Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '17

 
Kategori
Güncel
 

İşsizlik!...

İşsizlik!...
 

Eskiden mahallemizde, erkek çocukları beşinci sınıfı bitirince, babaları, ‘çocuk çalışıp hayatı öğrensin’ diye bir ahbap yanına çırak olarak, şu söz ile de teslim edilirdi; " Eti senin kemiği benim" neden böyle söylenirdi? Yavrusu bir sanat öğrenirken ustasının seçeceği yönteme baba karışmayacak! 
         
Malum son günlerde işsizlikten pek bir konuşur olduk. Çoğaldılar çünkü... Kimine telaşlı ebeveynler denk geliyor. Kimine de, o telaşlı velilerin son derece halinden hoşnut, işsizliği herhangi bir yerde, çaycılık çıraklık yapmaya tercih edecek kadar, neydi onların lafı, " havalı" görüyorlar. Eti de kemiği de kendinde kalan yavru bir süre sonra omurgasız da kalıveriyor. Sonra yapraklar gibi savrulan yavrulara yine, ‘Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar’ hesabı, olan ailelere oluyor. 
       
Çocuklarımıza sürekli güncellenen yaşam koşullarıyla beraber sorumluluk yüklememek için elimizden geleni yapıyoruz. Hatta yarışıyoruz. En yaygın tanım ise, " Aman, ben çektim yavrumuz çekmesin" işte! Kilit nokta, tam da burasıdır. Evlatlarımız adam olsun istiyoruz ama... Kolaylıklar içerisinde pamuklara sarılmış amaçsız, çabasız, kırılgan… Ne demiş atalarımız, “Merhamet maraz doğurur.” Bu atasözünü eskiden hiç sevmezdim.  
Lakin, İyice düşünüp bir miktar tecrübeler edindiğinde, olmayacak şey söylenmez de... Diyorsun işte... Hayatın cilveleri saymakla biter mi? Merhamet nasıl maraza dönüşür? 
     
Yanlış yapıldığı halde esas alınan ölçüler MERHAMET SEBEBİYLE YOK sayıldığında o merhamet, prensipleri olmayan tutarsız davranışlarla kişinin benliğinde hastalığa dönüşür. Ne demiş Albert Einstein; 
"İnsanı ayakta tutan, iskelet ve kas sistemi değil, prensip ve inançlarıdır."
 
Şimdi işsiz gençlerimize üzerinde bir anket yapalım, çoğu takım elbiseli elinde havalı bir çanta lüks saat şık bir ofis... Kim istemez ki bunları? Maaş dolgun! Yürüyerek dolmuşa bile gitmemeli. Servis kapıdan almalı. Borç harç krediyle bir araba almalı araba kendinin olursa daha iyi! Hatta iş yerinde çok yorucu işler yapamaz. Böyle masa başı hafif işler olacak, yoksa olmaz! Öyle kimsenin ağız kokusunu da çekemeyiz, hatta yıllarca çalışan emektarı olan yüzlerce işçinin başına müdür olmak lazım gelir. Çünkü üniversite mezunu olmak bir başkadır! Hele birde yurt dışına gittiyse…
 
Şöyle bir isimlerini dünyada duyurmayı başarmış kale gibi dimdik iş adamlarının başlangıç noktalarını biraz incelemeliyiz. Onlar bugün internet üzerinden kazanılan uçuk kolay paralar sayesinde unutuldular fakat çok cefa çektiler. Çaba gösterdiler. Her şeyden önce samimi olarak çalıştılar. Emeğe, hiçbir zaman gerçek değeri biçilmemiştir. Nerde o babayiğitler?  Mesela interneti icat eden kimdir? Nasıl ve ne amaçla yapmıştı? 
 
Türkiye’nin en zengin ve en başarılı iş adamı olarak tanınan, ‘Murat Ülker’ bilinir. Oysa ÜLKER’in ilk kurucusu yani esas zahmetini çeken babası merhum Sabri Ülker, 2000 yılında oğluna devretmiştir.                   
 
Çok zor bir çocukluk dönemi geçiren, Sabri Ülker 1940’larda üstelik ikinci dünya savaşı sırasında, ‘her çocuk çocukluğunu en güzel şekilde yaşamalıdır’ fikrinden yola çıkarak, oldukça zor şartlarda bisküvi yapmaya başlamıştır. Eminönünde’ki bir handa bozuk aletlerle, ‘Başarmalıyım’ dedi ve başardı. Hemen hatırlatalım, merhum ‘Sabri Ülker’ kardeşiyle daha küçük yaşlarında iken bir bisküvi fabrikasında bisküvinin yapılışını öğrenmişlerdi. Fabrikadan kazandıkları tecrübeyle bu işe atıldılar.
         
Sabri Ülker başarısının sırrını şöyle anlatıyordu: “Başarının temelinde önce, bıkmadan, usanmadan çalışma gelir. İkincisi dürüst çalışma, üçüncüsü ise kaliteli çalışmadır. Üretilen bir malın iyi olması, müşteriye cevap vermesi, yani aldığı paranın karşılısını vermesi gerekir. Dört; tanıtmaya çok önem verilmeli. Bunun üzerinde geniş bir şekilde durmak istiyorum. Reklâma ilk günden itibaren önem verdik, şimdi de veriyoruz, daima vereceğiz. 1950´den beri Ülker´in reklâmını yapmaktayız. Özellikle, kaliteli bir malın reklâmı yapıldığı zaman, elde edilen netice büyük oluyor.“
       
Zahmetsiz kazanılan her zerre kaybedilmeye mahkûmdur.
Faydalı olması umuduyla dipnot; " On iki yaşımda takdir belgesini kaçırsam da teşekkür belgesi almıştım. Bilinen inek lakaplı bir öğrenciydik işte. Babam söz vermişti bisiklet alacağım diye lakin durumları kritikti. Biliyordum. Eve geldim almış ama borç harç sevincim boğazıma dizildi. Bende babama, ' baba her sene arkadaşlar baba parasıyla aldıkları okul eşyalarıyla hava atıyor. Ben bu sene kendi paramla hava atmak istiyorum' hava mava traş. Maksat gururu incitmeden ikna etmekti. Yardım edecektim. Neyse zar zor ikna ettik. Kız kısmı falan filan el alemin ezberleri, hepsini es geçtim. Gidip komşu kızının çalıştığı tekstil şirketinde iş başı yaptım. Para kazanmak, yemek gibi değildir. Lime, lime çıkar acısı. Akşama kadar ayakta çalışıyordum. Çıraktım. Tuvalette oturamamak nedir tekstile ilk giren acemiler birde menüsküsü olanlar bilir. O Ne acıdır ya Rabbi ! Neyse allem ettik güllem ettik. Bir ay doldu. Hiç unutmam ilk aylık "9 milyon " amaaa, nasıl bir heyecan nasıl bir sevinç. Bütün yorgunluk gitti. Sanki paraya ilaç sürmüşler. Gittim pasta aldım filan... Ne güzelmiş para kazanmak. Ama zordu da. Sadece para değil olgunluk hayata dair yepyeni tecrübeler de öğrenmiştim. Anlatılmaz yaşanır. 
   
Yine nerden nereye geldik....
Diyeceğim o ki, ( çaba verenleri tenzih ederim) tembeliz kardeşim!
             
Her şeyi de devletten beklememeli. Arkadaş geliyor dükkâna anlatıyor, şuradan çağırdılar buradan aradılar. Torpiller... Bir defa, artık bunlar söz konusu dahi olmasın. Geçen senelerde kadın geldi bilmem kimin tanıdığı diye, tepeden inme girdi belediyeye, şimdi de kadroya alınacak iyi mi? Ne oldu o sınava giren kardeşlerimizin hakkı?
Hak derim, Hak diyene, Hakk??? 
       
Bir yandan eşimin talebesi ziyarete gelir. Koçum...Ne iş yaparsın? Matbaa ama hocam iş çok ağır çıkmayı düşünüyorum. Çok yoruluyorum. Maaş az tatil yok. Oğlum sabret! Tabi sen kendi işinin patronusun konuş diyor... Demesi lafta kolay! Eşimle nerdeyse on senedir evliyim. Kendi dükkânıdır. Bunca zaman ben bir pazar evde oturduğunu görmedim. O ilk çalıştığım yerde Bilge gibi bir ağabey vardı. Adı da kendi gibi Ziya, "Meryem kardeş, alnından ter damlamayan emekten gelen paraya ben helal demem" demişti. O günden sonra aldığım parayı hak etmek, ‘helal para kazanamak’ için çalışmaya başlamıştım. Bir gün bile şikâyet etmedim. Sabrın azmin emeklerimin sonu daima selamet oldu. Formamı defter okul kitapları eskiden epey pahalı idi. Yaz tatilinde kazandığım para ile hepsini aldım. Ayakkabı mont eşofman… Yıllarca giyeceğim eşyalar almıştım. Eksiğim kalmadığı gibi kalanı da eve bıraktım. Ne güzel şeydi, emek vererek para kazanmak. Ekmeğin suyun tadı emekle tatlanıyor. 
                                  Emek verelim gençler!
Biraz olsun, olmayanları değil de olanları görelim. Kanaat gözü ile etrafa bakalım.
'Kafama göre' diye bir iş yoktur!
     
Pazarlamada müdür olup CEO değişince kendi ekibiyle geldi. Ben bir gecede işsiz kalmıştım. Aynı gün müşterisi olduğum kafeteryaya, bulaşıkçı diye işe girdim. Üç ay sonra yöneticisi oldum. Günde yirmi saat çalışır hiç izin yapmazdım. Her detayına emek verdim. Bir holding Avm yapmak için yıkana kadar, çalıştım. Sonra oradaki çalışmamı bilenler beni iş yerlerine çalışmak için çağırdılar.
-Referans?
-Cv?
-Torpil?
     
Sadece işimi daima çok iyi yapmıştım. Ben hayatım boyunca hiç iş aramadım. Kolay gelen her şey kolay gider. Hadi kolları sıvayıp yeni tecrübelere yelken açalım! Bu ülkenin sizlere, bizlere, her iş alanında ihtiyacı vardır. Unutulmasın ki, Mimar Sinan sapasağlam eserleri yapmayı yıkıcılıkta öğrenmişti. Kolay yıkılan binalara bakarak yıkılmayan yapılar yapmayı... Zaman, her sektörde yeni doğuşların başlangıçların, yenilenmelerin zamanıdır.  
Herkese kolay gelsin!
 
"Muhakkak her zorluktan sonra bir kolaylık vardır."
 
MERYEM KADIOĞLU
 
Toplam blog
: 42
: 672
Kayıt tarihi
: 07.02.17
 
 

İstanbul'da doğdu. İstanbul'da yaşıyor. Evli, ev hanımı ve çocuklarının annesi. Aklına estikçe yaza..