- Kategori
- Kültür Turizmi
Karadeniz turu 3. gün

Tortum Şelalesi - Erzurum
Tarih: 11/08/2008
Sabah kahvaltısının ardından Erzurum’daki ilk gezi durağımız Çifte Minareli Medrese oldu.
Medrese üzerinde yapıma ilişkin hiçbir kitabe bulunmamakta. Anadolu’ nun bu en büyük medresesi açık avlulu, dört eyvanlı ve iki katlı medreseler grubuna giriyor. Tarih bakımından İlhanlı dönemine ve 13. yüzyıl sonu ile 14. yüzyıl başlarına ait olduğu sanılmakta. Osmanlılar zamanında IV. Murat döneminde tophane, daha sonra da kışla olarak kullanılmış. 26x10 boyutlarındaki avlu revakla çevrili. Girişin batısında yeralan oda mescit. Avlunun etrafında öğrenci odaları bulunmakta. Medrese içerisinde ve özellikle taçkapıda bitkisel bezemeli bordürler, Anadolu Selçuklu dönemi taş süslemelerinin en güzel örneklerini içermekte. Taçkapıda bezemenin bir bölümünü oluşturan figürlü panolar Orta Asya Türk inancına ait izler taşımakta. Çift başlı kartal, hat ağacı ve ejderlerden oluşan bu panoların bazıları yarım kalmış. Medresenin güney tarafından ana eyvana bitişik olan türbe kısmı, döneminin en büyük mezar anıtı olarak kabul edilmekte.
Buradaki gezimizin ardından Yakutiye Medresesi bir sonraki durağımız oldu. Medrese 1310 yılında İlhanlı Hükümdarı Sultan Olcaytu zamanında Gazan Han ve Bolugan Hatun adına Cemaleddin Hoca Yakut tarafından geleneksel Selçuklu mimari tarzında yaptırılmış. Medrese Anadolu’daki kapalı avlulu medreselerin son örneklerinden. Avlunun çevresine öğrenci odaları ve dershaneler yerleştirilmiş. Taçkapısında bulunan geometrik ve bitkisel motifli bordürler dönemin özelliklerini taşımakta. Taçkapının iki yan yüzünde Çifte Minareli Medrese’de olduğu gibi kartal, hayat ağacı ve aslan figür ve motiflerinden oluşan panolar bulunmakta. Doğudaki ana eyvan türbe ile birleştirilmiş.
Yakutiye Medresesi gezimizin ardından Taşhan’da serbest zaman verildi. Bu mekanda özellikle Erzurum denilince akla gelen Oltu Taşı’ndan yapılma el emeği göz nuru takı ve aksesuarların satıldığı dükkanlar bulunmakta.
Bu arada Rehberimiz Ramazan, Oltu Taşını ayırt etmenin yollarından bahsetti. Çünkü özellikle son zamanlarda Rus taşı piyasayı işgal etmiş Oltu Taşı yerine. Oltu Taşı hafif, kullanıldık çaparlayan, hafifçe kazındığında kahverengimsi bir toz çıkaran, ayrıca dokunulduğunda üzerinde buhar oluşan bir taş imiş.
Buradan Tortum’a doğru yolaldık. Saat erken, ama buraya gelmişken Cağ Kebabı yemeden gidilmez dedik ve afiyetle Cağlarımızı mideye indirdik (Olsa da yesek).
Sıcağın iyiden iyiye tenimizi kavurmaya başladığı öğle sonrasında Öşk Manastırı gezi durağımız oldu. Burası oldukça harap bir yer. “Yazık kültür mirasına bu şekilde mi bakılıyor”, diye söylenmekten alamadım kendimi. Manastır, bir kilise, üç şapel, yemekhane ve elyazmalarının kopya edildiği ve korunduğu kütüphane binasından oluşmakta. Manastır kilisesi üzerindeki yazıtlara göre 963-973 yılları arasında Gürcü Kralı Kuropalat Adarnese’nin oğulları David (krallığı 961-1001) ve Prens Bagrat(ölümü 966) tarafından inşa ettirilmiş ve Vaftizci Yahya'ya (Ioannis Prodromos) adanmış.
1022 yılında bölgenin Bizans İmparatorluğu denetimine geçmesinden sonra kilisenin yıkılan kubbesi Bizans İmparatorları II. Basileos ve VIII. Konstantin tarafından onartılmış. Kilisenin içindeki bir yazıta göre 1036 yılında, Patrik Gagik’in parasal desteğiyle, kilisenin duvarları fresko tekniğiyle resimlerle bezenmiş.Bölgedeki piskoposluk merkezlerinden biri olan Öşk Manastırı 11. yüzyılda elyazmalarıyla ünlü önemli bir kültür merkezi olmuş. Bu önemini 15. yüzyıla kadar korumuş. Manastır Kilisesi, 19. yüzyılın sonundan 1980 yılına kadar cami işlevi ile kullanılmış. 1985 yılında ise TC. Kültür Bakanlığı tarafından tescil edilerek korunması gereken taşınmaz kültür varlıkları arasına alınmış.
Öşk Manastırı’nın ardından Tortum Şelalesi’ne doğru yol aldık. Yol üzerinde Tortum Gölü’nü de fotoğraflama imkanı bulduk. Göl, Tortum Çayı’nın aktığı Tortum Vadisi’ni kapatan büyük bir toprak kayması sonucunda oluşmuş. Vee Tortum Şelalesi'ndeyiz. Şelale bu sıcak havada vaha ile karşılaşmış kervancılar gibi bizi çekiyor. Şelale oluşumu açısından dünyanın ikinci, yüksekliği bakımından da dünyanın üçüncü şelalesi olarak biliniyor. Yaklaşık 48 metre yükseklikten dökülmekte bu şelale. Şelalenin tabanına varınca ben ve birkaç arkadaşım ayaklarımızı şelalenin ferahlatıcı sularıyla tanıştırdık. Ayaklarımız hiç çıkmak istemedi bu sulardan. Fotoğraf alırken de objektiflerimizi şelalenin sebep olduğu su damlacıklarından korumaya çalışıyoruz bir yandan. Bu doğa harikası ile vedalaşıp şelalenin yukarısında bulunan çay bahçesinde soğuk karpuz ziyafetine katılıyoruz. Karpuzları değerli bir ağabeyimiz ısmarlamış(kesesine bereket). Değmeyin keyfimize…
Ardından Artvin yolculuğumuz başlıyor. Karadeniz’e gidiyoruz dostlar tutmayın bizi. Yol keskin virajlarla dolu. Ramazan tedirgin. Sebebini sorduğumuzda bu bölgede yapılacak baraj için çalışma yapıldığını ve bu çalışmalar esnasında kontrollü olarak heyelan oluştuğunu ve belirli saatler arasında yolun kapandığını söyledi. Dileği yol kapanmadan geçebilmek bu bölgeden. Ama o da ne yol birkaç dakika önce kapatılmış. Birkaç araç ile yolun dozerler tarafından açılmasını bekledik. Ama kimse şikayetçi değil. Sıcak sohbetlere dalmışız. Sanırım 45 dakika kadar sonra yol açıldı ve biz yolculuğumuza devam ettik. Fotoğraf molası için durduğumuz yeri anlatabilmem pek de mümkün değil. Bulutların üstündeyiz. Sadece bunu yazabiliyorum dağlarının arasındaki bu tepeden. Muhteşem…
Artvin’e girişte bir benzin istasyonunda ihtiyaç molası verdik. Burada tesadüfen mini bir şehitlik buldum. Gözlerim nemlendi, içim cız etti hayatlarının baharında vatanımızı savunurken şehit düşen bu gençlerimize. Tüm şehitlerimizi saygıyla anıyoruz. Bu günkü yolculuğumuz Artvin’deki Sarp Hotel’de sona eriyor.
Bu arada haberlerden Rusya’nın Gürcistan’a girdiğini endişe ile öğreniyoruz. Biraz ötede, sınırın diğer tarafında savaş var.