Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '06

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

İlk ihanetin masalı

İlk ihanetin masalı
 

İçimdeki kuş... Yıllarca tek başıma beslediğim, yaşatmaya çalıştığım kuş: Oraya nasıl girdiğini anlayamadım. Farkettiğimde, o sağlamca yerleşmişti göğsümde seçtiği yere. Yuvasını da yapmış, kolay kolay göçetmemek üzere kök salmıştı adeta bu sırça sarayına... ''Beni sen hapsettin buraya'' diyordu, ''ben istemedim ki''. ''Sadece biraz yemleyip, sevip okşayıp sonra da salıvermen gerekiyordu oysa. Ama sen beni kafese hapsettin!''.

''Hayır, hatırlamıyorum'' diyorum. ''Böyle olmaz ki,ben hiç bir canlıya eziyet etmem.Sen kendin girdin oraya.Hem de bana hissettirmeden.Bunu öyle ustalıkla yaptın ki,o yüzden bilmiyorum,hatırlamıyorum; nasıl ve ne zaman olduğunu. Suçlu değilim ben,gönüllü bir işbirliği yapmıştık seninle o zamanlar. O yüzden suçlu değilim,seni zorlamadım ki''.

Hem çok güçlüydün orada. Benden çok daha güçlü. İstediğin anda çıkıp dolaşıyordun özgürce. Sevgiyle ve güvenle salıyordum seni. Tutsak değilsin burada,senin evin burası diyerek. İstediğin zaman dönebilir ve yeniden çıkıp uçabilirsin özgürce benim bilemediğim o masmavi, özgür göklerde...

Ama her dönüşünde biraz daha hırçın, biraz daha saldırgan; hissettirerek ve kanatarak girmeye başladın o yuvaya. Çıkışların ise kafesini parçalarcasına oluyordu, benim göğüs kafesimi. Sen yorgun, ben acılar içinde. İnce ince sızlıyordu, damla damla kanıyordu o zamanlar çıkmak için açtığın yollar bedenimde. Beynimde ve ruhumda küçük küçük çentikler atılıyordu. Ama öyle benimsemiştim ki seni. Öyle ben olmuştun ki bende bu gidiş gelişlerle. Kıyamıyordum sana. Varsın kanatsın, çentikler atsın diyordum; dönüyor ya sonunda bana. Avucuma alıp sıkamıyordum seni, yokedemiyordum bu acıtan gel-gitleri.

Hele o en hırçın gidişin yokmu. Arkadaşların da gelmişti sana yardıma. O özgür göklerin sırdaşları. Sen içerden, onlar dışardan. Gagalar, pençeler ve acımasızca vuruşlarla gerçekten parçalanmıştım artık. Kanlar damla değil oluk, acılar sızı değil dayanılmaz işkence idi. Öylece yığılıp kalmıştım oraya tek başıma. Arkanıza bile bakmadan çekip gittiniz birlikte özgür göklere, bilmediğim görmediğim ufuklara...

Ben tek başıma şaşkın, acılar ve kanlar içinde kalakalmıştım öylece. Sırtımda da seni içinde yaşattığım sırça kafesten kalan parçaların ağırlığını hissettim o an. Onu da parçalayıp, ''bunu sen yarattın'' dercesine sırtıma saplamıştınız; her bir parçasını ayrı ayrı. O yüzden bu kadar şiddetliydi demek ağrılarım. O yüzden yere yıkılmıştım ilk kez. Hem göğsüm, hem sırtım kanıyordu. Başım, elim, ayağım, tırnağıma, saçımın teline kadar zonkluyorum ve oluk oluk kanıyorum.

Allahım ne yaptım ben.Ne yapmışım bu kadar bilmeden ve istemeden. Nasıl büyütmüşüm bu nefreti bu kadar. Sevgimi besleyip, büyüttüğümü zannederken..

İşte şimdi intikam zamanıydı bu olanlar. Hatta başlangıcıydı benden alınan intikamın. Artık hesap verecektim, esirime ve eserime. Başım zonkluyordu ve tırnaklarım. Gözümden akanlar yaş değildi, kanıyordu gözlerim bile. Ağlamak da yasaktı artık bana; gözyaşlarıyla ağlamak. Kıvranıyordum; düştüğüm, düşürüldüğüm yerde..

Ne kadar süre geçti, ne kadar uzadı gitti bu kıvranma. Zaman, mekan yokoluvermişti birden. Yavaş yavaş alıştığım acılarım ve sırtımdaki yükle ne kadar zaman geçmişti öylece uzanıverdiğim yerde. Bilmiyorum, inan hiç bilmiyorum. Narkoz almış bir hastanın sürecine girmiştim. Sonra yavaş yavaş... Hafif bir kıpırdanma, aralık gözlerin arasından etrafa bakıp neler olup bittiğini anlamaya çalışma süreciydi bu. Öyleyse iyice uyanıp kendime geldiğimde, yaşadığım acılar şekil değiştirmiş olarak benimle olacaktı. Umarım her şey yoluna girmeye başlamıştır bu sürede diye düşünür insan. Tekrar gözümü açabildiysem bir aşama daha geçirdim, sonuç başarılıdır umarım diyerek dişini sıkar arada yoklayan acılara biraz daha...

 
Toplam blog
: 240
: 1628
Kayıt tarihi
: 18.08.06
 
 

Zamandan şikayet ederken, ne kadar hızlı aktığını fark edemeden geçmiş yıllar. Kırklı yıllar, kır..