuvalette harcadığımız süreyi % 76 oranında azaltmış oluyoruz."
 
"Tamam, mantıklı...Ama bu ip dışarı çıkmasına yardımcı oluyor da, geriye nasıl sokuyorsunuz?"
 
"Şey, efendim...Başkalarını bilmiyorum ama ben kaşığı kullanıyorum."
 
***********************************
 
"Aslında bu fıkraya erotik değil, belki belaltı denilebilir. Millet blog kategorisinde neredeyse şaapacak. Onun için sen diğerini de anlat."
 
"Tamam, anlatayım o zaman."
 
***********************************
 
Bir Türk girişimci Berlin'de bir lokanta açmaya karar verir. Lokanta Berlin'in en işlek caddelerinden biri olan Kudamm'dadır. Kirası da oldukça yüksek olan ve geniş bir alan üzerine kurulu bu lokanta'nın her köşesi sanki ayrı bir lokanta gibidir. Çin yemekleri, Japon tatları, Hint yemeklerinden tutun da aklınıza gelebilecek her bölgenin yemeklerini burada bulma şansına sahip olabilecektiniz. Tabii ki Türk yemekleri, döner, şiş kebap, kuru fasulye, pilav her zaman bu lokantada bulunacaktı. Sadece dekorasyon için harcanan paranın büyüklüğünü bilseniz, şaşırırdınız. 
 
Günler önceden yazılı ve görsel basında yapılan reklamlar, herkeste bir merak uyandırmıştı. Üstelik reklamlarda söylenilen fiyatlar da öyle çok uçuk değildi. Lokanta daha açılmadan herkesin dikkatini çekmeye başlamıştı.
 
Nihayet açılış günü geldi. Lokanta o kadar kalabalıktı ki, insanlar dışarda sıra bekler hale gelmişlerdi. Bütün basın da orada, müşterilerle söyleşi yapıyorlar, lokantanın her yerinden görüntüler alıyorlardı.
 
Birden lokantanın bir  köşesinden bir müşterinin bağırışı duyulur. Adam yarı Türkçe yarı Almanca bir şeyler söyler.
 
"Bu ne rezalet kardeşim! Yediğim pilavın içinden kıl çıktı. Hiç bu lokantaya yakışıyor mu? Bize kıl mı yedireceksiniz kardeşim?"
 
Hemen garsonlar adamın başına üşüşürler.
 
"Aman efendim, bir tane kıl için bu kadar tepki vermeye değer mi? Bir yanlışlık olmuştur muhakkak. Hemen değiştirelim. Yerine ne isterseniz getirelim. Üstelik sizden hesap da almayız"
 
"Bir kıl ufaktır ama mide bulandırır, Dünya kadar reklam yapıp, lokanta açıyorsunuz. Ondan sonra müşteriye kıl yedirmeye kalkıyorsunuz. Burası derhal kapanmalı."
 
O arada adamın bağırış seslerini duyan basın da adamın başına üşüşür, görüntüler alınır, adamın, bağırış çağırışı arasında, diğer müşteriler de tedirgin olup, lokantayı terk etmeye başlarlar. ve o dünya kadar masraf yapılan lokanta açıldığı gün kapanmak zorunda kalır.
 
Lokantanın sahibi iflas etmiştir. Bütün hazırlıklar, yapılan masraflar, reklamlar hepsi boşa gitmiştir. Ertesi günü basında bu lokantanın hijyenik olmadığı  yazılır ve Türk girişimci de ilk uçakla Türkiye'ye İzmir'e döner.
 
Aradan 3-4  ay geçer. Parasızlıktan adamın karısı da onu  terketmiştir. Birgün bir arkadaşı kendisini ziyarete gelir. Adamın sakallarının uzamış, perişan halini görünce bir an önce kendisini toparlamasını söyler. 
 
"Bak, şimdi sen bir traş ol, bir banyo yap, senin moralini yükseltecek bir şeyler yapalım. Üstelik karın da gideli çok olmuş, ben seni bir masaj salonuna götüreyim. Bütün masraflar da benden."
 
Adam önce nazlanır, sonra arkadaşının teklifini kabul eder. Traşını olur, banyosunu yapar ve giyindikten sonra dışarı çıkarlar.
 
"Bu masaj salonu nasıl bir yer?"
 
"Masaj salonu güzel bir yer. Binası üç katlı ama orada  masaj yapılmıyor"
 
"Ya ne yapılıyor?"
 
"Anla işte, oradan bir kız seçiyorsun, yukarı çıkıyorsun, sana özel masaj ve  özel muamele yapıyor."
 
"Haaa anladım, modern genel ev yani."
 
"Öyle söyleme, kimse duymasın, adı masaj salonu, ama o işler yapılıyor orada."
 
"Peki bu masaj salonunun adı neymiş"
 
"Sevgi kelebeği"
 
"İlginç, sanki ben bu adı biryerden duymuştum"
 
"Neyse adını boşver. Geldik işte."
 
"Hani bu masaj salonunun ismi Sevgi Kelebeği idi. Bak isim değiştirmiş."
 
"Evet, ben de yeni farkettim. Bak adı Hercai Recai olmuş"
 
"Herhalde dikkati çekmesin diye isim değiştirmiş olmalılar."
 
İki arkadaş Hercai Recai masaj salonuna girerler.
 
Adam oradan uzun bacaklı, fıstık gibi genç bir hatun seçer. Hatun kendisinin yukarıya çıkmasını, kendisinin de biraz sonra geleceğini söyler. Hatunun odası üçüncü kattadır ve binada asansör olmadığından merdivenlerden yavaş yavaş yukarıya çıkmaya başlar.
 
İkinci kata geldiğinde, bir kapının aralık olduğunu görür. Gayriihtiyari gözü kapının aralığına takılır. Orada gördükleri bir çift kadın bacağıyla bir adamın başıdır. Ayağı oradaki bir nesneye takıldığında içerdeki adam başını kadının bacaklarının arasından kaldırıp, kendisine doğru bakar. İçerdeki adam kendi lokantasını bir kıl yüzünden kapattıran adamdır. 
 
"Bizim talihsiz girişimci içerdeki adamın yüzünü görünce sinirinden kıpkırmızı olur ve adamın yanına giderek; 
 
"Ulan bir kıl yüzünden benim dünya kadar masraf yaptığım lokantamı kapattırdın. Şimdi bu yaptığın nedir? diye sorar.
 
İçerdeki adam gayet pişkin bir şekilde şunları söyler.
 
"Ben hiç anlamam arkadaşım. Eğer burada da bir tane pirinç tanesi görsem, hiç kimsenin gözünün yaşına bakmam burayı da kapattırırım."
 
 
 
 
 
Toplam blog
: 974
: 3444
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

2017 Basın özgürlük endeksine göre 180 ülkeden 155. sırada olan ülkemizde yemek tarifleri  ve tel..