Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mart '12

 
Kategori
Eğitim
 

Köy Enstitüsü yılları

Yazarı: Talip Apaydın

Talip, üç sınıflı köy okulunu bitirince kasabada kaymakamın girişimiyle açılan ve ödeneği köy bütçelerinden karşılanan yoksul çocuklar pansiyonunda okur. Beşinci sınıfı bu şekilde bitirir. Babası da kendiside eğitim hayatının devam edebilmesini istemektedirler. Buda ancak köylere öğretmen yetiştiren Köy Öğretmen Okulu’na kabulü ile mümkün olabilecektir. Bunun için kasabada öğrencileri seçecek olan müfettişle görüşürler. Talip biraz heyecandan, biraz da sıtma hastalığının verdiği rahatsızlıktan dolayı müfettişin sorusunu doğru yanıtlayamaz. Talip çok üzgündür. Ancak babası, kasabadaki Başöğretmen Burhan beyden ümitlidir. Burhan bey müfettişi ikna etmiştir. (Belki de babasının 16 yıl boyunca çeşitli cephelerde savaşmış bir savaş gazisi olmasının da etkisi olmuştur.) Ancak kayıt için 30 Lira gerekmektedir. Bu para onlar için büyük paradır. Ne kadar çabalasalar da 20 Lira bulabilmişlerdir. Talip elinde 20 Lira ile tek başına içinde korku ve endişe ile kayıt için yola çıkar. Babasının köyde çok işi vardır. Bu nedenle yalnızdır. Kayıt için müdür yardımcısının yanına çıkar. Para sorulduğunda yutkunur. “Babam bu kadarını bulabildi öğretmenim.” diyebilir ancak. Müdür yardımcısı “Olur mu öyle şey!” diyecek olur ama Talip dayanamayıp ağlamaya başlayınca “Peki peki ağlama, müdüre söylerim.” diyerek kaydını yapar.

Okula girdiğinin hemen ertesi günü, bir sele kapılmış gibi hisseder kendisini Talip. Kampana çaldıktan sonra öğrenciler merdiven önünde toplanır. Talip’in kayıt olduğu gün 10 Kasım 1938’dir. Müdür önce Atatürk’ten bahseden bir konuşma yapar. Sonrasında okulun çok eksiği olduğundan bunlar tamamlanmadan derslere başlanamayacağından bahseder. Bu nedenle herkese yapabileceği bir iş verilir. Talip biraz ufak tefek olduğundan, yemekhane temizliği, cam silme gibi görevler verilir. Daha büyük olanlara ise su deposu kazma, bahçe düzenleme, kireç çukurlarını doldurma işleri verilir. İlk gün ders yapamazlar ama her an yeni bir şey öğrenirler. Sofrada nasıl oturulur, nasıl yemek yenilir, nasıl konuşulur, bayan öğretmenler özellikle bu konulara dikkat ederek düzeltirler hatalarını. Geceleri de kitap okuma saatleri vardır. Akşama kadar çalışmış yorulmuş öğrenciler, akşam da düzensiz lüks lambası ışığında kitap okuyarak derslerine hazırlanırlar. O ay sonunda okulun eksiklikleri epeyce giderilir ve sonunda derslere başlanır. Ortaokul müfredatı ile eğitim görürler. İlk zamanlar derslerde biraz zorlanır Talip. Özellikle de İngilizce ve matematikte. Boyu kısa olduğu için en önde oturturlar. Öğretmenler bir şey soracak diye ödü kopar. Ancak gece gündüz çalışarak, daha iyi olan arkadaşlarına sorarak asılır derslerine. Yazılı sınavlardan da iyi notlar almaya başlar. Notların açıklanmaya başlaması ile ilk günler göze çarpan öğrencilerin yerini, pek sesi çıkmayan ama çalışarak iyi notlar alanlar alır. Talip de bunlar arasındadır. İlk yıl müzik öğretmeni olmadığı için müzik dersi göremezler. Genel bir eğilim göstermemekle beraber Talip en çok resim-iş ve yazı derslerini sever. Resim öğretmeni çoğu kez duvara asar Talip’in resimlerini. Sık sık görev vererek yüreklendirir onu. Okulda 120 öğrencidirler. Sınıf nöbetçisi oldukları gün sobayı kendileri yakarlar. Hiç hademeleri yoktur. Çamaşır bulaşık hariç her türlü işi kendileri yaparlar. İlk yılı böyle yoğun bir şekilde geçer.

İlk yılın yazında iki guruba ayrılırlar. Bir gurup 45 günlüğüne memleketine giderken, kalan gurup okulda kalır. Küme küme tarlada, bahçede, tuğla ocağında her yerde sıra ile bir gurup öğrenci çalışacaktır. En çok tuğla ocağı yorar elbette. O yıl öğrenciler pek çok binaya yetecek kadar tuğla yaparlar. Tarım öğretmenleri ve öğrencilerin gayreti ile o zamana kadar hep kuru tarım yapılan çevre, sebze ile meyve ağaçları ve bizzat öğrencilerin diktiği ve baktığı çeşitli ağaçlar ile dolar. Ayrıca bağ yetiştirirler. Kolay olmaz elbette. Bazen tenekelerle, bazen at arabasında varillerle su taşıyarak bakarlar. Köylülerin, olmaz, burası bağ toprağı değil, sözleri arasında hiç durmadan çalışırlar. Ama sonunda bağlar tutar, dikilen ağaçlar orman olur. Köylülerde şaşar bu duruma. Sonraları özenerek onlar da bağ yetiştirmeye başlar. Enstitünün getirdiği hava, yeni yaşantı, her bakımdan etkiler, kalkındırır çevreyi.

Geldiği günden beri dikkatini bir şeyler çeker Talip’in. Bunlar, aynı tip kıyafetler içinde orta yaşlı, başları tıraşlı bir takım adamlardır. Onlar eğitmendir. Okuma yazmayı kimisi kendi kendine öğrenmiş, kimisi askerde geliştirmiş 20-25 yaşlarında köylüler. İlk önceleri bunun ne demek olduğunu, ne yapacaklarını anlayamaz. Ancak sonraları onlardan biri ile tanıştığında anlar ne olduğunu. Altı ay kurs görüp köylerine gidip hem çocuk okutup, hem de işlerine bakacaklardır. Eğitmenler bunun için büyük bir gayret ve emekle çalışırlar. Eksikliklerini çalışma azmi ile kapatırlar. Amaçları genç-yaşlı, kadın-erkek bütün köylüye okuma yazmayı öğretmektir. Eğitmen sözcüğü hep gayreti hatırlatır Talip’e.

Birinci yıl iş derslerini marangozluk, demircilik ve inşaatçılık işliklerine giderek geçirirler. Programa göre ikinci yılda bu zanaat dallarından birini seçmek zorundadırlar. Ancak marangozluk daha temiz ve kolay olduğundan herkes onu ister. Bu yüzdende kura çekmek zorunda kalırlar. Talip’e de inşaatçılık çıkar. Önce üzülür. Ama sonra yavaş yavaş alışır. İkinci yılın yazından başlayarak öğretmen evleri, atölyeler, kooperatif binaları, büyük ahır ve depolar yapmaya başlarlar. Okulun çevresi şantiyeye döner. İnşaatlarda hemen hiçbir yabancı usta eli yoktur. Devlet bu binaların sadece araç gereç parasını verir.

İkinci yıl da genel olarak birinci yıla benzer şekilde geçer. Kitapları ortaokul ikinci sınıf kitaplarıdır. Biraz zor gelir ama gece gündüz çalışırlar. Nöbetçi öğretmenlerin gözetmenliği altında üç ayrı okuma saatleri vardır. Bu şekilde ertesi günün derslerine hazırlanırlar. Talip bolca düş kuran bir çocuktur. Hele akşam yatınca olmuşları, olacakları, ya da olması gerekenleri tüm ayrıntıları ile düşünür. Kızdığı kimselerden düş kurarak öç alır. Böylesi düşler saatlerce meşgul eder. Dünya görüşü değiştikçe hayalleri de değişiyordur.

17 Nisan 1940 tarihinde Köy Enstitüleri yasası çıkar. Köy Öğretmen Okulları da Köy Enstitüsü olur. Ne demek olduğunu, onları nasıl etkileyeceğini pek anlayamazlar. Okul dışı kanallarda bu değişiklik onların kötülüğüneymiş gibi bir hava estirilir. “20 Lira ücret 20 yıl hizmet.” sözleri ortalığı doldurur. İlk kez görülen başkaldırmalar olur. Talip bu ortam içinde kendini bir yoklar. 20 lira yine de iyi bir paradır onun için. Yirmi sene hizmet ise hiç sorun değildir. Zaten on lira aylık elli yıl hizmet deseler de devam edecektir Talip. Başka çaresi yoktur.

Okul müdürü değişmiştir. Yeni müdür Rauf İnan’dır. Daha ilk görüşte diri ve canlı bir etki bırakır. Hitabet gücü çok yüksektir. Ne söylese, ne kadar söylese dinleten geniş kültürlü, araştırıcı, yetenekli bir yöneticidir. Sık sık yaptığı etkili konuşmalarla öğrencilere enstitü ruhunu ve enstitü kişiliğini aşılar. Talip ve arkadaşları birbirini dinlemeyi, saygı göstermeyi, topluluk içinde konuşmayı öğrenirler.

Enstitüde kitap okuma seferberliği başlar. Tüm öğretmenler ve müdür sözü her fırsatta okumaya ve okumanın faydalarına getirir. Bu sayede bir çok yerli yabancı romanlar, hikayeler her yerde her fırsatta birer birer geçer ellerinden. Okumanın güzelliğini ilk olarak Türkçe öğretmeni Aydın Arıkök tattırır öğrencilere. Çeşitli hikayeleri ve romanları özetleyerek, didik didik ederek incelerler. Nedenini, ne demek istediğini, fikirleri, ülkenin ve içinden çıkıp geldikleri köylerin gerçekleri ile karşılaştırırlar. İncelerler. Bütün yolların Roma’ya çıkması gibi onların da bütün öğrendiklerinin, düşündüklerinin bir ucu köye değer. Ne öğreniyorlarsa köye çevriktir. Köyde nasıl çalışacaklar? Köylünün yaşamını değiştirmek için ne yapacaklar? Okudukları kitaplarda bunu ararlar, bunu düşünürler. Konusu köyden olan yazım görevleri verilir. Sosyoloji dersinde köy toplumu ile ilgili konuları deyimlemeleri istenir. Türkiye gerçeklerine yepyeni bir açıdan bakmaya başlarlar.

Talip yaz tatilinde memleketine gider. Tatile gidecek ilk gurup onun grubudur. O yıl bedence epeyi gelişmiştir, boy atmıştır. Görünüşü de yavaş yavaş değişiyordur. Çok özlemiştir köyünü. Köyüne varınca evin kapıları, pencereleri küçülmüş, tavanı alçalmış gibi gelir Talip’e. Babası çok memnun olur Talip’i böyle görünce. “Devlet ekmeği yarar adama.” der. Çocukluk arkadaşları da hayran hayran bakar Talip’e. En çok tarlada, inşaatta çalıştığına şaşıyorlardır. “Öyle şey mi olur? Efendi kısmı çalışır mı? Efendi dediğin masa başında oturur.” Diyorlardır. Talip de hep kendilerinin farklı bir aydın tipi olacaklarından, eli de, kafası da işleyen okumuş olacaklarından bahseder. Ancak ikna edemez kimseyi.

Tatil dönüşü önemli bir olayla karşılaşır. Kırk kişilik bir ekip seçilip Balıkesir-Savaştepe’ye yeni enstitü yapımı için öğrenciler götürülecektir. Ama işin cazip yanı inşaatlar bittikten sonra çıkılacak gezidir. İzmir, Bursa, İstanbul. Talip de hiç görmediği bu yerleri görmek istemektedir. Seçilecek ekip içinde olmayı çok ister. Ve bu dileği gerçek olan Talip ekiple birlikte Savaştepe’ye varır. Tüm öğrenciler büyük bir gayretle çalışırlar. İki aydan fazla bir süre sonunda enstitü her şeyiyle tamamlanır. Sıra heyecanla beklediği geziye gelir. Önce Soma, Bergama derken İzmir. Denizi, vapuru görür ilk kez. Akşam güneşinin ufukta batışı, hiç deniz görmemiş orta Anadolu çocukları için müthiş bir deneyim olur. İstanbul ayrı bir etkiler Talip’i. Onca zenginlik, onca ses, ışık, renk, üstünde pek ağır bir etki bırakır. Erimiş, silinmiş gibidir. Gezi çok şeyler katar Talip’e.

Geziden döndükten sonra okulda yeni bir şeyle karşılaşır Talip. Okula müzik öğretmeni gelmiştir. Hatta arkadaşları ilk kez gördüğü küçük saza benzeyen bir aleti çalmaya uğraşıyorlar. İlk bir iki ders bir şey anlayamaz Talip. Sonra bilen arkadaşlarına sorarak üç arkadaşı ile birlikte bir de mandolin alarak çalışır. Yeni bir deneyim olan müzik çok hoşuna gider Talip’in. Ne zaman nerede boş kalsa başlar çalışmaya. Sonucunu da görür. Hem arkadaşlarının hem de öğretmenlerin beğenisini kazanır. Enstitüdeki eğlencelerin yapılan temsillerin müziğini yapma işi verilir Talip’e.

Talip üçüncü sınıfta iken Türkiye ikinci dünya savaşının sıkıntılarını yaşıyordur. Onlarda bu sıkıntılı dönemden paylarına düşeni çekerler. Öyle günler olur ki sofradan aç kalkarlar. O günler sıkıntılara katlanmaya dair bir dayanıklılık katar onlara.

Kurban Bayramı tam kışın ortasına gelir o yıl. Kardan tipiden göz gözü görmez.  Hava öyle soğuktur ki Seydi çayından iri iri buz parçaları akar. Kopan parçalar santrali tıkadığından elektrik kesilir. Sular donar. Soğuk iliklerine işler. Bayram için üç gün izin vardır ama gitmek ne mümkün! Mecburen okulda kalırlar. Bayram sabahı dışarıda toplanırlar. Müdür o soğukta üzerinde paltosu bile olmadan çıkar öğrencilerin karşısına. Canlı bir ses tonu ile konuşmaya başlar. Konuşmasında en kötü şeyin yılgınlık psikolojisi olduğundan, korkan insanın kesinlikle yenileceğinden bahseder. Ya böyle boş boş durup üşüyüp, hiçbir şey yapmadan boşa geçiririz bu zamanı ya da bayramlarda çalışırız bayramlar için diyerek eline kazmayı küreği alıp varır santralin başına. Onu öyle gören öğrenciler de büyük bir gayretle kazmayı küreği alıp koşarlar yanına. Böylece kanal temizlenir. Elektrikler ve sular gelir. Öğrenciler de büyük bir mutluluk içindedir. Çalışıp bir şey başarmanın, zamanı iyi değerlendirmenin mutluluğu. Talip için bu bayram unutulmaz bir bayram olur.

Enstitüde sonraları tarım çalışmaları genişlemiştir. Bütün yıl yetecek hatta artacak kadar buğdayı, sebzeyi, meyveyi kendileri yetiştirir. Bir köy evi gayreti içerisinde hep birlikte kışa hazırlık da yaparlar. Bu çalışmalar bazen fener ışığında gece yarılarına kadar sürer.

Üçüncü sınıftan sonra dersleri daha çok mesleki konulara kayar. Öğretmenleri fırsat buldukça köy toplumunun yapısından köylerde yapacakları çalışmalardan bahsederler. Talip de bu duyguları taaa içinde hisseder. O günlerde çok sevdiği yazarlara özenerek öyküler de yazar. Konuları köyden, köylüden hatta kendi akrabalarından.

Enstitüde öğretmenler dışında bir de usta öğreticiler vardır. Enstitünün düzenli işlemesinde büyük emeği olan diplomasız fakat hepsi işinin ustası öğreticiler. Tarlada, demircilik işliğinde, dokuma tezgahlarının başında, terzi hanede pek çok işin ehli insanlar. En az öğretmenleri kadar emekleri geçer öğrencilere. Öğrenciler de öğretmenleri kadar sayarlar bu durmak yorulmak bilmeyen değerli insanları.

Son sınıfta bir buçuk ay süren staj devreleri vardır. Sekizer onar kişilik guruplarla köylere dağılıp ilk olarak öğretmenlik yapacaklar, mesleğin kapısından içeri ilk adımı atacaklardır. Çok heyecanlıdırlar. Kur’ada Çifteler çıkar. O zaman bucaktır Çifteler. Üç öğretmenli, büyükçe bir okulu vardır. Okulun alt katında yatacaklardır. Staj çalışmaları sırasında anlamıştır bu işin sandığı kadar kolay olmadığını. Onun için faydalı bir deneyim olmuştur. Tatlı hatıralarla ayrılırlar Çifteler’den.

Artık Talip son sınıftadır. Bir önceki sınıf mezun olmuş, toptan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsüne götürülmüştür. Talip’in döneminden de belli bir not ortalamasını tutturanlar alınacaktır. Ancak Talip köy özlemi içindedir. Bir yandan da öğrencilik yaşamının sıkıntılarından özgürlüğe kavuşma isteği duyar. Ama bilgi ve görüş ufkunu genişletmek, yükseltmek de istemektedir. İç dünyası bu duygularla karma karışıktır. Sonunda öğretmenlerinin telkinleri, yüksek kısımdan ziyarete gelen arkadaşlarında gördüğü değişim çok etkiler Talip’i. Not ortalamasının da tutması ile Hasanoğlan’a gitmeye karar verir.

Trenle Ankara’ya, oradan da Hasanoğlan’a varırlar. Otuz kişi kadardırlar. Enstitüde çeşitli kollara ayrılacaklardır. Herkesin ilgi ve istidadı doğrultusunda bir bölümü seçmesi gerekir. Talip de en iyi yapacağını düşündüğü güzel sanatları seçer. Ekim ayı ortası derslere başlarlar. Birer keman dağıtırlar, birer de seybold metod. Müzik öğretmeni Mehmet Öztekin’dir. Belki güçlü bir müzisyen değildir ama öğreticilik yanı iyi bir öğretmendir. Haftada bir Ankara’dan da dönemin ünlü sanatçı ve yazarları ders vermek için Hasanoğlan’a gelir. Enstitüde bol bol okuma ve düşünme alışkanlığı verilir. Durmadan okuyup incelerler. Araştırıcı, savaşımcı birer kişilik kazanırlar. Günleri böyle ilim atmosferi içerisinde geçer. En çok anımsadığı günler nedense pazardır. Kendi halinde kalmayı, düşler kurmayı sever. Onsekiz, ondokuz yaşındadır. İçinde umutlar, istekler, heyecanlar vardır. İçyapısı gereği fazla girgin değildir. Az arkadaşı vardır. Ama iyi konuşur onlarla. Hasanoğlan da üç kişilik iyi bir dostluk oluşturmuşlardır.

Birinci yılın sonunda çeşitli enstitülerde öğretmenlik stajı yapacaklardır. Kur’ada Sivas Yıldızeli çıkar Talip’e. Yıldız elinde acı tatlı 45 gün geçirir. Azda olsa maaş bile alır. İlk maaşı ile kalın kumaştan bir ceket bir pantolon yaptırır. Kalanını da babasına gönderir. Hasanoğlan enstitüsü yeni bir okuldur ve düzenli bir binası yoktur. İkinci yılın başında kendi binalarını yaparlar. İki katlı 12 derslikli geniş salonları bulunan büyükçe bir yapıdır. Ustası, kalfası, amelesi hepsi onlardır. Binalar bittikten sonra kollar çeşitli geziye çıkacaktır. Dağ mı dayanır o enerjiye. İki üç haftada koca yapılar çıkar otaya. Talip’in kolu güzel sanatlar da Gemlik, Bursa, Mudanya, İstanbul, Edirne programında geziye çıkar. Sonra Ankara, oradan da izne köyüne gider. Gezip gördüğü yerlerle karşılaştırınca köyü daha kötü gelir Talip’e. O yıl daha girgin ve cesur konuşur. Tartışmalara girer.

Son sınıfa geçtiği yıl Gezici Başöğretmenlik-Müfettişlik stajı yapacaklardır. Talip’e de Çayırhan-Nallıhan yöresindeki köyler verilir. Elinde bir çanta çoğu zaman yürüyerek köyleri dolaşır. Köy okulunun ve köy öğretmeninin sorunları ile karşı karşıya gelir. Bir takım tartışmalara girmek zorunda kalır. O zaman anlar Talip. Toplumdaki haksızlıklara karşı susamayacak, durup dinlenmeden, rahat etmeden, ömürleri savaş içinde geçecektir. Staj sonunda Hasanoğlan’a döndüğünde kendini daha bilinçli, daha zengin bulur. Yurdun ve yurttaşın sorunlarını daha net görür. Unutulmaz izlenimlerle döner. Arkadaşları da aynı duygulardadır.

Son kışta artık yavaş yavaş bitiyor, mezun olacağı günler yaklaşıyordur. 21 Köy Enstitüsünden birinde öğretmen olacaktır. Neresi olursa olsun Talip için fark etmez. Hatta Hasanoğlan’da asistan olarak kalabilme ihtimali de vardır. Ancak Talip çok da istemiyordur. Gürültülü hareketli yerlerden pek hoşlanmıyordur. Uzak bir yere gitmek, orada bol bol okuyup yazmak istiyordur. Onun için müzik çalışmaları ikinci planda kalmıştır. Kol öğretmenlerinin “Mesleği değiştirdin, müziği sevmez oldun.” serzenişleri arasında o yolunu seçmiştir. Şiiri, edebiyatı, yazmayı çok sevmektedir. Bazı şiirleri çeşitli dergilerde yayınlanmaktadır da.

Son yılın son ayları da teker teker bitmektedir. Önündeki en büyük sıkıntı bitirme tezidir. Hangi konuda ne yapsa kararsızdır. Sonunda Kütahyalı arkadaşının da telkinleri ile o yörenin hiç gün yüzü görmemiş türkülerini bulup derlemeye karar verir. Tek tek dolaşır köyleri. Otuz beş kadar türküyü notaya alır. Özenle hazırlayıp sunar tezini. Gelmeyecek sandığı o günler bir ay süren sınavların, sözlülerin, tezlerin incelenmesinin ardından gelir. Talip bütünlemeye kalmadan doğrudan geçenler arasındadır. Göklerde uçuyordur sanki. İlk işi babasına mektup yazmak olur. “Tamam baba, geçmiş olsun.” der. Yakında tayin edileceklerdir.

Sıra hangi enstitüye gideceklerinin belirleneceği kurayı çekmeye gelir. Torbaya elinin daldırır. Türkiye’nin en doğu ucunda bulunan Cılavuz’u çekmiştir. Gidecektir. Hem de memnuniyetle. Onlar için orası burası fark etmez. Önemli olan köyün köylünün dolayısıyla ülkenin aydınlanması, kalkınmasıdır. Bu duygularla Hasanoğlan’dan ayrılıp Erzurum trenine biner.

O dönemki öğretmenlere biraz değinecek olursak bu günkü şartlarla kıyaslandığında anlaşılamayacak derecede işi kutsal bilen, çalışan ve çalıştırmayı benimseyen titiz, özenli öğretmenlerdir. Yaz aylarında dahi tatili izni olmayan bir okulda öğrencilerle birlikte gece gündüz durmadan devam eden bir çalışma azmi ve gayreti ile çabalarlar. Öğrencilere öyle bir duygu verebilmişlerdir ki çalışmayan, kaytaran, kendini utanç çukuruna düşmüş hisseder.

Enstitüdeki öğrenciler de toplumun her kesiminden gelen, genel olarak yoksul köy çocuklarıdır. Klasik okulun ders kitaplarından dışarı taşan, yalnız kafası değil, eli kolu da işleyen, hayat adamı olmaya çalışırlar. Bunun için de hem bedenen, hem de zihnen sürekli çalışma ve kendilerini geliştirme gayretindedirler.

 

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..