Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Şubat '13

 
Kategori
İnançlar
 

İnanç nereye koşuyor?

İnanç nereye koşuyor?
 

Esasen, tasavvuf felsefesi ile klasik İslâm düşüncesi arasındaki yol ayrımı burada başlar. Tasavvuf ise Kur’an ile aynı düşünceleri paylaşır. Mutlak Varlık’ın insanların özünde olduğunu belirler.


“ Va’bud Rabbeke hatta ye'tiyekel yekıyn.”  15 Hicr-99
(Sana yakîn gelene (benliğinin yokluğunu fark edene kadar -ölüm hakikatin fark edilmesi hâlidir- Vâhid’ül Kahhâr’ın yaşanmasına) kadar, Rabbine ibadet et (yakîn sonrasında ise bunun doğal sonucu Rabbinin kulluğu devam eder zaten)!
hükmü, yaşamın sonlu olacağı, insanın ahiret mertebesine yükseleceği düşüncesiyle, İslâm âlimlerince kulluğun, yani ibadetin bu ana kadar devam etmesi gerektiğini öngörüyor.
Ancak, orijinali itibariyle, “yakıyn” sözcüğü “kendini tanıma”, “hakikâtini bilme” anlamına geldiğinden, asıl mana klasik görüşün ortaya koyduğu şekilde değil. 
Yani  ayet-i kerimeden çıkan anlam, kişinin kıyametinin kopuşu ile ilgili. Durum böyle olunca, bu idrake ulaşan bir bireyde ibadet anlayışına dayalı kulluk hükmü düşer.
Akla şöyle bir soru gelebilir:
Bundan sonra ibadet olmaz mı ?
Hemen yanıt verelim.
İbadet, tanrıya olan bir eylem, yakarış, niyaz ve dilemedir. Ancak din, tanrıyı reddeder. Çünkü Tanrı yoktur. Tapınma olmadığına göre bu tür çalışmalar ancak bir sistem için yapılmaktadır. Var/yok arasındaki çelişki, Kelime-i Tevhid’in tam olarak anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır. İlah olarak kastedilen, Allah’tır.
Kesin olarak şunu söyleyebilirim: “ La ilahe illallah ” cümlesinin içeriğinde, tanrının olmadığı, sadece Allah’ın var olduğu ve Mutlak Varlık’ın “İlah” kavramıyla anılamayacağı gerekçesi bulunmaktadır.
Her zaman dile getiriyoruz. Ötelerde mevcut, zaman zaman işlerimize karışan, bazen kızan, öfkelendiğinde hışmına uğradığımız bir  “öteki” yoktur. Bu düzeye ulaşan için artık tanrıdan dileme ve kendini acz içinde hissetme devri sona ermiş, birey kendisi ile baş başa kalmıştır.
Esasen, tasavvuf felsefesi ile klasik İslâm düşüncesi arasındaki yol ayrımı burada başlar.
Tasavvuf ise Kur’an ile aynı düşünceleri paylaşır. Mutlak Varlık’ın  insanların  özünde olduğunu belirler. “ Ve fiy enfüsiküm* efela tubsırun.”   51 Zariyat-21
( Nefslerinizde (Benliğinizin hakikati)! Hâlâ (fark etmiyor) görmüyor musunuz? ) Ayeti ile bu noktaya değinilir.
Düşüncenin belkemiğini oluşturan bu düzeye ulaşamayan, belirsizlikler ve tehlikeler içinde yaşayan bir insan, kendi dışında güvenecek bir tanrısı bulunduğunu kabul edip, başı her sıkıştığında yöneldiği Tanrısının peşinde koşma ihtiyacını hissedecek ve bu hayal, onu özünden kopuk, tamamen bağımlı bir hale getirecektir.
Yapılacak yegâne şey, varlığın özü ile varoluş düzeni anlamına gelen sistem arasında paralellikler kurmaya çalışmaktır. Aksi halde, insanlar garip bir biçimde, sadece ibadet adı altında kendilerini tatmin etmiş olurlar.
Önemli olan bir nokta var o da şudur; Sistemden kopukmuşçasına hareket etmek mümkün olamaz. Zira, sistemde değişmeyen kanunlar mevcuttur. Bunlar bireyin biyolojik ve ruhsal yapısı ile ilintilidir. Böyle olunca insan, sistemin etkinliklerine karşı, gerek dünya yaşamında gerekse ahiret boyutunda korunma prensiplerini uygulamaya koyar. Önemli olan, bireyin bu hassas  noktayı idrak edebilmesi, anlamasıdır. Ancak ‘anlamak’ dediğimiz şey de o kadar kolay veya basit bir iş değildir. Bizler söz konusu bu çizgileri tekrar tekrar düşünmeli ve tanımlayabilmeliyiz. Dikkât edilmesi gereken ayrıntı burada yatmaktadır.
Konuya pek eğilim ihtiyacı görmeyen inancın, bilinçsizce yaptığı  şey ise, tanrısının gönlünü almaya dayanmaktadır. Yapılanların getirisi yok denemez. Ama bu idrak düzeyi onları şirkten alıkoyamaz. Halbuki en büyük günah şirktir. İlginç olan husus, bireyin yaptığı eylemlerle  bir yandan pozitif edinim kazanması, ama yanlış rota çizmesi nedeniyle şirkten de kurtulamamasıdır.
Tekrar belirtelim, kulluk kapsamındaki tüm çalışmalar; bu değişmeyen, acımasız kanunlarla ilgilidir. Afaki bir görüşle “Allah bizi korur” derken, sistemin geçerliliğini yok sayamayız. Bu mümkün değildir.
Evet, bu düzen içindeki çalışmalardan biri, on bir ayın sultanı olarak kabul edilen Ramazan ayında bizlere farz olan oruç oluyor.
Oruç tutma eylemi, bütün zorlukları, nefsi yok etmeye yöneliktir. Burada nefs ile kastedilen, her türlü huy, tabiat, alışkanlıklar, istek ve arzular bütünlüğüdür. Orijinal hali ile “nefs” Mutlak Varlık’tır. Bireysel anlamdaki nefs; oruç, zikir, namaz gibi  uygulamalarla sınırlanır, törpülenir ya da yok edilir. 
Kur’an’ın, Hz. Muhammed (a.s.) vasıtasıyla  bizlere bildirdiği bu koşullara uymak, inancın mutlak bilinç ile yapması gereken işbirliği arasında yer alıyor.

Ahmed F. YÜKSEL

 
Toplam blog
: 636
: 9957
Kayıt tarihi
: 14.12.11
 
 

Araştırmacı Yazar.. ..