Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ağustos '14

 
Kategori
Siyaset
 

IŞİD: Türk ve Fars dünyası için yeni bir İsrail mi?

IŞİD: Türk ve Fars dünyası için yeni bir İsrail mi?
 

Biz insanlar çok bakarız ancak az görürüz.”

 Martin Heidegger(1889-1976)

“Haritalar, en az toplar ve savaş gemileri kadar 

Emperyalizmin silahları olagelmiştir.”?

John Brian Harley (1932-1991)

Uluslararası ilişkilerlerle ilgilenenler çok iyi bilirler ki batı tarzı modern hegemonik yapıların piri İngiliz siyaseti diye meşhur olan politik vaziyet alış biçimidir. Uzmanlar İngilizlerin bu maharetini sahip oldukları derin coğrafya/harita bilgisiyle açıklar. Bu harita bilgisinden dolayıdır ki dünyanın neresinde bir anlaşmazlık, çatışma, savaş ya da kaos var ise oraya baktığımızda bu kargaşa ve kaosun arkasında İngiliz siyasetinin çizdiği bir haritanın sebep olduğu problemleri görürüz... Cümleyi tersinden okursak dünyanın bütün sınır problemlerinin arka planında İngiliz Kraliçesinin hükümetinin parmağının olduğunu söyleyebiliriz. İngilizler bugün için her ne kadar ABD hegemonyasının gölgesinde hareket ediyor gözükseler de dünya politikasında birinci derecede oyun kuruculuklarını devam ettiriyorlar. Buna örnek olarak ABD’yi Irak’a saldırmaya ikna eden gücün İngilizler olduğunu, ABD politikalarını Ortadoğu’da çıkmaza sürükledikten sonra, Amerikalıların Iraktan çekilmesini tavsiye edenlerin de yine İngilizler olduğunu bilmeyen yoktur. İşte İngilizleri küresel coğrafyada bu kadar görünmez bir güç yapan şeyin onların jeopolitik üzerinden yürüttükleri politikaları olduğunu söyleyebiliriz. Kabul etmeliyiz ki İngilizler derin bir harita, ırklar /etnik gruplar ve inançlar bilgisine sahipler ve egemenlikleri döneminde bu haritaların nerelerden çizileceğini dünyada herkesten daha iyi biliyorlar. Örnek olarak söyleyecek olursak bugün birbirini boğazlayan ve kan gölüne dönen Ortadoğu haritasının yüz yıl öncesinden Sykes ve Picot tarafından çizildiğini ve şimdilerde bu haritanın BOP projeleri üzerinden ABD ve müttefikleri yoluyla (İsrail hariç) toplumsal ve siyasal yapısının bozularak, yeni bir çizim için hazır hale geldiğini biliyoruz. Bizim ilgililerimizin bilmediği, bu coğrafyanın bilinen inanç ve mezhep yapısının yeniden bir çizime konu olmasının temel sebebinin önümüzdeki yüzyılda dünyanın süper gücü olacağı tahmininde bulunulan Türkiye ve İran’ı durdurmaya yönelik bir yeniden sahip olma operasyonu olduğudur. Şimdi bunu hegemonyanın coğrafi/jeopolitik zaman yönetimi bağlamında açıklamaya çalışalım... Önce hegemonik yapı ne demektir? Bu tür yapıların jeopolitik arzuları nedir? Bu arzuları hangi araçlar üzerinden gerçekleştirir? Türkiye’yi bekleyen dış politika problemleri nelerdir? Şimdi kısaca Bunun üzerinde duralım.

Hegemonik yapılar en üst düzeyde kendine özel geliştirdiği siyasi, ekonomik, teknolojik, askeri ve dini tarzı yöneten birer zaman yönetim aygıtları/organizasyonları, siyasal ve kurumsal inşalardır. Hegemonya üzerinde inşa olduğu coğrafi merkezden itibaren önce çevresini etkileyerek bir cazibe/taklit merkezi haline gelir, sonra çevreyi kendine eklemleyebilecek kurumsal inşalara yönelir ve daha sonra ise giderek genişleyebilme kapasitesine sahip bir siyasi, ekonomik, dini, teknolojik, askeri vb tarzın rıza temelinde üreticisi, yayıcısı ve koruyucusu olur. Cümleyi tersinden okursak kısaca hegemonik yapılar konjonktür oluşturarak her defasında kendini merkezde tutan siyasal ve toplumsal iradenin inşa ettiği kurumsal bilgiye, teknolojiye siyasete dayalı sistemlerin toplamıdır…

Hegemonyalar bölgelerinde zamanlarının en yüksek siyasi, askeri, ekonomik ve teknolojik kültürünü hem üretir hem de temsil ederler. Bu gücünü kullanarak onun üzerinden önce bölgesini, sonrada giderek küresel çevreye uzanabilecek coğrafi/stratejik alanlar üzerinde etkinlik kurmaya çalışır. Yani kısaca ifade edecek olursak hegemonyalar büyümeye müsait bir coğrafi /jeopolitik alanı, o alan üzerinde inşa ettikleri siyasal irade üzerinden merkez edinir ve bu merkezi çevreden başlayarak küresel düzeyde bir tarzın /yaşama biçiminin üreticisi, tembihleyicisi ve yöneticisi haline getirirler. Bu yönetimi kolaylaştırmak için jeopolitik açıdan değeri yüksek ve çevreyi onlar üzerinden yönetebileceği coğrafi/stratejik istasyonlar inşa etmeye özen gösterirler. Bugün bu etkileme kontrol ve yönetme operasyonlarının bölgesel yaptırımlı kurumsal inşalar üzerinden hayata geçirildiğini /uygulandığını bunun güvenliğinin ise stratejik alanlar üzerine konuşlandırılmış uydu devletler ve askeri üstler yoluyla gerçekleştirildiğini biliyoruz. Bu, uydu devlet ve üstler (kara, deniz ve hava) hem bölgeyi denetlemekte hem de üstlerin inşa edildiği, hegemonya için korunması/kontrol altında tutulması zaruri jeopolitik değeri yüksek coğrafi alanı kapsamaktadır.

Her coğrafi alan üzerinde hayat bulmuş siyasal ve toplumsal irade için belli bir güvenlik tembihine sahiptir. Bu tembih çevresine karşı zayıf, orta ya da güçlü bir Emperyal duruşla kendini gösterir. Eğer bu duruş güçlü bir Emperyal toplum olmayı tembihliyorsa, toplum bütün gücünü bu Emperyal hedefleri ele geçirmek için kullanır. Çünkü ancak bu şekilde kendini emniyette hisseder. Buna çok bilinen bir örnek verecek olursak Roma imparatorluğu ağırlıklı olarak Anadolu’ya Akdeniz’e/Ege’ye ve Afrika’ya ve batıya doğru yürümüştür. İlgili haritaya baktığımız zaman Roma lejyonlarının ağırlıklı olarak doğuda Roma-Pers sınırına konuşlandırıldığını görürüz. Doğu Roma İmparatorluğunun da aynı yolu takip ettiğini biliyoruz. Pers imparatorluğunun yerine geçen Arap -İslam halifeliği Batıya, Güneye/Afrika’ya ve Orta Asya’ya doğru genişlemeyi kendi güvenliği için gerekli görmüş, Bu durum Abbasi devleti ile devam etmiştir. Aynı jeopolitik yayılma Selçuklu Sultanlığı ile 1071’den itibaren batıya ve orta Asya’ya doğru büyümeyi tercih etmiştir. Selçuklunun devamı olan Osmanlı Devleti ise önce batıya sonra ise güneye ve doğuya yürüyerek stratejik ve jeopolitik güvenliğini bu şekilde sağlama almayı amaçlamıştır… Yani batılı güçler/hegemonya ve imparatorluklar Anadolu’ya doğru yürürken, Anadolu’ya hâkim güçler kendilerini merkeze alarak batıya, doğuya, güneye ve kuzeye doğru yürümeyi tercih etmişlerdir. Böylece tarih boyunca bu coğrafyalarda hayata geçirilmiş hegemonik yapılar yayıldıkları ve hâkimiyet kurdukları alanları kendi tabii güvenlik alanları olarak toplumsal ve kurumsal/ bürokratik hafızaya kodlamışlardır. Jeopolitik büyüme tıpkı bir nehrin yüzyıllarca akmak suretiyle kendi yatağını bulması ve oluşturması gibi geride izler bırakır. Gücün tabii yayılış ve etkileme alanlarını belirler ve tespit eder. Bu konuda yapılacak bir hata o toplumunun en azından kurumsal yapısının felç olmasına sebep olur. Toplum ve kurumsal yapılar önce sarsılır, sonra etiksiz hale gelmeye başlar sonra da yıkılarak yeni bölgesel güç merkezinin istasyon şefi/gücü haline dönüşür...

Jeopolitik/stratejik önemi haiz siyasal/toplumsal/kurumsal istasyonlar hegemonyanın çevreyi denetlemesinde oldukça elverişli bir işleve sahiptirler. Bilindiği gibi bu işlev; siyasi, ekonomik, askeri, teknolojik, dini, ya da bu değerlerin bir kaçının veya hepsinin yüksek düzeyde temsilcisi haline gelmiş bir siyasi toplumsal coğrafya üzerinden ancak yapılabilirler. Onun içindir ki coğrafya/jeopolitik kaynaklı bu vaziyet alış biçimleri/tehdit algılama hassasiyetleri bir yanılgı olarak değerlendirilemez. Örnek olarak Anadolu coğrafyasıyla İran/Fars coğrafyası tarih boyunca her zaman karşı karşıya gelmiştir. Antik Yunan Şehir devletlerinden tutun, ondan sonra gelen İskender İmparatorluğuna, Roma İmparatorluğundan Bizans İmparatorluğuna ve Devlet-i Aliye-yi Osmaniye’ye kadar bu hep böyle olmuştur. Bunu bir yanılgı olarak anlamak ya da değerlendirmek jeopolitiği ya hiç bilmemek ya da öneminden habersiz olmak anlamına gelir. İşte bütün küresel ya da bölgesel hegemonlar yürüyüşlerini kendisiyle işbirliği yapmak mecburiyetine inandığı siyasal ve toplumsal çevreyi önce etkilemek yoluyla bu olmaz ise yaptırımlı kurumsal inşalar üzerinden kendisiyle işbirliğine zorlar... Eğer bu da olmaz ise (coğrafya yerinden oynatılamayacağına göre ) kendisi için Alman jeopolitikçilerin “yaşam alanı“ diye tarif ettikleri coğrafya/jeopolitika üzerinde yapabileceği diplomatik/askeri operasyonlarla bu alanı kendi lehine işlev gören bir siyasal/ toplumsal/ dini/ ekonomik/ askeri coğrafya haline getirmeyi dener. İşin aslına bakılırsa hegemonik yapıların etkili olmalarının sebebi yukarıda anlatmaya çalıştığım bu kabiliyetlerinin gelişkin olmasıyla doğru orantılıdır diyebiliriz. Çünkü uluslararası politikanın esası bu yeteneklerin bir siyasi sistemde en üst düzeyde gelişmiş olmasına bağlıdır. Uluslararası ilişkiler toplumlararası siyasal ilişkiler sistemi içerisinde bu bakımdan en rasyonel olanıdır ve bu alanda hata yapmak asla mazur görülmez. Başka bir ifadeyle hegemonik bir güç kendi aleyhine olan bir coğrafi jeopolitik alanın işlevini kendi amaçlarına uygun jeopolitik/coğrafi bir alan haline nasıl getirebilir. Burada cevabı verilmesi gereken Soru budur. Şimdi bunu sırasıyla kısaca açıklamaya çalışalım:

1- Hegemonya kendi siyasal amaçları için önemli bir coğrafi jeopolitik alanı yaptırımlı bir ittifaklar sistemi içerisine katarak o alanı kendi lehine ama aynı zamanda düşmanları aleyhine bir toprak parçası haline getirebilir/dönüştürebilir.(NATO vb. ittifak sistemlerini buna örnek olarak verebiliriz). Cümleyi tersinden okursak uluslararası bir kurum üzerinden bizim için düşman kategorisinde bulunan jeopolitik/coğrafi siyasal ve toplumsal bir alanı bize karşı işlevsiz/zararsız hale getirmemiz mümkündür.

2- Dolaylı ya da doğrudan o coğrafi alan üzerinde mukim bulunan siyasal, toplumsal sistemi bizimle ittifak halinde bulunan ideolojik/bürokratik kurumlar üzerinden kendi lehimize değiştirmek suretiyle rakip coğrafi alanı lehimize işlev icra eden bir coğrafi/siyasi / toplumsal alan haline getirmek. Buna kısaca iktidar değişikliği yoluyla bize düşman bir jeopolitik alanı amaçlarımıza hizmet eden bir coğrafya haline dönüştürmek diyebiliriz.

3- Hegemonyanın küresel amaçları için son derece önemli bir jeopolitik/coğrafi alanı etnik/dini bir grubun yerleşimine açmasıyla orayı hegemonya(lar) lehine bir jeopolitik alan olarak inşa etmek. Ve bu alan üzerinden dünya ya da bölge politikalarında önemli bir güç haline gelmek, bu uydu devlet üzerinden bölgeyi yönetmek.(Bu tarzın en kusursuz örneklerinden birisi İsrail Devletidir.)

4- Doğrudan ya da dolaylı olarak hedef coğrafi alanı etnik ya da dini gruplar üzerinden parçalayarak buraya hâkim otoriteyi ortadan kaldırmak ve burada kendi siyasal amaçlarımıza hizmet edecek bir grubun/grupların iktidar olma çabalarını desteklemek suretiyle onlar üzerinden inşa edeceğimiz yeni iktidar biçimiyle kendimize hizmet edecek yeni bir dost jeopolitik/siyasi/toplumsal alan yaratmak. (bu tarz bir vaziyet alış bicimi çevreyi etkilemek için yapılacak en tehlikeli ucu açık, sonucunun ne olacağı ise belli olmayan bir politik vaziyet alış biçimidir.)

Yukarıda ortaya koymaya çalıştığımız analizlerin gözler önüne serdiği politik gerçek; dış politika ya da uluslararası ilişkilerde yapılacak stratejik planlamaların temeli bu ilişkiler sisteminde çıkarlarımızı, ancak doğrudan bizim kontrolümüzde olan gücümüz kadar tarif edebileceğimiz gerçeğinden ibarettir. Bu cümleyi tersinden okursak dış politika hedeflerimizin gerçekleşme ihtimalinin reel gücümüz tarafından sınırlandırılmış olmasıdır. Ya da başka bir ifadeyle Uluslararası ilişkilerde bir devlet çıkarlarını ancak maddi ve manevi gücünün büyüklüğü kadar tarif eder. Realizmin altın kuralından birisi budur. Bu kuralı Türk dış politikasının Ortadoğu’da uygulamaya koyduğu stratejiyle değerlendirdiğimizde, Türkiye’nin Ortadoğu’ya hâkim iktidarlar, kabile esasına dayalı toplumsal yapılanma ve bu coğrafya ile doğrudan jeopolitik hesapları olan ülkeler konusunda baştan itibaren sahih bir bilgiye sahip olmadığı görülür. Bu cümleleri konumuzla ilgili olarak tersinden okursak Türk dış politikasına yön veren diplomatik/bürokratik ekibin bölge ile ilgili iyi bir harita/jeopolitik bilgisine sahip olmadığını üzülerek söylemek zorundayız. Bunu bizimle sınır komşusu haline gelen, Suud merkezli vehhabi mezhebinin dini anlayış tarzıyla hareket eden bir grubun bizim güneyimizde (Irak-Suriye toprakları üzerinde) hilafeti kurma iddiası üzerinden meşruiyet arama çabasından anlıyoruz. Hâkim olduğu bölgelerde gerçekleştirdiği insanlık dışı, katliam ve tasfiyeler, bu hareketin savunduğu İslam anlayışının tabiatından kaynaklanmakta, geçmişte de buna benzer katliamları bu mezhebe dâhil siyasi birliktelikler Sünni ve Şii bölgelerde acımasızca gerçekleştirmişlerdi. Onun içindir ki bu mezhebin tarihini bilenler için IŞİD’ın bugün sahiplendiği topraklarda mürtetlik/kâfirlik fetvası üzerinden gerçekleştirdiği katliamların ehlisünnet inancıyla bir alakasının olmadığını bilirler. İngiliz siyasetiyle el ele kol kola hareket eden bugünkü Vehhabilerin dedeleri Hicaz topraklarından Osmanlıyı çıkarmak için İngiliz yetiştirmesi kurmay subayların komutasında akla hayale gelmedik katliamlarda bulundular. Onun içindir ki Suud’lar ya da Vehhabilik dendiğinde akla hemen haritacılıkta uzman İngiliz siyaseti akla gelmeli, bu hareketin İngiliz siyaseti rehberliğinde yeni Ortadoğu sisteminde bize komşu kalıcı idarelerden birisi olacağı akıldan çıkarılmamalıdır. Cümleyi tersinden okursak İngilizler nasıl ki Sykes-Picot anlaşmalarıyla düne kadar var olan Ortadoğu haritasını jeopolitik önemine göre parçalayıp çizdiler ve bu çizilmiş coğrafyanın arasına İsrail’i sıkıştırararak gelecekte dünyayı yönetecek hegemonik güçlere kusursuz bir uydu devlet olarak hediye ettiler bunu biliyoruz. İşte Aynen bunun gibi (eğer buna engel olunmazsa )tarih yeniden tekerrür edecek, Türk ve Fars dünyasına düşman, ehli kitapla işi olmayan Suud destekli İngiliz planlı bir uydu devlet hemen güneyimizde yeniden kurulmuş olacaktır. Bunun Türkiye’nin büyüme projelerinde ne anlama geleceğini, umarım Türk Dış politikasını yöneten uluslararası ilişkilerde uzman gruplar biliyordur... İyi okumalar

 
Toplam blog
: 30
: 3349
Kayıt tarihi
: 09.08.08
 
 

Çorum doğumluyum, üniversite mezunuyum... tarih, felsefe, sosyal psikoloji, soyoloji,  din. ve si..