Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '16

 
Kategori
Deneme
 

İnsan Büyüdükçe

İnsan Büyüdükçe
 

Masallarımızda ne çok ölümsüz devler, cüceler, cadılar ve hatta şeytanlarla savaşan iyi kalpli kahramanlar, yarı tanrılar, prensler… Keloğlanlar, periler ve melekler aranan cenneti dünyaya taşırlar. Masaldan da olsa, insanın kendini bilmeye hazırlandığı dönemde bu kadar kötülük ve iyiliğin çarpıştırılması bilinci kadere teslimiyetle kendine yabancılaştıran bir durum oluşturuyor. Bir piyanonun sonsuz tuş dizgisi üstünde zıplayan pirenin ilâhi besteyi çaldığını zanneden yanılsılı bilincin gerçeklikten kopuk umuda tutunmasına neden olmaktadır…

 

İnsanoğlunun yeryüzündeki serüveni nedense bir cennetin kaybıyla başladı sanılır. Çocukluk, bu kayıp cennetin gerçekmiş gibi yutturulduğu ve aslında zevkle de yutulduğu bir masal dönemidir. Ancak eninde sonunda büyümeye adım atarız ve ilk insanlar gibi biz de cennetten çıkarılıp yeryüzüne bırakılırız. Ve büyürken de cennetsi yanılgının bilinciyle dünya gerçekliğinin yanılgı yansımasını anlamaya ve kendi dünya cennetimizi biçimlendirmeye başlarız. Ya da kendine yabancılaşmış bilincimize yatıp ‘korkunç meleklerin’ cirit attığı cennet yanılsamasında avuna kalırız...

 

Bu oldukça tuhaf bir serüvendir. Kaderin ve bilincin istemleri ve görüntünün yanılgılarıyla gerçekleşen tuhaf bir “yok oluş” serüvenidir. Mutlak, yani varlıkta hiçbir şey olan bir yok oluştan da söz edilemez; çünkü hiçlikte mutlak yok oluş, aslında bilinebilmiş olan gerçekliğin varoluş yasalarını inkârdır. Bu inkârı reddedecek kadar hiçlikteki varlığımızı fark etmişizdir. Varlıkta kaybolan, fakat asla hiçbir şey olmayan bu tuhaf yok oluşun aslı, var oluşun biçim değiştirmesinden ibarettir. Var olanın özütü değil, biçimi yok olmaktadır sadece. Bu yüzden hiçbir şey olan bir yokluk söz konusu edilemiyor. Hiçlik, varlığın bilinmezlik örtüsüdür; bu nedenle varlık asla yok olmaz, sadece bilinmez olur. Varlık ancak hiçlik içinde bilinir oluncaya kadar yok olmuştur.

 

 Ne var ki bizden önce ve bize benzer var oluşlarla kurulmuş geçmişin bilgisidir geleceğin insanlığını var edecek yokluğumuz. Evrensel hayatın bilincini bizde oluşturmayı amaç edinmiş gibi görünen dünyamız muazzam hacimli evrende henüz tek örnektir. Üç buçuk trilyon galaksi tahmini içinde henüz bize benzer bir canlı izine rastlamış değiliz. Kendimizi yok edip yeniden biçimlendirmek için dünyalı geçmişimizden başka başvuru kaynağımız yoktur; bu yüzden de gerçekleştirebildiğimiz varoluş tasarımlarımızı doğrunun evrensel gerçekliği saymak ahmaklığın kibrindendir. Biz henüz dünyalı gerçekliğimizin biçimlerini sadece eski kendilerimizle kıyaslayarak doğru sandığımız bir hayat yolu yapabiliriz. Eğer korkunç meleklerle aynı yolda yürüme cesaretimiz yoksa, doğrunun en güzelini biçimlendirme umudunu derhal terk etmeliyiz. Korkunç melekleri iyi ve güzel gösteren yanılgı biçimi aslında yok olmaktan korkan insanın değişmeyi reddeden kadersel umutla avunmasından ibarettir.

 

Kendi masalımızın dışındaki dünyanın tarihini yok edip, onu yeniden ve tamamen kendimize özgün kurmak olası olmadığı için, büyümek aynı zamanda eski günahların da bedelini ödemektir. Tarihsel insanlık bilinci sonsuz bir tünel kazısı gibidir; bu yüzden yazıdan ve hatta insandan öncesini ancak varlığın yokluk kalıntılarından sezgisel algılamayla bilebileceğiz; fosil kalıntılarının sırlarını kem küm okumak gibi...

 

Herkes kendi fosillerini açık seçik okunabilir özenle saklamalıdır. Bunun en sağlam yöntemi günlük tutmaktır. Günlük, her günü yazmak değildir; hayatı değerlendiren hatırat galerisidir. Fotoğraflarınızı da yedekleyerek saklayın. Sizi yok eden ve yeniden yapan günleri korkunç meleklerin yanılsatan görüntüsüne bürünmeden, kendi samimi gerçekliğinizin biçimiyle yazın ki insanlar korkunç meleğin yanıltı çevirisine başvurmadan sizin fosil bilincinizin bilgisinden yararlanabilsinler. Bunun için ısrarla diyorum ki, en yüce insan eğitimi çocukluktan başlayan bir günlük tutma alışkanlığını benimsetmektir. İnsanın kendi yalnızlığıyla konuşması kadar bilgelik yapan bir samimiyet keşfedemedim.

 

Büyümek, eskinin değerli yapıldığı, yeni olanın da eskiyen tarafından nadiren onaylandığı ve genelinde lanetlendiği bir dünyadır... Tabi hep öyle olmayacaktır; ben şimdiki dünyamda büyümekten söz ediyorum. İşte böyle bir dünyada adil olanın yalnızca kendi günahlarımızın bedelini ödemek olduğu yanılsamasıyla büyütülürken, insanlık tarihinin günahlarını da ödemekten sorumlu tutulduğumuzu, üstelik bu hesabın hiç de adil kesilmediğini fark ettiğimizde, meleklerin korkunç olduğunu söyleyen şairleri de severiz. Sevmekle de kalmaz onları anlar ve kendimizden yaparız. Artık onları kendimiz kadar sever, onların şiirlerini yas denizlerimizde yüzdürmeye başlarız.

 

Ölüm, o en eski bilginin bizimle birlikte yürüyen son varoluş durağı... İnsan büyüdükçe bu son durağın dikileceği çıkmaz yola yaklaştığını fark eder. Kayıp cennetin huzurlu güvenliği yoktur büyümüş bir dünyada. İşte biz büyürken, bizi dünyadan da atacak olan ölüme doğru ha bire yaklaşırken, bize o çocukluğumuzun ölümsüzlük sanısı eşlik eder; eskileri daha çok özler oluruz. İnsan öleceğini fark edemediği çocukluğunu daha sık ve keskin özlemeye başlar. İnsan, görüntünün masalımsı yanılgısıyla aldatabildiği kendilerini arar; eskiye doğru kaçarız zihnimizde. Ölüm gerçeğine yaklaştıkça geçmişin korkunç melekleri bile bu yüzden özlenir olmaya başlar. Fakat heyhat! “Her canlı bir şekilde ölüm acısını tadacaktır.” Ancak yaşamın acısından bal edip tatmış olanlara ölüm acısı vız gelir tırıs geçer.

 

“Ben varsam ölüm yok; ölüm varsa ben yokum; o halde üzülecek ne var ki?” Epikuros.

 

Aslında ben varken ölüm vardır; acısını hissedebiliyorum. Ben varken ölüm yokmuş gibi davranırsam insan meziyetimle yaşadığımı kim söyleyebilir ki? Ancak, madem ölüm benim yokluğumdur, ölümden sonra dünya cennetinden ayrılmanın üzüntüsünü duyumsayacak bir varlığımın olmayışını bir teselli kabul edebilirim. Tesellinin peşin duyumlu oluşu, ölümün dünyevi yokluk gerçekliğinden gelmektedir; çünkü ölümün eşiğinden ötede hiçbir teselli kollarını açıp sarılacağı bir hüznü bende bulamayacaktır. Teselli ve hüzün sadece bu dünya hissiyatımdandır…

 

İnsan büyüdükçe zamanla eskirken aynı zamanda değişiyor demektir; değişmiyor olsaydı eski hâllerini özlemezdi. Büyüdüğünün farkına varmış olan için bu özlem güzel bir şeydir; çünkü bu farkındalık özlediği anılarını insanlık arşivine hediye yapmak için bir fırsat sunar.

 

Yaşantısını zamana çalarak eskitip yenilemeden, sadece unutkan şimdinin gülümsemesiyle büyüyenler de vardır. Böylesi mutlu insanlar eski bilincin deneyim bunaltısından nasiplenmeden, son masalın bitişiyle uykuya dalar gibi göçerler dünyalarından. Mutlu bir yanılgı olarak dağılıp toprağa karışırlar; yıllar geçse de hiç büyümeyen çocuklardır onlar…

 

Büyümenin sorumluluk bilincine varanlarsa, büyürken eskirler ve eskileşirken yenilenip bir daha büyürler; büyürken her defasında eski günahların bedellerini ödemek üzere korkunç meleklerin kanatlarından damlayan acıları toplayarak insanlığa vicdan yaparlar...

 

Bazan zıplayıp yukarıda bir yerlere konarız; bazan düşüp diplerden birinde çöke kalırız... En dip sandığım yerden zıplayıp bir daha düştüğümde, daha da bir dip olduğunu görür oldum. Fakat her yeni bir dibe vuruşum bana hatırlatır ki, yaşamanın doyumsuz heyecanı da bu dipten çıkış zıplamalarıdır.  Ancak, yaşamın değeri zıplama yüksekliğiyle değil, inilen kuyunun derinliğiyle ölçülür...

 

Bunların hepsi güzel bir laf salatası; aslında hayatın ne dibi ne tavanı var; sadece yaşam denen hareket dalgasının endamı var... Bu endamın tasarımcısı olmak istiyorum; hepsi bundan ibaret...

 

Kaygıların kargaşasına karşı bilincimi düzenleyip yenileşerek korkunç meleklerle çatışmak mı daha mertçe olurdu; yoksa mağrur bir kabulleniş ve sessiz duruşumla korkunç meleklerini yok edecek masalın sonunu beklemek mi?

 

Büyüdü dünyam

Yalan dolması sardı vicdan

Masumiyet sırıtan kelle

Aşkın eli meze çekmiş nefsin keyfine

Korkunç melek dans ediyor sahnede

Yalan dünya düğünde…

 

Mertçe olmayabilir belki, ama sessiz kalmak benim için çok zaman zihinsel ve duygusal bir savunma silahıdır; bazan da bir saldırı silahı olabilmektedir. Kaygılar denizini durultacak bir umut silahı olaydım ilk kendi kafama sıkardım zaten. Tüm bencilliğine rağmen bakın işte bu harbiden mertçe olurdu. Baktım ki kafama sıktığım umut işe yaradı, yelkenlerimi açar, kargaşa denizinde çırpınanlara can simidi olmaya bile giderdim. Bu da kahramanlığımdan değil minnetle sevilme arzumun bencilliğindendir hani…

 

İnsan olarak ölmeyi beceremiyoruz, çünkü hayvan kalmaktan korkmuyoruz; insan olarak ölemiyoruz çünkü insani yanımızın acıtan vicdanından korkuyoruz. Belki de insani yanımız henüz pek küçük kaldığından devasa hayvani yanımızın kargaşasında insanlığımızı unutmaktayız.  Oysa Einstein söylemiş; “İnsan olduğunuzu hatırlayın, geriye kalan her şeyi unutsanız da olur” demiş. Ne var ki insan olduğumu hatırlayınca geleceğin beni hatırlamasını arzuluyorum. İşte tam da bu arzudur bilincimi kayda geçirmemi fısıldayan.

***
 
 Muharrem Soyek
 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..