Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Eylül '21

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Kapadokya - Labirentler

 

Kapadokya - Labirentler

 

Doçent Dr. Arkeolog; Çağdaş Akın yürürken duvarları inceliyordu.

“Duvarlarda ki sızıntıların çokluğu dikkatimi çekti; aydınlığın sebebi bu olabilir.”

Grubun baş tarafındaki Suna:

“Çağdaş Bey sızıntı ile bu aydınlığın arasındaki bağlantıyı kuramadım.”

“Bu çok aşağılarda olmadığımızı gösterir. Bu da aydınlığın sebebini açıklar. Benim merak ettiğim ise bu sızıntıların nereden geldiği?” Arkeolog-Mağara Bilimci;

Fikret Karpat:

“Yer altı şehirleri bir hayli enteresandır azizim. Bu yer altı şehirleri evlere gizli geçitlerle bağlantılıdır.”

“Nasıl Hocam?”

“Bunlar ilk başlarda tabi sığınma amaçlı yapılmış. Emniyette olmak için mağaralara girmişler. Bu mağaranın tüfe olmasından dolayı oyulması çok kolay da olduğundan genişlete bilme bir oda ya da birkaç oda ilave edebilmekte çok zor olmamış.”

“Evlerle bağlantısını anlamadım hocam.”

“Evlerde yaşayanlar herhangi bir durumda kaçıp sığınacakları yerleri yapmışlar. Nasıl şehirlerimizde yer altı sığınakları var aynı öyle düşünün.”

“Düşmandan kaçmak için hazırlanan yer altı sığınakları.”

“Doğru…  Bu evlerle yer altı şehirleri aralarına tuzaklarda hazırlamışlar. Devamlı yer altına doğru odalar, koridorlar, havalandırmalar, mutfaklar yaptıklarından büyüdükçe şehir halini almış haliyle…”

“Normal olarak.”

“Tabi… Düşünsenize yüzlerce oda yapıyorlar, birbirlerine bağlantılı olarak galeriler yapmışlar.”

“Hocam benim anlamadığım çok karışık oluşları.”

“Tabi. Labirentler yapmışlar zaten. İnce uzun yolları alçak yapmışlar.”

“Bezir yağı ile aydınlanıyorlar ve ısınıyorlarmış.”

“Kandillerde bezir yağı yakıyorlardı. Isınmak içinde kullanıyorlardı. Eğer yer altı şehirlerini gezmişseniz, büyük yuvarlak taşları da görmüşsünüzdür. Sürgü taşları… İçeriden açılabiliyor bu sürgü taşları ama dışarıdan açılması mümkün değil. Ortalarına da delik açıyorlar, düşmanı gözetliyorlar. Ok ya da mızrakta atıyorlarmış.”

Atlas ve oğlu ayağa kalktıklarında yola devam edileceği anlaşılıyordu. Bu güzel sohbet hepsine iyi gelmişti. Neşelenmişlerdi. Dinlenince de kuvvetlenmişlerdi. Bir süre öylesine hiç konuşmadan, etrafı inceleyerek yollarına devam etmişlerdi…

Sessizce yürümeye devam ediyorlardı. Timuçin, kulağına takılı olan cihaza konuşarak notlar alıyordu. Sessizliği Timuçin bozdu.

“Pürüzsüz.”

Herkes olduğu yerde durdu. Timuçin acele ile sırt çantasını yere indirdi. İçinden birtakım notlar çıkarttı.

“Beni dinler misiniz lütfen? Size bir şey okumak istiyorum.”

Timuçin yürüdükleri yerden biraz daha geniş bir yerde durdu. Diğer grup üyeleri yanına yaklaştı. Suna Baydaroğlu:

“Karanlıkta nasıl okuyacaksın?”

“El fenerim var.”

El fenerini Atlas’a uzattı.

“Buralar enteresan biraz önce nasıl bu kadar aydınlık diye kafa patlatıyorduk, şimdi de karanlıkta nasıl okurumu düşünüyoruz. Atlas hanım rica etsem tutar mısınız? Size yer altı tünelleri ile ilgili birkaç şey söylemek istiyorum; içinizi rahatlatacak.”

Timuçin elindeki notlardan okumaya başladı.

Bazıları dar, bazıları geniş olan tünellerden, Daniken' in gördüklerinin hepsi köşelidir. Duvarları dümdüz ve her yan cam gibi bir madde ile kaplıdır. İçerde manyetik etki çok güçlüdür ve pusulalar çalış…”

Timuçin sözünü bitiremedi. Sesler gelmeye başlamıştı. Garip bir şekilde yaklaşan sesler atların ayak sesleriydi. Aynı anda bir gariplik daha oldu. Ellerindeki fenerler söndü. Hepsi dondu kaldı. Hiçbirinin sesi çıkmıyordu. Ardından rüzgâr çıktı. Yerin altında rüzgâr! Çağman Babüroğlu:

“Neler oluyor? Bu rüzgâr da neyin nesi? Isı düşüyor. Kimse birbirinden ayrılmasın; el ele tutuşun. Lütfen.”

Duvarın dibine sığınmaya çalıştıktan sonra el ele tutuşmuşlardı. Tünelin ortasında hortum gibi rüzgâr girdap yapmaktaydı. Garipti karanlıkta ama rüzgârı sanki görüyorlardı, üstelik girdabı da seçebilmişlerdi. Fikret:

“Atların ayak seslerini mi duyuyoruz yoksa bu bir yanılgı mı?” Çağman:

“Ben de duydum.” Rüçhan:

“Ben de… Yanılmıyorsam bu sesler; atların ayak sesleri ama yeraltında ne alakası var?” Suna:

“Burası Kapadokya ya burada zamanında çok güzel atlar yetiştirilmiş o yüzden de Beyaz Atlar Ülkesi deniliyormuş ya belki de o yüzden bu sesleri duyuyoruz.” Çağman:

“Yer altındayız. Dışarıda duysak mantıklı ama burada imkânsız!” Suna:

“Burada gördüklerimizde zaten normal değil ki.”

Rüzgâr bir anda geldiği gibi, bir anda da yok olmuştu. El fenerleri de yanmıştı. Kimse yerinden kalkmadı. Şaşkın etrafa bakıyorlardı. İlk konuşan Çağman oldu.

“Geçti; bu sadece bir manyetik alandı. Timuçin beyin açıklamaları üzerine gelince hepimizi ürküttü.”

Suna etrafına baktı.

“Şimdi korkmayın mı diyorsunuz?”

“Öyle demek istemiyorum.”

“Korkulmayacak gibi değil ki!”

 Suna Atlas’a baktı.

“Atlas Hanım siz daha önce buralara geldiniz değil mi? Peki o zaman böyle bir şey olmadı mı?”

“Hayır, olmadı.” Timuçin lafa karıştı.

“Çağman hocam daha iyi bilir ama manyetik enerjiler her zaman açığa çıkmaz, ben öyle biliyorum. Siz ne dersiniz?”

“Evet, haklısınız. Şimdi ben yolumuza devam edelim derim. Sizi bilmem ama ben artık iyice merak etmeye başladım.” Toygar:

“Hepinizin bu telaşına anlam veremedim. Neye benzer, ne gibidir, bana göre çok ta önemli değil. Bir yerlere gidiyoruz. Gitmeliyiz.”

Grubun diğer üyeleri dikkatle Toygar’a baktı. Toygar:

“Ben macerayı severim. Bizler bilim adamlarıyız. Ya da bir kısmımız bilim adamı. Kimimiz araştırmacı, kimimiz tarihçi, kimimiz de arkeolog.(kazıbilimci) Peki, bu telaş, bu korku nedir? Hiç anlamadım.”

Çağman gülümsedi.

Yaşa Toygar; bence de korkmanın bir anlamı yok. Tekrar söylüyorum, Atlas Hanım buraya gelip sağ çıktığına göre biz de çıkarız.”

Atlas grubun başından arkalara doğru yürümeye başladı. Her grup üyesinin önünde durdu. Gözlerinin içine baktı:

“Biliyorum bana hala güvenmiyorsunuz; hatta içinizden deli olduğumu düşüneniz bile var. Haklısınız. Ben de sizin yerinizde olsam aynı şekilde düşünürüm.”

Sustu, diğerlerine baktı.

“Ben buraya birçok kez geldim. Kendimce araştırmalar yaptım. Sonunda sizleri aramaya karar verdim. Bu konudaki en iyiler sizlerdiniz.”

Hepsi dikkatle dinliyorlardı.

“Size son bir şey söyleyeceğim; ona göre karar verin. Kimsenin hayati tehlikesi yok; asla da olmayacak.”

Atlas grubun sonundaki Toygar Ateş’in karşısına gelince durdu. Adamın gözlerine baktı.

“Şimdi karar sizin ya devam edersiniz ya da geri dönersiniz. Gelmek isteyeni ben sonuna kadar gideceğimiz yere götüreceğim.”

Atlas derin bir nefes aldı.

 

 

Nazan Şara Şatana’nın yazdığı Fantastik TAŞLAR – KIYAMET Kitabından…

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....