Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Kasım '14

 
Kategori
Sinema
 

Interstellar

Interstellar
 

Interstellar


Christopher Nolan’ın The Dark Knigt Rises (Kara Şövalye Yükseliyor) filminden sonra Interstellar (Yıldızlararası) benim için daha da önem arz eden bir film haline gelmişti. Çünkü The Dark Knight (Kara Şövalye) ile çıtayı oldukça yükseğe çıkaran Nolan, serinin son filminde ister istemez ikinci filmin gölgesinde kalmış, buna mukabil klişelerle bezenmiş bir film ortaya çıkarmıştı. Film etkileyici olmasına etkileyiciydi ama artık Nolan hayranı sinemaseverler kendisinden çok daha fazlasını bekler hale gelmişti. The Dark Knight Rises sonrası çoğu sinemasever büyük bir hayal kırıklığına uğramıştır muhtemelen. Sanırım Nolan da bunun farkına varmış olmalı ki aynı hataya bir kez daha düşmemek ve belki de kariyerinin dönüm noktası olabilecek bir viraja sağlam girebilmek adına yeni filmi Interstellar üzerine yoğunlaştı.

Neyse bu kaygılar içerisinde film vizyona girdiğinde gelecek ilk eleştirilerin boyutunu merak ediyordum açıkcası. İlk şaşkınlığım filmin IMDB puanını görünce oldu. Yeni vizyona giren filmler genelde IMDB’de yüksek puanla giriş yapar, ama sonrasında aşağı yönlü bir ivmeyle kendi puanına otururlar. O yüzden vizyon puanı ne kadar önemli olmasa da Interstellar muazzam bir puanla giriş yapmayı başarmıştı. Aynı zamanda filmle ilgili gerek soysal medyada olsun gerek de internet te gayet olumlu eleştiriler ardı ardına geliyordu. Bunu gördükten sonra film için heyecanım bir kat daha artmıştı. Bir an önce filme gitmek, görmek istiyordum ama aylarca beklediğim bu filmi de oldubittiye getirmek de içime sinmiyordu. Özümseyerek ve dingin bir kafayla izlemek istedim filmi. O yüzden Cuma iş çıkışı gitmek yerine hafta sonu olmasını bekledim ve cumartesi günü bir arkadaşımla beraber filmi izlemek için sözleştik.

Film başladığında birçok sinemaseverin de tahminde bulunduğu gibi acaba bir Signs (İşaretler) benzerliği mi olacak diye düşündüm. Çünkü karakterlerin yaşadığı ortam birbirine oldukça benzerdi. Neyse ki çok geçmeden böyle bir durum olmadığını anladım ki içim rahatladı. Gelelim filmimizin konusuna, bu nokta her zaman dediğim gibi filmi izlemeyenler ve izlemek isteyenler için köprüden önce son çıkış noktası. Filmin konusu hakkında çok detaylı bahsetmeyeceğim ama yine de sonrası için seyir zevkinizi de kaçırmak istemem.

Filmin konusu kısaca şöyle. Yakın bir gelecekte insanoğlu yaşadığı dünyanın nerdeyse bütün kaynaklarını tüketmiş ve yeryüzü artık uzun bir süre daha insanoğluna ev sahipliği yapamayacak konuma gelmiştir. Yaşadığı bir kaza sonrası hayatına çiftçilik yaparak devam eden ve eski bir NASA astronotu olan Cooper, bir gün garip bir tesadüf sonucu gizli bir tesise ulaşır. Bu tesiste yakın bir zamanda tüm kaynaklarını yitirecek dünyanın alternatifi olabilecek yeni gezegen arayışıyla ilgili çalışmalar yapılmaktadır. Uzaya ve farklı evrenlere 12 astronot bu görev amacıyla gönderilmiştir. Bu astronotların ulaştığı gezegenlerdeki yaşam koşulları incelenerek insanoğlu için uygun olup olmadığı Cooper ve beraberindeki 3 kişilik ekibin görevi haline gelmiştir. Ve tabiki ekibe dahil iki robotumuzu da eklemeyi unutmayalım. İşte bu noktadan sonra seyirciyi görsel anlamda oldukça doyuracak kara delik, solucan deliği, görelilik, olay ufku gibi bilimsel kavramlarla bezenmiş 3 saate yakın bir şölen sahne alıyor. Film bu kavramlarla az bile olsa haşır neşir olmayan insanları bile içine çekebilecek kadar güçlü duyguları da barındırıyor ayrıca. Bir babanın kızıyla olan duygusal bağını, hayal kırıklıklarını, umudun biterken tekrar yeşermesini, insanoğlunun en büyük düşmanın aslında yine insanoğlu olduğunu…Tüm bu duygular vurucu bir şekilde aktarılıyor seyirciye.

Filmde oyuncular gayet başarılı. Son yılların yükselen yıldızı Matthew McConaughey her bir filmde oyunculuğunun üstüne bir basamak daha koymasını başarıyor. Anne Hathaway, The Dark Knight Rises’da Nolan ile çalışmanın kıymetini anlamış olacak ki bu filmde de çıkıyor karşımıza. Ve oynadığı karakter için iyi bir seçim olduğunu kanıtlıyor. Kısa rolüne rağmen iyi mi kötü mü olduğuna bir türlü karar veremediğim Dr.Mann karakterine hayat veren Matt Damon da rolünü başarıyla oynamış. Bu noktada kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum. Dr.Mann, uzaya gönderilen 12 astronottan biri. Ve bulmuş olduğu gezegenle ilgili ana uzay gemisi Endurance’a olumlu sinyaller gönderiyor. Ekibimiz de inceleme yapmak için onun bulunduğu gezegene iniş yapıyorlar. Ama çok geçmeden Dr.Mann’ın gönderdiği sinyallerin sahte olduğunu anlıyoruz. Dr.Mann bu zorlu görevde yaşama içgüdüsüyle hareket ediyor ve ekibe bir çok sorun çıkarıyor. Hatta filmin bir sahnesinde Dr.Mann ve Cooper’ın kavgalarını izliyoruz. Filmde bu kavga sahnesi hiç de kısa sayılmayacak bir şekilde verilmiş. Hatta bazı sinemaseverler bu sahnenin gereksizliğinden dem vurmuşlar. Ama bence bu sahne Nolan’ın bilinçli sahnelerinden biri. Bana Habil ve Kabil hikayesini anımsattı. Bunun yanı sıra yukarda da belirttiğim gibi insanoğlunun en büyük düşmanının yine insanoğlu olduğunu belirtmek istemiş olabilir. Matt Damon’un oynadığı karakterin ismindeki kelime oyununa bakmak lazım.

Filmin müzikleri ise Nolan filmlerinden alışık olduğumuz üzere yine Hans Zimmer’a emanet edilmiş ve Zimmer da her zamanki gibi sahnelerle mükemmel uyum sağlayan ve filmi bir tık daha yukarı taşımayı bilen müziklere imza atmış.

Christopher Nolan, Interstellar’da görüntü yönetmenliği görevini Her ve Fighter filmlerinden bilinen Hoyte Van Hoytema’ya teslim etmiş ve bence bu durum filmde etkisini de göstermiş.

Bilimkurgu teması altında uzay konulu filmlerde görülen klişelerden biri de uzayda yaşayan ve garip şekillere sahip yaratıklar olurdu. Bu film bunlar olmadan da bilimkurgu filmi çekilebileceğini gösterdiği için ayrı bir takdiri hak ediyor. Zira aynı tip şeylerden bıkkınlık gelmişti.

Interstellar, gösterimdeyken izleyin derim. Hatta filmde konusu geçen fiziki kavramlarla ilgili az da olsa bilgi sahibi olup filmi izlerseniz sizin için tadından yenmez bir şölene dönüşecektir. Ben en az bir kez daha izlemeyi düşünüyorum filmi sinemada. Filmin bende bıraktığı lezzetin keyfini yaşıyorum şu an. Sinemaya bu tür filmler her zaman gelmiyor maalesef. Geldiğinde de değerlendirmek gerek. Sinema salonunun koltuğunda geriye yaslanın ve 3 saate yakın bir seyr-ü sefaya bırakın kendinizi.

 


 

 
Toplam blog
: 92
: 2632
Kayıt tarihi
: 28.01.09
 
 

Parliament Sinema Klübü'nde yayınlanan filmleri izlemek için çocuk halimle uykudan feragat ettiği..