Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '09

 
Kategori
Bilim
 

İlmin tarihçesi (1)

İlmin tarihçesi (1)
 

İlim, insanlık tarihi ile birlikte başlamıştır. Akıl ve idrak sahibi olan insan, kendisinin ilgi sahasına giren her hususta bilgi sahibi olmak istemiş ve buna ihtiyaç da duymuştur. Bu bilgiyi, ya kendi tecrübesiyle veya güvenilir bir kaynaktan öğrenmekle elde etmiştir.

Yeryüzünde yaratılan ilk insan ve ilk peygamber Hazret-i Ademdir. Bütün insanların babasıdır. Cebrail adındaki melek, kendisine oniki defa geldi ve Allahü teala'dan kitap getirdi. Hazret-i Adem'e oruç, namaz, gusül abdesti gibi din bilgileri yanında; fizik, kimya, tıp, eczacılık, matematik bilgileri ile çeşitli diller öğretildi. Çocukları çeşit çeşit dillerle konuştu. Zamanında süryani, ibrani ve arap dilleri ile kitaplar yazıldı. Yaratılan herşeyin isimleri ve faydaları kendisine bildirildi. İhtiyaç duydukları zaman kullandılar. Daha sonra gelen peygamberler, insanların ihtiyaçlarını giderecek bilgileri onlara öğrettiler. Mesela, çift sürüp ekin ekmeyi Hazreti Adem'den, elbise dikmeyi Hazreti İdris'ten, gemi yapmayı hazreti Nuh'tan öğrendiler. Bütün bunlar Kuran-ı Kerim'de bildirilmekte ve ilk insanların ilimsiz ve medeniyetten uzak kalmadıkları görülmektedir. Bugünkü tarihî araştırmalar, eski insanların bir çok medeniyetler kurduğunu, fakat harplerin, yer ve gök afetlerinin ve uzun bir zamanın geçmesi neticesinde yıkılıp yok olduklarını haber vermektedir.

Eski Mısırda ilim ve tekniğin mazisinin M.Ö. 5000 yıllarına kadar çıktığı tarihi araştırmalardan anlaşılmaktadır. Mısırlılar kendilerine mahsus bazı rakamlarla hesap işlemleri yapıyor, bazı bayağı kesirlerden faydalanıp üçgen ve dörtgenlerin yüzölçümlerini, piramitlerin hacimlerini hesaplayabiliyorlardı. Böylece geometri ilimlerinden istifade ile Nil taşkınlarından sonra bozulan arazi taksimatını yeniden düzenliyor ve "tanrı" yerine koydukları firavunlar için meşhur ehramları inşa edebiliyorlardı. Onların ayrıca, hiyeroglif yazısı için kullandıkları papirus, mumya yapımı, süs, güzellik ve sağlık için hayli ileri bir tıp, kimya ve eczacılık bilgisine sahip oldukları anlaşılmaktadır.

Eski Mısırlılar gök olayları hakkında geniş malumata sahiptiler. Yıldızlar konusunda çok geri olmalarına rağmen, Ayın periyodik olarak geçirdiği safhaları göstermişler ve güneşin hareketlerini dikkatle inceleyerek bir yıl içindeki yükselme ve alçalmalarını tesbit etmişlerdir. Ayrıca dört yön üzerinde kesin bilgi sahibiydiler. 365 günlük ve 12 aya bölünmüş bir güneş takvimini kullanmışlardır. Bu takvim M.Ö. 4200 yıllarına kadar uzanmaktadır.

Mezopotamya'da ise, eski Mısır medeniyetiyle çağdaş olan hayli ileri bir medeniyet yaşanmıştır. Sümer, Babil kavimleri bilhassa matematik ve astronomide Mısırlıları geçerek matematikte 60'a kadar ondalık sistemi, yukarısı içinse 60 tabanlı sistemi kurmuş ve kullanmışlardır. Ayrıca, çarpma, bölme, kare, karekök, ve küpkök cetvelleri hazırlamışlardır. daireyi 360 dereceye bölerek gök mekaniği hesaplarından faydalanmışlar, bir günü 24 eşit zaman birimine , bunu da 60 eşit parçaya ayırmışlardır. M.Ö. 4700 yıllarına kadar çıkan bir takvim kullanmışlardır. Sümer-Babil kavimleri takvimi olarak bilinen bir yıl 29-30 günlük 12 kameri aya ve 354 güne bölünmüştür. Ayrıca güneş yılının bundan uzun olduğunu gördüklerinden her üç yılda bir kameri takvime bir ay ilave etmişlerdir.

Bütün bunlar ve bazı tıp-eczacılık bilgileri ile cebire benzeyen temel bilgiler, Mezopotamya kavimlerinin bıraktığı çivi yazılı killi topraktan mamul kabartmalardan anlaşılmaktadır.

Eski İyonya ve Yunan'da ilmi çalışmaların temelini Mısır ve Mezopotamya kavimlerinden istifade ederek kuran Thales, bazı astronomi bilgileri ve matematikte üçgenlerin alanlrını hesaplama işlemini ifade eden teoremi ortaya koymuştur. mısır ve Babil kaynaklarından geniş şekilde faydalanan bir başka bilgin Pisagor, hipotenüs karesi ile ilgili problemleri açıklamış, sayılar üzerinde çalışmıştır.İyon ve Yunan bilginleri, "tanrı, kainatın yaratılışı, hayat" gibi konularda aynı yolu tutup, herşeyi akılla çözmeye kalkmışlar ve böylece eski Yunan Felsefesi ortaya çıkmıştır. Ayrıca coğrafya dalında Miletoslu Hekataitos, tıp ve anatomi dalında da Galen (Calinos)'in fikirleri Orta Çağda Avrupa'da muteber tutulmuştur.

Atina'da ilim hayatı deyince akla felsefe ve Aristo, Eflatun, Sokrat gibi filozoflar gelir. Bilhassa Yunan ve Roma'da pek çok filozof, beğendikleri düşünceleri hakikat olarak anlatıyor, yaldızlı ve heycan verici sözlerle insanları kandırıyordu. Felsefe, neticede sırf akla dayandığı için eski Yunan Felsefesi başlıbaşına bir ilim değildi.

Ortaçağda Avrupa, ilim ve medeniyet bakımından tamamen karanlık bir devir yaşamıştır. Bu zamanda insanların, her sahadaki ilim ile uğraşabilmesi , Hıristiyan Papazların tekelindeydi. Onlar bu hususta kimseye izin vermiyorlardı.

Avrupa'da ancak miladi 1500 yıllarından sonra ilmi çalışmalara başlanmıştır. Çünkü onlar bu sıralarda harpler ve çeşitli sebeplerle Müslümanlarla sık sık temasta bulunmuşlar, onları yakından görerek ahlakına, ilim ve medeniyetlerine hayran kalmışlardır. Sulh zamanlarında İslam ülkelerini ziyaret ederek gördüklerini kendi memleketlerindeki insanlara anlatmışlardır. Temizliği, hastalıkların tedavisini bilmeyen Avrupalılar, Müslümanların kurdukları hastahanelerde tedavi olmaya gelmişlerdir.

Nitekim, Fransız İmparatoru Napolyon, 1798'de Mısır'daki Akka kalesini kuşattığı zaman, askerleri arasında başgösteren çiçek hastalığından kurtulmak için , savaş halinda olduğu Müslüman Türklerden yardım istemiştir.Merhamet isteyen düşmanının bile yardımına koşan Müsliman Türk hekimleri, fransız askerlerini bu felaketten kurtarmışlardır. Tarih kitapları bunun gibi pek çok olayı yazmaktadır. Aynı çağda Müslümanlar her türlü ilimde, fen ve sanatta en yüksek medeniyet eserleri meydana getirmişlerdir.

Aslında Avrupa'ya ilmi, medeniyeti ilk getirenler müslümanlardır.

Emevilerin İslam dinini, İspanya'dan Avrupa'ya sokması ve Fas, Kurtuba ve Gırnata üniversitelerini kurmasıyla birlikte, batıya ilim ve fen ışıkları girmeye başladı. Hıristiyanlık alemi uyanıp, bugünkü ilim ve teknikteki ilerlemenin temelini attı. Dünya yüzündeki ilk üniversitenin, Fas'ın Fez şehrinde bulunan Kayrevan Üniversitesi olduğu bütün ansiklopedilerde yazılıdır. Bu üniversite 859 (H.244) yılında kurulmuştur.

Endülüs Sultanı Üçüncü Abdurrahman'ın (M.829-903) kendisi ve devlet adamları alimlere ve ilme çok kıymet verirlerdi. Bunun için Endülüs'te ilim ve fen çok ilerledi. Saray ve devlet daireleri birer ilim yuvası oldu. Her memleketten ilim öğrenmek isteyenler akın akın Kurtuba'ya geldiler. Kurtuba'da büyük ve mükemmel bir tıp fakültesi kuruldu. Avrupa'da ilk yapılan tıp fakültesi budur. Avrupa kralları ve devlet adamları tedavi için Kurtuba'ya gelir, gördükleri medeniyete, güzel ahlaka, misafirperverliğe hayran kalırlardı. Üçüncü Abdurrahman ayrıca 600 000 kitap bulunan bir kütüphane de yaptırdı. Kurtuba'da çok sayıda derin alimler yetişti. Ayrıca Osmanlı Türkleri, İslam dinini doğudan, Avrupa'nın ortalarına kadar yaydılar, ilimde ve teknikte, bütün dünyaya ışık tutan muazzam medeniyet eserleri meydana getirdiler.

Avrupalılar, müslümanlarla olan bu temasları sonucunda, dinlerinin yanlışlıklarla ve hurafelerle dolu olduğunu, ilimde ve teknikte çok geride olduklarını anladılar. Papazların halk üzerindeki nüfuzunu azaltmak ve dinlerini hurafelerden kurtarmak için reform (dini değişiklik) hareketlerine giriştiler. Bu hususta 1555'te Martin Luther'in ve Calven'in öncülük yaptığı pek meşhurdur. Bunun yanında fen bilgilerinin çoğunu ve hepsinin temelini İslam kitaplarından öğrenen Avrupalı'lar, ilimde ve sanatta Rönesans hareketi adı altında bir takım yeniliklere başladılar.

Halbuki bütün ortaçağ boyunca İslam alemi ilmin, sanatın, fen ve tekniğin merkezi olmuştu. Matematik, fizik, kimya, tıp astronomi ilimleri ve bunların dalları üzerinde pek çok eserler yazılmış ve o günün eğitim müesseseleri, üniversiteleri olan medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu ilimleri Avrupalılar, İslam memleketlerinde okuyup tahsil ettikten sonra öğrenmişlerdir. Bu çağda Müslümanların ilme hizmetleri sayılamayacak kadar çoktur. Avrupa'daki Rönesans hareketinin başlaması, Müslümanlardan öğrendikleri ilimler sayesinde olmuştur. 19. asra kadar Osmanlı medreselerinde fen dersleri okutuluyordu. Aydın din ve fen adamı yetişiyordu. Tanzimatçıların fen derslerini medreselerden kaldırmasıyla bu sahadaki çalışmalar tamamen durdu ve batı, doğuyu süratle geçti.

18. asrın ikinci yarısından itibaren buharlı gemilerin bulunması, yeni harp vasıtalarının yapılması ve bunları takip eden diğer teknik buluşların ortaya çıkması ile ilimde, teknikte pek süratli ve muazzam buluşlar yapıldı. Fizikte ve kimyada, tıpta ve astronomide akılları durduracak bu keşifler, yepyeni ufukların açılmasını sağladı. Atomun parçalanıp büyük nükleer güçlerin meydana gelmesi ve uzay çalışmaları ile yeni bir çağ başladı.

İslamiyetin doğuşundan itibaren, 18. asra gelinceye kadar çeşitli islam memleketlerinde yetişen alimlerin geceli gündüzlü yaptıkları çalışmalar, dünyayı her bakımdan aydınlatmıştır. Bu çalışmalar sonucunda, yeni yeni ilmi keşifler ve teknik buluşlar ortaya çıkarılarak insanlığın hizmetine sunulmuştur.

İslamiyet, fen ilimleriyle uğraşılmasını Müslümanlardan istemektedir. Fen; "mahlukları, hadiseleri görmek, inceleyip anlamak ve deneyip benzerini yapmak" demektir. Bunları kuran-ı Kerim emretmektedir. Fen bilgilerini ve sanat öğrenmek, en modern harp silahlarını yapmaya uğraşmak, devletin ve müslümanların vazifesidir. Müslüman olmayanlardan daha çok çalışmamız gerektiğini dinimiz emretmektedir. O halde İslamiyet, fenni, tecrübeyi, müsbet çalışmayı emreden dinamik bir dindir.

İslamiyetin hükümlerini iyice kavramış ve bugünkü medeniyetin temelini teşkil eden fen kollarının tarihçesini incelemiş bir fen adamı, tarih boyunca hiçbir zamanda, hiçbir teknik başarının, hiçbir fenni hakikatin, İslamiyet'e karşı durmadığını ve daima ona uygun bulunduğunu pek açık olarak görür.... Nasıl uygun olmasın! Zaten tabiatı incelemek ve madde ile kuvvet üzerinde çalışmak İslamiyetin emrettiği birşeydir.

Allahü teala Kuran-ı Kerim'in bir çok yerinde mealen:

"Sizden evvel gelip geçenlerin hayatlarını, gittikleri yolları ve başlarına gelenleri, gözden geçirip ders alınız. Yerleri, gökleri, canlıları, cansızları ve kendinizi inceleyiniz. Gördüklerinizin içini, özünü araştırınız. Bütün bunlarda yerleştirmiş olduğum kuvvetimi, kudretimi, büyüklüğümü ve hakimiyetimi bulunuz, görünüz, anlayınız" buyuruyor.

Büyük İslam alimi Seyyid Şerif Cürcani diyor ki: "Aklı olan, iyi düşünen bir kimse için, Astronomi ilmi Allahü teala'nın varlığını anlamaya çok yardım eder."

İmam-ı Gazali'nin: "Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü teala'nın varlığını ve kudretini anlayamaz" sözü meşhur olmuştur.

(Devam edecek)

 
Toplam blog
: 27
: 2474
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu mezunuyum , şu an ev hanımıyım. Doğru itikat bilgilerini islam..