- Kategori
- Şiir
Kalbin "geçmek" hali

baktığın kuyu ise sudaki yansıman karanlıktır.
Olmuyor,
Çok kez denedim ama mayamız tutmuyor seninle.
Bu bölük pörçük halin bile geçit vermiyor,
Sinene çarpıp bin parçaya ayrılıyorum her keresinde.
Sen, heyula gibi dikildikçe karşımda
Ben,
kucağımda günbegün artan kırgınlıkların ağırlığıyla irtifa kaybediyorum.
Bir parçan değil miyim senin ben?
Ellerine zorla tutuşturulmuş bir evlatlık gibi şevkat dileniyorum büyüklüğünden.
Sense,
gül bahçende kendiliğinden biten yaban dikenine bakar gibi gezdiriyorsun gözlerini üzerimde.
Büyüdükçe
kayıp gitmeye başladı gölgen üzerimden.
Azaldı sığınacak serinliklerin
ya da
etrafımı saran ateş çoğaldı sen bile fark etmeden.
Parmak uçlarımdan, saçlarımdan kalbime yürüyen bu yangın hangi denizinde söner?
Hangi ağacının gölgesi sırtıma dayanak olur da dik tutabilirim bu aklına küskün başı?
Ah benim can-ım ülkem!
Seçmeden doğduğum,
Doğdum diye sevdiğim,
Benim kalsın diye dövüştüğüm,
Uğruna öldüğüm için durmadan övündüğüm Türkiye’m!
Yoruldum üzerinde “insan” kalmaktan,
bağrında kırılıp dökülen onca hayata tanık olmaktan,
sen yürü diye, koş diye, yücel diye mücadele ederken kanatılmaktan, incitilmekten
ve sen yaşa diye her gün ölmekten…
Öfke vardı düne kadar;
Öfke inadı, inat umudumu beslerdi .
Şimdi tarafı yok duyguların,
Ne yanındayım bir şeyin,
Ne de karşısındayım kızdıklarımın.
Çığın altında, bağırarak takatsiz kalmak yerine
tatlı bir uykuya dalıp gitmek gibi
senden vazgeçmek rüyasındayım.
Ah benim can-ım ülkem!
Sen soluğumu kesmeden
Ben can-ı silmek yolundayım.