Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Koşarken belli olmayan

Sabahtan beri önüme kışlık yakacak misali yığdığım gazeteler odanın her tarafına dağılmış.

Pazar ekleri, bölge ekleri, abone olduğum siyasi dergi, bayiden aldığım mizah dergisi, aç karna içtiğim yarım demlikten fazla çayla, üç dört sabah sigarasının ağzımdaki acı tadıyla kardığım Pazar sabahı keyfi ben farkında olmadan üçüncü saatinde keyif olmaktan çıkıp bin senelik bir Pazar ıstırabı olma aşamasına çoktan girmiş bile.

Bu tatil gününde halı sahada futbol maçı yapan ya da keyifçi kayıklarıyla sabaha karşı balığa çıkan arkadaşlarımla yollarımız ayrılalı uzun yıllar oldu, şu anda onlar oldukça eğleniyor olmalılar.

Annemin evindeyim...

İçeriden misafirlerin gürültüleri geliyor, (zamanında Türk kadınına seçme ve seçilme haklarının yanı sıra özgürce herkesin dedikodusunu yapabilme hakkını da tanımışız herhalde) bizim evdekilerle onlar arasında şu anda burada olmayanların ahvali konuşuluyor olmalı, başka bir evde de bizim evin ahvalinin konuşulması muhtemel tabii.

...

Telefon çaldı, cızırtılara bakılırsa herhalde şehir dışından karlı buzlu bir yerlerden arıyordu karşıdaki “Numan orada mı? Numan’ı ver” diye avaz avaz bağırıyor.

Hemen kapatmadım, can sıkıntısına iyi gelirdi böyle geyikler.

Karşılıklı olarak bağrışmaya başladık daha sonra

“Yok kardeşim yanlış numara”

“Orada çalışmıyor mu Numan, lokanta değil mi orası?”

“Değil güzel kardeşim ev burası”

“Ne evi?”

“Bildiğin ev kardeşim Numan diye birisi yok burada, yanlış aramışsınız bir daha kontrol edin, burası ev”

Adam daha beter canımı sıktı sonra.

“Ne evi ulan Numan’ı versene”

“ananın ...”

Ben adamın günahsız anacığının günahını alırken misafirlerin çocukları gürültüleri duyup odaya doluşmuş; hayvanat bahçesinde maymuna bakar gibi bana bakıp bakıp gülmek gibi bir huyları var bu veletlerin, annelerinin gelip ev sahibinin küfürbaz oğlunun yanından çocuklarını alması lazım ama onlar da pek oralı değiller şu anda, dedikodu iyice kızışmış olmalı.

“Abi sen Popstar’a niye girmiyon?”

“O ne lan, deterjan markası mı? bak çalgılara dokunmak yok döverim alayınızı, efendi durun çalışıyoruz şurada”

“Abi bizim okulun müdürü seni tanıyor”

“Tanısa ne olacak, memur diye okula mı alacak allahın keli”

“abi ne acayip adamsın ya”

“Lan bırakın o gitarı, denyolar çıkın lan odadan”

Odadan ‘Denyo’ diye bir laf öğrenip çıktılar sonra, şimdi de koridorda denyo lafını besteleyip ‘Denyo! Denyooo! diye teganni ederek koşuşturuyorlar.

...

Monitörün karşısına oturdum tekrar, geçen ay ... dergisinden dönen öykümü düzetmek, güçlendirmek.

Aslında yapacağım şey önce yazmayı denemek, bir ucundan tutabilip becerebileceğimi hissedersem ondan sonra da yazmak. Kocaman bir başlık attım sayfaya “Bizim kafeterya” diye. Sonra bir sigara içimi boş ekrana bakıp kafa patlattım.

‘Kafa patlattım’ dediğim yanlış anlaşılmasın, o kadar yorulmuyorum aslında yazı yazarken, hatta eğlendiğim bile söylenebilir.

Cenap Şahabeddin “Kendine gülen adamın gülüşü daima zekidir” demiş, bendeki tek zeka belirtisi bu zaten örneğin şu “Bizim kafeterya” adlı uzun öykünün tashihinin daha ilk satırlarını yazmadan gülmeye başladım, kendime yönelttiğim eleştiriler de genellikle aynı kalıpta; “Yuh!”

...

Yazarken birden klavye kararıverdi, harfleri göremez oldum, günler ne kadar da kısaldı diyerek ışıkları açmak için kalktım ki misafirler gidiyormuş, şimdi kapıya gidip onlar ayakkabılarını, çizmelerini giyip merdivenden inene ve çenelerini kapatana kadar orada dikelip sırıtmam gerekiyor.

“Efendim tekrar bekleriz, herkese selamlar, ayağınıza sağlık, çocuklar görüşürüz arada okulu kırıp gelin Okan abinizin yanına ehe ehü..”

Bu beş milyon yıllık misafir seven ev sahibi numarası baştan aşağı yalan tabii, Asıl söylemek istediklerim bunlar değil muhakkak.

“Aaa gidiyor musunuz, e tabii enişteler acıkınca hatırlamıştır varlığınızı şimdi, sayenizde yazı yazmam gereken koca bir öğleden sonrayı sizin saftirik gürültünüz yüzünden ekrana boş boş bakarak geçirdim ben ama önemli değil yani her zaman bekleriz, bu çocukları da hafta sonları spora, yabancı dil kursuna falan vermeyin sakın, ne gerek var iyi yetişmelerine değil mi? zaten Avrupa birliğine gireceğiz! bir şekilde hepsinin geleceği garanti altında, aslında hiç masraf yapmamak lazım çocuklara durduk yere, siz dolarlarınıza kıymayın, öyle çanta gibi dolaştırın yanınızda bu memleketin geleceğini anasını satayım”

...

Ve akşam.

Yüksek taburelerin üzerinde kucağımızda gitarımızla bir sahnelik saltanatımızın hüküm sürdüğü saatler, bir taraftan bakıldığında “ye, iç, eğlen, kız tavla, gavurlardan bahşiş al, bu kadar kıyak yetmezmiş gibi git bir de patrondan para al, sonra eve git yat, akşama kadar sanatçıyım ayağına bir tarafını büyüt”

Madalyonun diğer yüzü, “Hiçbir iş güvencen olmadan beş kuruş para için onun bunun keyfinin yönlendiricisi ol, takoz orkestra arkadaşlarının kahrını çek (Bazen ben de takoz olabilirim her günü bir olmaz insanın), sabahlara kadar içki kokusu, sigara dumanı solu, bütün gün tuzruhu gibi dolaş, sonra zamanı tersten yaşadığın için yavaş yavaş yalnızlaş ve içinde yazı ateşinin coştuğu harika bir Pazar gününü evde koca .ötlü komşu karıların bitmek tükenmek bilmeyen zırıltıları içinde geçir.

...

Arkadaşım Deniz’in bir lafı vardır durur durur “Koşarken belli olmaz” der Deniz. Doğru laftır aslında, kimse işini yaparken yakınmaz, zırlamaz sorulduğunda da duruma göre biraz nazlanabilir “benim işim çok zordur” diye.

Aslına bakarsanız biz de pek düşünmüyoruz bunları sahnedeyken, doğru kitle karşımızda bizi dinliyor haldeyken müzisyen oluruz, karşımızda severek yaptığımız müziğin hiçbir şekilde ulaşamayacağı bir kitle varsa o zaman da müzisyencilik oynarız. Doğrusu ikisini de iyi yaparız.

...

Korkuteli’nin Osmankalfalar köyünde bir alabalık çiftliğine düşmüştü yolumuz, genç bir çocukla tanıştık orada, on yıldır o alabalık çiftliğinde çalışıyormuş. Çocuğun yaptığı yegane iş gün içinde belirli aralıklarla içinde balıkların olduğu dört tane havuza yem atmak. Burada işe başladığı ilk on dakika da ne yaptıysa, on yıldır aynı şeyi yapıyor. “Balıklara yem atıyor”.

Mesela evine gittiği zaman günün nasıl geçti diyen karısına cevap olarak “Balıklara yem attım” diyecek, askerdeki arkadaşına mektup yazarken “Benden sual edecek olunursa, balıklara yem atmaktayım” diye yazacak. Yorum yapmayı ve ‘ben o çocuğun yerinde olsaydım’ varsayımlarını size bırakıyorum.

...

Her şeye rağmen hayat devam ediyor diye kendimizi teselli ederiz ya, inanın sadece devam ediyor olması hiçbir halta yaramıyor.

Hayat sürekli devam edeceğine bir durup, bir devam etse; yani arada bize küçük maymunluklar yapsa daha eğlenceli olacak gibi.

Maymunluk dedim değil mi?

Ben işe geç kalıyorum...


Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..