- Kategori
- Anılar
İşimiz Ne Bu Dağlarda
Yıllar sonra gördüğüm köy bizim köy değildi
Sararmış solmuş yüzler mutsuz insanlar vardı
Tarikata kapatılmış gençler gülmeyi unutmuşlardı
Türkan ŞANLI
(Çaputlu Ardıç, 2019)
Bir öykü anlatacağım size. Gerçek bir yaşamöyküsü…
Ve bu öykünün kahramanı bir hanım…
Ve o hanımı tanıyorum ben.
Kahramanımız, 1936’da Anlatya’ya bağlı Elmalı ilçesinin Eskihisar köyünde doğar. Beş yaşına geldiğinde, buradan ayrılıp babasının köyü İmecik’e yerleşirler.
Köy Enstitülü bir öğretmen olan babanın amacı, kendi köyünde okul yaptırıp orada çalışmaktır. Ve istediği gibi olur her şey.
Yedi yaşına gelen kahramanımız, bu köyde başlar okula. İyi bir öğrencidir. Beş yıl sonra, “pekiyi” dereceyle bitirir ilkokulu.
Kahramanımız gibi ablasının da aklında Aksu Köy Enstitüsü’ne gitmek vardır ama… Ah şu ama olmasa! Olmasa ah şu ama!
Köyden 14 erkek çocuk gider Aksu’ya ama bu iki kız kardeş gidemez. Neden mi?
Kız erkek birlikte okuyorlarmış çünkü Aksu’da! Olur mu hiç böyle şey!
Özellikle dede ve O’na karşı gelemeyen baba, ne yazık ki, kıramazlar bu çelik zinciri.
Hiç kimsenin aklına, şöyle bir soru sormak gelmez nedense:
“Kız ve erkeklerin birlikte okuması kötüyse, erkekleri niçin gönderiyorsunuz?”
Benimki de laf mı yani?
1940’lı yıllarda köylerde, nerde bulacaksın öyle bir yiğidi?
Sorsunlar da dokuz köyden mi kovulsunlar?
Bırakın; köyün imamını, hacısını, hocasını, babaları Köy Enstitülü olan öğretmen bile soramıyor bu soruyu.
“Toplumsal söylemlerin gütmesiyle şekillenen algılar, kadını erkeğin hayatını kolaylaştıran bir destek güç olarak kodlar. (…) O yüzden, ‘her başarılı erkeğin arkasında bir kadın olduğu’ yalandır. Her başarılı erkeğin arkasında olsa olsa mutsuz bir kadın vardır.” diyen yazar Mine Söğüt, haksız mı?
Öykümüzün kahramanı, kaderleri yüzyıllardır değişmeyen öteki kız arkadaşları gibi dalıp gitmişken köy işlerine, babası komşu ilçe Korkuteli’ye ister naklini. İlgililer ilçe merkezine değil, Çaykenarı köyüne verirler O’nu.
Tekdüze gelip geçerken günler, bir müfettiş çıkagelir okula. Baba, “Sakın müfettişle konuşma” diye uyarır kızını. O sırada 14 yaşlarında olan kahramanımız, bir fırsat kollayıp durur.
İlk karşılaşmada, “Hoş geldiniz.” deyip elini öper Müfettiş’in.
“Nasılsın kızım?” diye başlayan söyleşiyi bitirivermez kızımız. Teşekkür ettikten sonra:
“Okuyan kızınız var mı? diye sorar.
“Var, orta sonda…”
‘İlçeye atansaydık, ben de orta sonra olurdum şimdi’ düşüncesi geçer aklından. Öfkeyle:
“Babam ilçeye atanmayı hak ediyordu. Neden bu köye verdiniz O’nu?” diye sorar.
“Kızım, ben o işe bakmıyorum. Senin bir isteğin varsa yapmaya çalışırım.” deyince Müfettiş, kahramanımız da, köyde bir biçki – dikiş ve nakış kursu açılırsa çok sevineceğini söyler.
“Kursa katılacak 15 kız bul; açtırayım.”
“Tamam, bulurum ben 15 kız” der kahramanımız.
Gerçekten de kısa sürede gerekli sayıya ulaşınca, haber verilir.
İzmirli genç ve güzel bir hanım atanır; kurs öğretmeni olarak. Böylece kahramanımız, ilk başarısını kazanmanın mutluluğunu yaşar. Bir de kurs sonunda açtıkları sergide yaptıkları işler beğenilip içten övgüler alınca, değmeyin artık O’nun keyfine!
Bir yıl sonra Korkuteli’ye taşınırlar. İki katlı bir eve… Küçük de olsa önünde bir bahçesi bile vardır. Bir süre sonra babası, kahvede Mustafa Şanlı adlı genç bir öğretmenle tanıştığını anlatır annesine. Bursa’nın bir köyünde görevliymiş. Ailesi Çamlıbağ’daymış.
Bir hafta kadar sonra, o genç öğretmen, kahramanımızın evlerine gelip:
“Hocam, Çomaklı köyünde bir arkadaşım var. Aynı okuldan mezunuz. Annem, babam istemeye gidecekler. Sizin de gelmenizi rica ediyorum.” der.
Kıdemli öğretmen, genç meslektaşını kırmak istemez. Eşiyle birlikte gitmeyi kabul eder.
Ertesi gün, bir at arabasıyla gelir; genç öğretmen. Annesi ve babasıyla birlikte.
Yola çıkmak üzere hazırlanırken kıdemli öğretmenimiz ve eşi, kahramanımız genç kız, “Baba, ben de gelmek istiyorum.” demesin mi?
“Hayda, olur mu öyle şey? Gezmeye değil, kız istemeye gidiyoruz. Ne işin var senin orda?” der baba. Haksız mı?
Kahramanımız inatçı ama. Salonda bekleyen genç öğretmene gidip:
“Mustafa Abi, babama söyle; ben de gelmek, ben de oraları görmek istiyorum.” deyiverir.
Genç öğretmen de, “Kızınız da gelsin bizimle hocam. Bir değişiklik olur onun için.” deyince kabul eder babası.
Genç kızımız, kursta öğrendiği bilgilerle kendi diktiği kolsuz elbisesini giyip hep birlikte binerler arabaya.
Epeyce bir süre yol aldıktan sonra, Çomaklı köyüne varılır. Varılır da kız istenecek evde kızın babası vardır yalnızca. Kız, annesiyle birlikte yaylada imiş.
Pekiyi, ne olacak şimdi?
“Valla ben bilmem” der, kızın babası, “Annesi ve kızım bilir.”
Başka çare yoktur. Bu kez yaylaya doğru yola çıkılır. Yaya olarak tabii. Biraz yürüyünce yokuş yukarı, yorgunluk başlar elbet:
“Korkuteli’de de güzel kızlar vardı. Niye geldik bu dağlara?” deyivermesin mi kahramanımız?
Bu sırada, damat adayının annesi koluna girip, “A kızım, senin gibi güzel bir kızı daha önce görseydim, gelir miydim hiç buralara!” demesin mi?
Düşündüğü her şeyi söyleyen bir karaktere sahip olan kahramanımız biraz utanır ama bu sözün etkisinde kalıp epeyce bir düşünür de…
Hep birlikte yorulurlar, terlerler ama sonunda ulaşırlar yaylaya.
İstenecek kızın annesi, “Akrabamız olan bir lise öğretmenine söz verdik. Kızımız da kabul etti.” deyince, akan sular durur. Umulanın aksine elleri boş dönerler; Çomaklı köyünden.
Şimdilik bir nokta koyalım buraya.
Haftaya nasıl devam edecek bu öykü bakalım!
Hüseyin Erkan
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr