Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Kasım '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kızlı-erkekli, alışveriş merkezleri, üç çocuk yapacaksın... Aaaaaaaaa dağılın be başımdan!!!!!

Kızlı-erkekli, alışveriş merkezleri, üç çocuk yapacaksın... Aaaaaaaaa dağılın be başımdan!!!!!
 

Andrea Palladio'nun yaptığı Villa Godi Molinverni'nin duvarları kızlı erkekli


Loş bir ışık, dışarıda yağmur yağıyor. Sıcak battiniyeme ve sevgilime sarılmış altmışlardan kalma bir İtalyan komedi filmi izliyorum. Sevgilimin duyma eşiği benimkine göre çok aşağıda olmalı, zira sürekli kumanda el değiştiriyor. Ben duyamıyorum deyip televizyonun sesini açarken, o bir müddet sonra sesten rahatsız olup yine kumandaya uzanıyor. Fakat film çok sürükleyici fakir İtalya’yı siyah beyaz kavga gürültü içinde izliyorum. Sıcak bir çay yudumluyorum öte yandan. Dünyanın bütün kaygılarından uzaktayım. O zamanlar çok masumduk diyor sevgilim. Filmde gördüğü o samimiyete gülümsemeyle bakıyor. Ben de gülümsüyorum. Aklıma çocukluğumun masumane filmleri geliyor. Bizim de ailecek izlediğimiz filmlerimiz vardı. Fakir ama gururlu ve kocaman ailelerin olduğu filmleri izleyerek büyüdük biz de. Şimdi o masumiyetten geriye çok bir şey kalmadı.

Film bitip de gerçek dünyaya döndüğümüzde hayatın gerçekleri denilen tuhaflıklar içinde buluyoruz kendimizi. Koşturmaca, yapılması gerekenler, edilmesi gereken kavgalar, çalışılması gereken dersler ve okunması gereken kitaplar hiç bitmiyor. Öte yanda ise takip edilmesi gereken kocaman bir gündem var ve sürekli değiştiği için hızına bir türlü yetişilmiyor.

Geçenlerde iki haftalığını Türkiye’ye gittim. Benim canım güzel ülkem ne olmuş sana diye hayretler içerisinde kaldım. İstanbul trafiğinde üç adım ilerlemek bir mucizeye dönmüş. İki ay kadar önce protestocuların mekanı olan gezi park Suriyeli göçmenlere kalmış. Akşama kadar aç açıkta kalmış vaziyette orada ailecek oturduklarını görmek bir anda bir çaresizliğin resmi olup çıkıyor karşıma. Dünyanın nazlı gelini İstanbul binbir karmaşa içine düşmüş. Birbirinden çirkin, kocaman camlı, gri-siyah karışımı binalar ve onları daha da çirkinleştiren tuhaf ışıklandırmalar bana cehenneme hoş geldin der gibi bakıyor. Bu çirkinlikte neden insanların kalan o iki üç ağaca sıkı sıkı sarıldığını daha iyi anlıyorum. İstanbul çok güzeldin sen bir zamanlar. Mazin içimi yakıyor. Bütün keşmekeşler içinde seni bırakıp Ankara’ya kaçıyorum, huzuru doğduğum şehirde bulacağımı umarak. Ankara’ya gecenin geç saatlerinde vardığımda beni İstanbul’dakine benzer bir çirkinlik karşılıyor. Bir yıl içinde bu kadar çok alışveriş merkezi nasıl yapıldı anlam veremiyorum. ODTÜ yolundan geçen sayısız kamyonu görünce afallıyorum. Büyükşehir inatlaşma içinde ve o kahrolası yolu bitirmeye kararlı bütün araçlarını oraya nakletmiş bile. Neyi katlediyorlar peki? Birkaç ağaç değil miydi bütün derdimiz?

Batıkent’te eskiden bizim çarşılarımız vardı. Minik dükkanlar içinde çardağı ve bahçesi olan şirin rengarenk mekanlar... Pastanelere giderdik eskiden biz. Şimdi alışveriş merkezleri oralarda da üstünlüğü ele geçirmiş. Hepimiz lüks içinde yaşamayı seviyoruz. Hepimiz ışıl ışıl bir dünya istiyoruz. Ayağımız çamura batmasın, kafamıza kuş pislemesin, popomuz kocaman koltuklarda rahat etsin istiyoruz. Geleceğimizi ve de çocuklarımızın geleceğini o çirkin ve de oksijen yoksunu kapalı mekanlara tıkıyoruz. Neden şunu göremiyoruz hala: Her değişim güzel değildir. Her yenilik iyi değildir. Yapılan her yol esasına bir katliamdır. Sürekli ev yapmak, sürekli çocuk yapmak, sürekli alışveriş merkezi yapmak iyi değildir, sürekli size dayatılanı kabul etmek, sürekli hayatınıza müdahale edilmesine izin vermek iyi değildir. Yeni yollarımız, köprülerimiz, alt geçitlerimiz, üst geçitlerimiz, kavşaklarımız, gökdelenlerimiz bize iyi bir gelecek sunmayacak. Beş yaşındaki bir çocuğa resim yap dediğinde size pırıl pırıl parlayan bir güneş, bembeyaz bulutlar, sonra dağlar, tepeler sonra ağaçlar, sonra dere kenarında bahçeli minik evler, elinde balonunu uçuran çocuklar ve minik hayvancıklar çizecektir. Dünyası çocuk kadar dingin çocuk kadar güzel olmayan ruh hastası yetişkinler bu güzel tabloyu yok etmek için el birliği ile çalışıyorlar. Oysa bu masum tabloyu korumak gerek.

Çok ama çok tuhaf şeyler yaşıyoruz. Komik bile değil birileri çıkıyor ve bize inandığımız bütün değerleri altüst edecek ne varsa yapıyor. Sesini çıkaran üç beşten olanı da bir güzel mimliyor. Durun yahu evleri basmak de ne oluyor? Kızlı erkekli oturuyoruz şunun şurasında. İsteyen istediği ile yaşama hakkına sahip değil mi? Reşit olmuş bir bireye ailesi bile kanunen karışamaz siz kimden aldığınız yetkiyle rutin denetleme adı altında insanları taciz ediyorsunuz? Siz kimsizin de bir de üstüne bize hakaret ediyorsunuz? Bir de birbirinizi “yedirmeyiz” “içirmeyiz” diye savunmaya geçiyorsunuz. Oysa kimsenin sizin gibileri yeme içme derdi yok. Yahu sizin turşunuz bile kurulmaz.

Ben yine çok kızgınım. Yine işimi gücümü bıraktım gündemin saçmalıklarına daldım. Yine beş kuruşluk adamları ciddiye aldım. Hadi oradan ya dağılın hepiniz dağılın başımdan leş kargaları!

Şimdi bütün bu saçmalıkları boşverelim. Venedikliler mücadele ettiler ve kazandılar. Çok yakında büyük gemiler Venedik lagününü terk ediyor. Bunun için bir kutlama yapmaya değer bence. Dünyanın birçok çoktasındaki gelişmeleri takip etmeye çalışıyorum. Tahiti’de bu sefer de bir kasırga olmuş ve halk bölgeden kaçıp kurtulmak derdindeymiş. Geçenlerde yönetmen arkadaşım Erdem Tepegöz ile Ankara’da buluşmuştuk. Erdem bize Tahiti maceralarını anlatmıştı. Bu haberin ardından onun anlattığı Tahiti gözümde canlandı. İnsanların yaşadığı çaresizlik ve yokluk... Muhtemelen çaresi olmayan bir hastalık gibi bizi bekleyen sona koşuyoruz. Hayatımızın bir anında güzel birşeylere gülümseyip bir diğer anında kaygı verici bir gelişme ile üzülüyoruz. Bazen de gündelik hayatın koşturmacasına kapılıp evrensellikten uzaklaşıyor burnumuzun ucundakilerle meşgul oluyor biraz ileride neler oluyor kaçırıyoruz. Bazen de dünyayı kurtarma sevdasına kapılıp kendimizi ve en sevdiklerimizi atlıyoruz. Hayat bir denge üzerine kurulmuyor her zaman. Bunu anladıktan sonra eksiklikler ve yanlışlıkların kaynağını da görmek zor olmuyor.

Bir yılı daha bitiriyoruz. Yakında bu yıla damgasını vurmuş kişiler, olaylar, ülkeler vs adı altında yazı dizileri başlar. Bu yıl kaybettiklerimize bakar hep tüh ya keşke ölmeseydi derim hep. Kaybetmek hep acı verir zaten. Kaybetmek doğanın bir dengesi kabul edilse de, ben daha fazla kaybetmekten yana değilim. Artık hayatımıza bize zorla dayatılan lüksleri kabul edip de yandaş birilerinin daha zenginleşmesine müsaade etmek istemiyorum. Hizmet adı altında kimsenin geleceğimi karartmasına da müsaade etmek istemiyorum. Daha da basiti artık hayatımda çirkin insanların soluğunu hissetmek istemiyorum.

 
Toplam blog
: 79
: 5412
Kayıt tarihi
: 25.10.11
 
 

Dr. Serap Mumcu Geronazzo, Padova Üniversitesi Tarih bölümünde doktoramı tamamladım. Tarih, Sanat..