- Kategori
- Gündelik Yaşam
İnsanlık mı, robotluk mu?
Yıllar önce, babamın işi nedeni ile yurtdışına gittiğimizde, gittiğim ülkenin televizyon kanallarından birinde kısa metrajlı bir film seyretmiştim. O zaman seyretmiş olduğum filmin konusunu çok anlamsız, saçma bulmuştum. Ancak şimdilerde o filmde anlatılmak istenilenin ne olduğunu çok daha iyi ve net olarak anlamaya başlıyorum.
Birkaç satırla da olsa seyrettiğim bu kısa metrajlı filmin konusunu özetlemek istiyorum. Akşam yemeğine misafirliğe giden bir aile gittikleri evde, ev sahipleri ile birlikte hem yemek yiyip hem de televizyon seyrediyorlar, televizyon programları bir süre sonra her iki ailenin de ilgilendikleri tek konu oluyor. Bu arada haberlerde, dizilerde, filmlerde öylesine olumsuz görüntüler seyretmeye başlıyorlar ki sonuçta her iki aile de bu olumsuzluklara dayanamayarak kalp krizi geçiriyor ve ölüyor.
Son zamanlarda televizyon kanallarına ve bu kanallarda gösterilen programlara baktığımızda çoğunlukla iki uç noktaya odaklı yayınlar ile karşılaşıyoruz. Bunlar özellikle sürekli olarak eleştiren, kıyaslıyan, karşılaştırmalar yapan her türlü olumsuzluğu gösteren haberler, insanların sadece kendi fikirlerinin doğruluğunu ispatlamaya çalıştıkları tartışma programları, içinde biraz sevgi bulunmakla birlikte çoğunlukta anlayışsızlığın, saygısızlığın, hoşgörüsüzlüğün şiddetin ağır bastığı, güçlünün güçsüzü ezdiği sürekli olarak güçlüden yana olan diziler, şiddet yoğunluğu bol olan filmler, sadece kazanmak için birbirleri ile ölesiye yarışan ve bunun içinde kavga dahil herşeyi geçerli gösteren yarışma programları, kendilerini gündemde tutabilmek için her türlü dedikoduyu, iftirayı, yanlı anlaşılmayı göze alan bir grup insanın yaptıklarını, aşırılıklarını gösteren dedikodu programları veya daha yeni isimleri ile paparazzi programları, kendilerinden başka kimseyi görmeyen olağanüstü şatafat içinde yaşayan bir grup insanın yer aldığı diğer programlar.
Kısacası herşeyi en uç noktada gösteren ve aralarındaki mesafeyi her geçen gün arttıran televizyon programları, haberler, diziler, reklamlar hatta ve hatta spor programları.
Bütün bunların yanısıra olumlu olarak gösterebileceğimiz bazı televizyon programları da yok değil, ama toplam televizyon programlarının ne kadarını tutuyor bu programlar, onu bilemiyoruz.
Televizyon tek kanallı iken çok daha güzel, olumlu, insancıl ve öğretici programlar gösterilmekte idi. Ve insanlar şimdiki gibi toplum içinde yalnız değil, birbirleri ile iletişim içinde bulunuyorlardı. Kısacası eski ile yeni arasında oldukça büyük bir fark var.
Çoğunlukla herşeyi olumlu veya olumsuz iki uç noktada gösteren televizyon programlarının yanı sıra her programın arasında seyretmek zorunda kaldığımız reklamlar, daha şık, daha çok gösteriş, daha çok güzellik, daha çok... da peki nereye kadar? Her geçen gün yeni bir şey ortaya çıkıyor, üretiliyor; ve bizler sürekli olarak birbirimizin kusurlu yönlerini, zayıflıklarını arıyor, eleştiriyor, kızıyor, dedikodusunu yapıyor; her geçen gün herkesten ve herşeyden daha çok korkuyor; bu farketmediğimiz korkularımızı engellemek için herhangi bir televizyon programında veya reklamında gördüklerimizi alıyor veya yapıyoruz.
Eğer istediklerimize ulaşamazsak, bu sefer de içimizdeki öfkeyi, kıskançlığı, doyumsuzluğu tatmin edebilmek için başkalarını düşman olarak görmeye başlıyor, hiç çaba göstermeden bir yere ulaşmayı, en kolay yoldan para kazanmayı, 'başarılı olmak en üst mevkiiye ulaşabilmek için her yol geçerlidir' diyerek başka insanları kullanmayı, ezmeyi, haklarını yemeyi kendimizden başka herkesi ve herşeyi yok sayarak yaşamayı büyük bir faziletmiş gibi görüyor ve göstermeye çalışıyoruz.
Televizyon programları eğer biz insanlara olumlu şeyler gösterebiliyor, öğretiyor veya anlatabiliyorsa söylenilecek pek bir şey yok. Televizyon teknolojinin ilerlemesi ile birlikte ortaya çıkmş olmasına rağmen içinde bulunduğumuz zaman diliminde artık teknolojinin insanların iyiliğine çalıştığını söylemek eskisine göre biraz daha zor , taa ki biz dur diyebilene kadar.
Çünkü teknoloji her türlü kolaylığı gözlerimizin önüne sermiş durumda. İşlerin kolaylaşması bazı konularda yararlı olmakla birlikte yaşanan bütün bu kolaylıklar insanı farkında olmaksızın tembelliğe ve daha çok almaya ama en çok da yalnızlığa itiyor üstelik toplum içinde yalnızlığa itiyor. Aslında bu da bizlerim kendimize sormamız gereken bir soruyuda beraberinde getiriyor.
Ne zamandan beri hatır sormak için bile olsa sevdiklerimizi aramıyoruz, içimizden kaç kişi halen daha mektup yazmak, kart atmak gibi güzel alışkanlıklara devam ediyor, kaç kişi halen daha hiç riyasız, çıkarsız olarak arkadaşlıklarını dostluklarını sürdürebiliyor, kaç kişi halen daha başkalarına karşı saygılı olabiliyor, halen daha kaçımız başkalarının sevinçlerini, başarılarını, üzüntülerini vb. kendimizinmiş gibi görebiliyor ve her iki durumda da insanların karşısında değil yanında yer alabiliyoruz? Kendimiz için istediğimiz güzel şeyleri başkaları içinde istemeyi kaçımız sürdürebiliyoruz?
Her gün zamanımızın büyük bir bölümünü başta televizyon olmak üzere teknoloji ürünlerinin başında ve onların cazibesine kapılmış olarak geçirmeyi, okuyarak, düşünerek ve düşündüklerimizi uygulamaya geçirmeyi, faydalı işler ile uğraşmayı kısacası daha aktif olmaya tercih ediyoruz. Yaşadığımız herşeyin bir çözümü var iken neden çözümsüzlükleri görüyoruz?
Neden aydınlık var iken karanlığa bakmayı, iyilik var iken kötülüğe yönelmeyi ve herşeyin fazlasını istemeyi tercih ediyoruz? Büyüklerimiz yaşadıkları en zor günlerinde bile ufak da olsa aydınlık bulabilmiş iken, bizler niye yapamıyoruz ya da yapmak istemiyoruz; kendimizi ve çevremizdekileri olduğu gibi kabul edemiyoruz? Umutlarımız, inançlarımız, birbirimize karşı duyduğumuz sevgi, saygı güven duygularımıza ne oldu, neler oluyor?
İçimizdeki insanca duyguları, kalbimizin sıcaklığını ortaya çıkartabilecek programlar, filmler diziler, belgeselleri neden çekemiyoruz? Kendi doğrularımız ile yaşamak var iken niye başkalarının yanlışlarını doğru olarak seçiyoruz, üretmek var iken niye tüketmeyi seçiyoruz? Boş programlar ile zamanımızı geçirmeyi faydalı işler yapmaktan daha çok seviyor, hiç düşünmeksizin başkalarının söylediklerine körü körüne bağlanıyoruz.
Televizyon yayınlarının siyah-beyaz olduğu zamanlarda çevremizdeki renkleri, çeşitliliği daha fazla görebiliyorduk, şimdi televizyon yayınlarının renkli olmasına rağmen biz çevremizdeki renkleri, çeşitliliği her geçen gün daha fazla kaybetmeye başladık; sanki başka renkler yokmuş gibi her şeyi siyah-beyaz görür hale geldik, dışımızdaki renkler çoğalmaya başladıkça içimizdeki renkleri yavaş yavaş kaybetmeye başladık sanki.
Eğer bu şekilde devam edecek olursa hepimiz gerek görünüş gerekse düşünce şekliyle tek tip insan haline geleceğiz. Başka bir ifade ile etten kemikten yapılmış, düşünmeden yaşayan robotlar haline geleceğiz. Oysa bizleri biz (insanı insan) yapan kendimize ait özelliklerimiz, farklılıklarımız, güzelliklerimiz değil mi?
Bütün bunların sonucunda tekil olmaktan çıkıp çoğul olmaya, kısacası “Ben” demekten vazgeçip yeniden ”Biz” demeye başlamak daha doğru olmaz mı?
Fotoğraf:http://www.pusula.tv/modul_haber)