Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ağustos '08

 
Kategori
İnter-rail
 

Kaos'tan bil-diriler-2

Kaos'tan bil-diriler-2
 

biz daha çok tükettikçe, tüketim nesneleri azalmayacak daha da çoğalacak.


bir insan ne kadar az nesneye sahipse o kadar özgürdür.

Hangimiz yeni çıkan bir ürüne kayıtsız kalıp, sırf yeni olduğu için meraklanıp para verip denemedik? Her yeni ürün bir kısmımızın yeni alışkanlığı oluyor. Önceden olmayan, ama insanlık düşündü ve yaptı diye tüketmeye alıştığımız ve onsuz olamadığımız nesnelerle çevriliyiz.

Bir insanın banyosunda kullanmadığı kaç tane tarak, şampuan çeşidi, el veya yüz kremi, makyaj malzemesi, ya da sırf "bolluk" görüntüsü sunmak için sabun çeşidi, hiç kullanılmayan kaç tane plastik ambalajlı nesne olduğuna bunların ne işe yarayabileceğini bilmeyen bir "yabancı" gözüyle hiç baktınız mı? Bu yabancı, evdeki her bir nesnenin çok gerekli ve olmazsa olmaz olduğunu sanırdı herhalde. Oysa evler para verdiğimiz için çöpe atamadığımız, ama hiç kullanmadığımız pek çok eşyayla dolu.

İçimizden kaçımız bir cep telefonunu işe yaradığı halde 3 yıldan fazla kullanıyor, ve kaçımız yeterince müzikle yükleyemediği için yeni bir cep telefonuna ihtiyaç duyuyor? Toplu taşım araçlarında ilerlerken ya da yolda yürürken yanıbaşımda kendi dinlemekle kalmayıp etrafına da müzik yayını yapan kulaklıklı-müzik-insan türleriyle karşılaştığımda "müziğin de (müzikse o) bir tür tüketim bağımlılığı aracı olduğunu gördükçe giderek sadece nefes almamızın bile bir tüketim konusu olacağından endişe ediyorum.

Hayatımın en önemli 10 yılını ücra bir sahil kasabasında geçirmiş biri olarak kendi adıma zamanı dondurduğumu söyleyebilirim. 30 yaşımdan beri alışveriş merkezlerinden, sürekli değiştirilen cep telefonlarından, kışlık 6 yazlık 7 çift ayakkabıdan, dolaptan taşan hiç kullanılmayan elbiselerden, eve sığmayan mobilyalardan (kitaplarım ve atölye malzemelerim tek eşyam diyebilirim) işe yaramayan ama sırf yeni çıktı diye alınan aletlerden, dvd ve plazma tvlerden çok uzağım.

En son 10 sene önce işyeri kıyafeti aldığımdan beri ihtiyacım olan ve sürekli giydiğim günlük kıyafetler dışında bir giysi ya da ayakkabı satın almıyorum (iyi kalite bi spor ayakkabıyı insan 5 yıl giyer mi yaz ve kış? bende her tür ayakkabı test edilebilir) ve şehirlerde misafir olarak gittiğim evlerde koca dolaplar içindeki ayakkabıları, banyolardaki yüzlerce çeşit temizlik malzemesi ve kozmetiği gördükçe, ve aynı kişilerden sağlıklı yaşam ve çevre duyarlılığına dair sözler işittikçe insanlığın tüketerek deliliğini yaşayabildiğini, akıldan ve düzenden kaçmak için daha çok tükettiğini düşünüyorum.

İnsanın bu evrendeki varoluş biçimi, bir kanser hücresinden ya da bir bakteriden farklı değil. her hareketimizle, yaptığımız her müdahaleyle evreni bilinçsizce ve amaçlamadan değiştirirken biz de değişiyoruz. Evren bizim tarafımızdan istemsizce kurulan bir yap-boz, ya da benim söylemeyi sevdiğim biçimiyle " sonunu bilmediğimiz ve parçalarını hem kırıp hem yerleştirdiğimiz bir mozaik".

Dünyayı ya da insanlığı kurtarmak için yaptığımız ve yapacağımız her şey, dünyayı ve insanlığı kurtarmak için yapmamızı gerektirecek başka birçok soruna neden olacak. Bunu durdurmak elimizde değil. Bu, başlamış olan ve nedenlerinin artık hiç bir öneminin kalmadığı, aklın kavrayış sınırlarını aşan bir gidiş.

Kimse şikayet ettiğimiz bu gidişe tek başına "dur" diyemez. Bu yüzden tam da durduğumuz yerde durmak, zaten içinde bulunduğumuz bu vagon ilerlerken belki de yapacağımız en akıllıca hareket olurdu. Sadece yaşamak, yaşamayı amaç edinmek, kendini varetmeye çalışmak, bu kaosta gezinen yalnız ruhların yapabildiği tek şey.



KAOSUN "VARLIK"I

Ölüm, içimizdeki en gerçek ve tek korku. bir kez varolduktan sonra anlamsızca dallanıp budaklanarak çoğalan bir virüs gibi, içinde bulunduğumuz bedeni öldüreceğimizi umursamayarak, yokolmaktan korktuğumuzdan, belki de evrendeki her canlı ölse bile hayatta kalacak tek canlı olmak için, sadece çoğalmayı yeğledik.

yaşamda gidilen her yol ölüme çıkar, ve ölüm bir son, ya da yokoluş değil sadece bir "kavram"dır, anlamını bizim yüklediğimiz, her kültürde farklı karşılığı olan bir kavram. Ve aslında bir durumdan bir başka duruma geçiştir sadece. Daha önce nasılsa bir araya gelmiş parçaların dağılması, bir çözülmedir. Oysa yaşam, bilincimize henüz bilgisi ulaşmamış hücrelerin içindeki parçacıkların "bildiği" ama bizim bilmediğimiz bir kararla, inatla sürmektedir bir kez başlamış olduğu yerden.

bu yüzden yaşam ölümün yanından her geçip gittiğinde, insanın bu dünyada yarattığı bütün gerçeklik tanımları yerle bir olur. İnsana dair tanımlanmış gerçekliğin bu dünyadaki tek karşılığı "ölüm" olduğundandır ki ölüm fikrini aşmak da ölmek kadar korkutucu gelir çoğunluğa.

Ancak ölümün yanından ona bi anlığına dokunup teğet geçebilen, ölümü iliklerine kadar hissetmiş ve onunla yüzleşmiş bir insan, "gerçekten varolabilir". Bu yüzden pek az insan, gerçekten yaşamaktadır. diğerleriyse zaten ölüdür ama yine de ölümden korkmaktadır.

Bir kayıtsızlık değil ama gerçek bir yüzleşme gerekir ölümle. İnsan bu yüzleşmeyi hep ertelediğinden ve iyice yaşlanmayı beklediğindendir ki hiç bir zaman hayatının ve varoluşunun değerini tam olarak kavrayamaz ve yaşamını istediği gibi yaşayamaz.

Oysa çok daha erken bir yaşta ölümle yüzleşmeli, sanki yarın ölecekmişcesine, tüm evrenin "kendisizliği" fikrini enine boyuna gözden geçirmelidir insan. O zaman söylediği sözlerin, benliğinin, inatlarının, direttiği her istek ve peşinde koşulan hırsların, tüm bunların sadece bir an sonraki yokoluşla ne kadar anlamsızlaşabileceğini anlamaya yaklaşabilir ancak.

Yaşam bir kez başladığı yerden gittikçe karmaşıklaşarak devam etmekte. bir kez varolan varlık -madde- hep varolmaya devam eder ve varlığın kendini yeniden varedebilmek üzere yokedebilme gücü vardır. bilinç, varlığın yanında gerçekten de anlamsız kalır. Çünkü aslolan "varlık" tır ve tanımlanmak üzere bilince ihtiyacı yoktur. varlığın karşısında tanımlanan yokluk da aslında "var"dır.

bu yüzden hiçlik ya da yokluk diye bir kavramdan bahsetmek yanlıştır. varlığın tek özelliği, hareket halinde olup değişerek, onu oluşturan parçalarını yok ederek bütün olan varlığı, yani kendini yeniden var edebilmesidir. bu yüzden aslolan tek şey değişim ve varolmaya devam etmektir.

Bir gün, tüm canlı hayatın bitebileceği fikri beni hiç korkutmuyor. Nereden geldiğimi bilmediğim gibi nereye gittiğimi de bilmiyor olmak beni bu yaşamda en çok mutlu eden durum. Gerçekten de eğer nereye gideceğimi ve gelecekte ne olacağını bilme şansım olsa asla bilmek istemezdim.

bir zamanlar bir atomun içindeki elektronken şimdi "ben" olmuşsam, bir zaman sonra yine bir elektrona dönüşmek kadar muhteşem bir "bilgi" yok şu an için bilincimde olan. bu yüzden "yokoluş, ölüm gibi kavramlar benim için sadece varlığın farklı durumları. bilinç, varlığın bir görünüşü, bir biçimidir dediğimizde, aynı zamanda varlığın bilinçten önceliğinden sözedebiliriz, bu durumda bilinci olmayan bir varlığın önceliğinden sözetmiş oluruz.

ve aslında evrenin kendisi "bilinci olmayan, akıldan yoksun bir Tanrı"dır. Evrenin sistemi kaos olduğundan kaos Tanrı'nın kendisidir. Herşeyin bizim ölçemediğimiz, kavrayamadığımız ve tahmin edilemez bir düzende varolmasını sağlayan Kaotik bir Tanrı düşüncesi de farkına varmayı sevdiğim bir bilgidir.

Bu Tanrı'nın bizim ona itaat etmemize ya da inancımıza, inancımızı göstermemize hiç de ihtiyacı olmadığı, insan aklının bugün farkına vardığı bir gerçek olmasına rağmen Tanrıya inanmamızı emreden dinler hala varlığını sürdürmektedir. Paranın ya da dilin varolmaya devam ettiği gibi dinler de varlığını sürdürmektedir ve bu da kaosun gerçekliğini anlamamızı engelleyen, kaos içinde varolmuş bir başka sahte gerçekliktir.

 
Toplam blog
: 121
: 2834
Kayıt tarihi
: 09.07.06
 
 

Başkentte doğmuşum ve orada gidilecek tüm okullara gitmişim: ODTÜ-Psikoloji ve Ankara Üni. İletiş..