Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '18

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Köyleri Köylüye Bırakın…

Köyleri Köylüye Bırakın…
 

Karahöyük Köy Kahvesi


Şehir hayatının zorlu yorucu ve gürültülü ortamında insan hep bir huzur arıyor. Bu huzuru da genelde doğa ile iç içe olan mekanlarda bulabiliyor. Peki, insan huzuru neden doğa ile iç içe olan mekanlarda bulabiliyor? Bunun sebebini hiç düşündünüz mü? Belki insan geldiği toprağı ve bir parçası olduğundan doğaya özlem duyuyor olamaz mı? Evet, evet! Kesinlikle özlem duyuyor. Ama bu özlemi köyde yaşayan insanlarımız duymuyor niye zaten doğa ile baş başa huzurlu yaşıyor.

Her geçen sene binlerce insanın göç ettiği büyük şehirlerde bunalanlar stresten uzak kalmak için farklı yollara başvuruyor. Kırsal kesimlerdeki yerleşim bölgelerine giden vatandaşlar, köy hayatındaki huzuru bulmak için uğraşıyor. Büyük şehrin insanları şehrin gürültü kirliliğinden uzaklaşmak için köy hayatına dönmek istiyor. Köy hayatındaki huzuru bulmak için köylere gitme planları yapıyorlar.

Geçen gün Üniversite’den dostum Rasim hocayı ziyaret gittim. Rasim hoca ülkemizin yetiştirdiği  değerli bir bilim adamı. Köyde akşam saatlerinde hayat durur, herkes evine çekilir, kışın gürül gürül yanan kömür sobasının etrafında toplaşılır. Ya Denizli merkez, akşam saatlerinde trafiğe çıkıp çıkmadığını bin pişman eder.  Rasim hocanın evine bir saatte gidebildim. Yolda kaza olmuş yarım saat yol açılsın diye bekledik.

Laf lafı açtı bizim hanım yengeyi sordu “siz burda nasıl yaşıyorsunuz? Buranın nesini seviyorsunuz?”  deyip, “14. Kata asansörde olsa çıkması zor ayağımız topraktan kesiliyor sanki yarı kapalı ceza evi gibi” demesin mi! Bir kere söz ağızdan çıktı abes mi oldu ne deyip ben utanıp sıkılırken meğer bizim hanımın sözleri Rasim hocayı merhem olmuş. Büyükşehirlerin kalabalığı mı, insanların kaypaklığı ve samimiyetsizliği mi, yaşamanın maddi yükü mü, zamanın bir koşuşturma içinde geçmesi mi bilmiyorum, köy elli birçok şehir insanı tekrar köyünü dönüp köyde yaşamak istiyor.

Meğerse Rasim Hoca, eşini köyde yaşamak için sürekli telkinlerde buluyormuş. Rasim Bey “Günümüzde şehirleşmenin hızla artması ve köy hayatının kaybolması insanları stres ve sıkıntıyla baş başa bırakıyor. İnsan bir özlem duyuyor taşa, toprağa, ağaca. Oysa şehirde sadece gürültü var ve beton yığını var. Yapmacık sözde parklar ve ağaçlar yapılıyor ben bunları doğanın bir parçası bile saymıyorum. Çünkü insana bir lezzet vermiyor, bir huzur vermiyor ne yazık ki” daha da önemlisi dedi “bizim ülkedeki şehirlerde her yerin ve her iş kolunun bir mafyası vardır. Ondan izinsiz hiçbir şey yapılamaz. Yapanı yaşatmazlar. Simitçi, simitçi mafyasından izin almadan ve onların haracını vermeden simit satamaz. Mafyanın parsellemediği yer ve iş alanları yok gibidir. Dilenci çetesi. Tuvaletçi mafyası, iş bulma, işten çıkarma, park mafyası, pazar mafyası, kamu alanlarını satma-kiralama mafyası vb. gibi saymakla bitmez. Çeteler gücü kadar yer edinir. Daha güçlü olanı ise, onların tümüne hükmeder” diyerek şehrin likidite düzenden de duyduğu rahatsızlığı da bu ara dile getirmiş oldu.

Hani Rasim hoca bu yakınmalarında haksız da değil. Her ne kadar bazı mafya çetelerinin egemenlikleri bitirilse de onun yerine senin taraf, benim taraf, senin adam, benim adamlık kayırmaları yerine aldı başına gidiyor. Neyse esas biz yine konumuza dönelim.

Yazın mis kokulu çiçeklerin, ağaçların olduğu bahçede hoş sohbetlerin yapıldığı, sobanın üstünde kestanelerin piştiği, mevsimine göre meyvelerin yendiği, kalabalık akrabaların bir arada zaman geçirdiği köyünde yaşamak istediğini söyleyen Rasim Bey; asıl çocukluğunda yaşadığı köy hayatını tekrar dönmek istediğini söyleyiverdi. Ama nafile yenge İzmir’de doğmuş büyümüş Denizli bile ona göre sade bir şehir. Daha kalabalık büyük şehir istiyor hanım efendi. Bence bu konuda kimseyi eleştirmeyelim. Zaten şehirli veya şehre alışan kadınları köyüne götüremezsin. Gitmezler tabi, burada hanımefendi, orada Ayşe bacı!

Rasim hoca hayallerini çok iyi tahmin edebiliyorum. Çünkü bende köyden geldim onu düşüncelerini okumam zor değil, mesela hocanın hayallerindeki köy şöyledir.  Tertemiz, gürültüsüz ortamda yeni doğan güneşe kümesteki horozların sesiyle gözünü açıp sakız gibi beyaz çarşaflı yataktan uyanarak merhaba demek. Bahçesinin ve avlunun etrafına çevreleyen, mis gibi kokan çiçekleri sabah bakıp gözünün gönlünün açılmasının zevkini tatmak! Avluda bir masa, masanın duvara dayanan kısmında bir divan, Kahvaltı masasında, köyün doğal yiyecekleri, Ayşe hanımın bahçesinde yetiştirdiği mis kokulu domatesi, çıtır çıtır biberleri de olsun diye düşünmez mi? Rasim Hoca!...

Gerçekten nereden geldiğini unutmuş insanlar olarak, topraktan, doğadan uzaklaştık. Oysa sağlık toprakta, doğada! Sağlık köy hayatında! Ama dışarıdan bakıldığında sanki köy hayatı sefillik gibi düşünülür. Oysa sağlığın kaynağıdır köylerimiz.

Herkesin köyleri bir gitmeme nedeni var… Asıl gerekçe şehirde olan olanaklar köyde yok. Çocukları buradaymış, buraya alışmış bunlar hikâye. Çocuklar neredeyse orada mı yaşayacağız! Ama canın sıkıldı mı, bir Çınar gezmesi yap, sosyal tesislere git, Form avm git, Egs avm’ye git, sinemaya git, Gökpınarda  balık ekmek ye… Bunlar önemli.

…Hanım efendi köye niçin tercih etmediğini anlattı bize, “küçük yerde her şey ucuz ama hayat olmayınca… “ diye başladı köyde telefon bile doğru dürüst çekmiyormuş. Gerekçeye bakar mısın?  “Ben internetin çalışmadığı bir yerde yaşayamam mesela” deyip gerekçelerini saydı da saydı... Neymiş “köy sağlıksızmış… Temizlik yokmuş, hijyen yokmuş; suyun nereden geldiği belli değilmiş, kanalizasyon yokmuş. Helâlarda dolaşan tavuklar ayaklarının pisliği ile evlere giriyormuş. Köylüler kedi köpekle hayvanlarla yan yana yaşıyormuş. Eskiden Şehirliler pis havadan, şimdi köylüler de mikroptan ölüyormuş”.

…Bende dedim ki; “niye insanlar köyüne ana yurduna gitmezler. Özellikle emekli olduktan sonra bile. Gitmezler tabi. Çoğu yerde doğalgaz yok. Kuzine soba nostaljik ama rahatlık başka. Size göre çevre yok, yaşam alanı yok. Düğün cenaze için üç gün gideceksin üç gün gitmezsin, sıkılırsın. Toplumsal bilinç köyde daha canlıdır. Eğer bunları yapmazsan köyde sıkılırsın köy insanıyla kaynaşman olmaz. Kendilerine göre kültürleri var, anlayacağınız sizin dilinizden anlamayan insanların bulunduğu yerde sizin için gerekli olan şartların sağlanmasında zorlanacaksınız ki gitmemek için bahaneler üretilir” hocam dedim. Hanım efendi öğretmen emeklisi benim söylediklerimi hemen katıldı.” Evet evet, Recep bey benim duygularımı söyledin Rasim bey bana anlamıyor” dedi.

İsviçre'de Köylerin geleceklerini kurtarmak için 45 yaşından genç olmak şartıyla köye yerleşecek olanları 70 bin frank para veriyormuş. Bizimle onlar arasında fark bu. Yani köyde yan gelip yatacak nesil değil de köyde yaşamak için çalışacak yeni bir jenerasyon yerleştirmesi. 

Bu noktadan sonra benimde köyüme anlatmam gerektiğini düşündüm. Özellikle hanım efendiye dönerek dedim ki; “Köy toplumu küçük bir toplumdur. Asıl medeniyetin özü, sağlam ve değişmez yapısı, bozulmamış kültürün kaynağı, sağlam düşünce yapısına sahip insanlar topluluğu, geleneklerin korunduğu, örfün yaşandığı sıkı dayanışmanın yapıldığı yerlerdir köyler.

- Geleneksel kültür bütünlüğü vardır. Şehir gibi değişmeye, bozulmaya ve dejenerasyona açık değildir. Ferdi hayat gelişmemiştir. İstikrarlı, sağlam, canlı bir grup toplumu orada yaşamaktadır.

- Köy hayatı yerleşik şehir hayatından öncedir. Köy hayatı cesur, kendine güvenen, serbest, köklü bir yapıya sahiptir. Köy aile hayatı şehir aile hayatından daha sağlam ve istikrarlıdır.

- Toplumsal bilinç köyde daha canlıdır”. dedim aman Rasim gibi konuştun dedi hanım efendi.

Benim her ikisi içinde söylediğim sözlerde tezat yoktu. Niye mi? Rasim hocanın, köy özlemini ve duygularını bildiğim için onun köye olan tutkunluğunun nedeni değindim. Diğer taraftan da hanım efendinin köye niye istemediğinin gerekçelerini söylemiştim. Bu söylediklerim ikisi için yaşam yeri yerlerinin belirlenmesi konusunu paylaşmamdan öteye gitmemesiydi… Sizde sakın demeyin ki; köy insanı çok abarttın diye… Gerçekten söylediklerim köyümüz insanları için az bile. Sizdeki bilgi, donanım ve kültürel özellikler sizde olduğu için farkında değilsiniz. Televizyonlarda gösterilen tüm kültür etkinlikleri köylerden çıkar. Köylerin özgün insanlarında saklıdır özlü gelenek ve kültürler.  Ben ne kadar da gerçekleri söylesemde kabullenmek istemiyordu Ayşe Hanım köy insanın güzel vasıflarını... 

Ayşe Hanım bilmez ki; Köyün ortasında bir kahvehanede kahveci çırağının, keklik kanı çaylarını doldurup doldurup tahta masa ve sandalyelerdeki köy halkına dağıtsın. Köyün büyükleri, “ bi vakitler…” diye başlayan, gerçek ve içinde insanlık dersi olan hikayeler anlatsın. Hoş sohbet vakit geçirenler ile tavla sesleri birbirine karışsın.

Köyde kahveye de gidin muhakkak dostluklar kurulur, ne olmuş ne bitmiş, aklınıza takılan bazı şeyleri sorabilirsiniz. Yaşlı insanlarımız vardır kahvenin daimi müşterisi. Birçok konuda çok tecrübeleri vardır ve çoğu da konuşmayı anlatmayı severler. Köylerin çoğunda belli ekim ve biçim dönemleri vardır. Bu dönemler yoğun geçer. Havalar iyi giderken yapacak bir sürü iş vardır. Ama kışında yapacak şey sayısı çok azdır bu dönemde kahvede vakit geçirilir.

Arık kenarlarında söğüt ağaçları olsun, rüzgarda ses çıkartsın, sıcakta gölge yapsın. Erik, çağla badem ağaçları beyaz beyaz çiçeklerini açsın. Beyaz, sarıpapatyalar yol kenarlarını süslesin. Bayrağımız gibi, tarlalar kırmızı gelinciklerle donanmasını, ne bilsin bunları Ayşe Hanım…

İki – üç komşu evin hanımı birleşip yardımlaşarak, ekmek evinde – odun ateşinde yufkalar, katmerler, gözlemeler yapsın. Bir yandan yapılsın, bir yandan çoluk çocuk sıcak sıcak yapılanlardan yesin. Kat kat dizilen yufkalar, katmerler, gözlemeler evleri mis gibi kokutsun. İşin sonunda, kalan odun ateşinde patlıcan, domates ve biberler közlensin. Yapılan ekmekler evlere dağılırken, közlenen patlıcan, domates, biber kabuklarını komşulardan biri soysun, birbirine karıştırarak çatalla ezip, akşam yemeğine hazırlasın. Tabi ince ince, küçük küçük kuru soğanı ve beyaz köy peynirini de doğrayıp üstüne zeytinyağını da döksün. Sonra da yeni yapılan yumuşak sıcak ekmeğine koyup, afiyetle yensin.

Ben köylü yaşam aşığı biriyim. Bundaki baş etken köyde doğmuş ve orada yaşamış olmamdır. Ha şunları da unutmayalım. Uzaktan davulun sesi hoş gelebilir. Ancak köyde yaşamanın da zorlukları mutlaka var. Örneğin yaz günü sıcağın altında tarlada çalışmak zordur. Veyahut sabahın ilk ışıklarıyla başlayıp uzun yaz günlerinde akşama kadar çalışmak kolay değildir. Soğuk kış günlerde pancar kazmak elini toprakla işlemek tabi ki zor. Çobanlar için gece gündüz koyun gütme ve hayvan bakımı ile otlatma pek te kolay değil elbette.

Hepimiz, özellikle son zamanlarda köylünün ektiğinin, diktiğinin; ürettiğinin para etmediğini biliyoruz! Bu durumdan yakınıyoruz. Hatta bir zamanlar dünya üzerinde kendi kendisine yeten sayılı ülkelerden birisi olmaktan dolayı da övündüğümüz oluyordu.  Ama ne yazık ki, son zamanlarda bu kesimde yaşanan üretimde kullanılan girdi maliyetlerindeki artış ve buna paralel olarak üretim sonrası gelir kaybı,  bu kesimi de derinden etkiledi; ülkenin çözüm bekleyen bunca sorunlarının içine de, tarım kesiminin yani köylümüzün durumu Türkiye için çözülmesi gereken acil sorunlar arasındaki yerini almaya başlamalıdır bence.

Köylünün üretiminde kullandığı tohum, gübre, işçilik, ekipman fiyatlarının pahalı oluşu nedeniyle artan tarım girdilerinin köylüyü tarlasını ekemez hale getirdiği; arazilerin her geçen gün miras yoluyla parçalanarak küçülmesi de tarımla uğraşan insanları tarımdan soğutmuştur. Birde buna, uygulanan seçici ve sınırlayıcı tarım politikaları eklenince, köydeki yaşam şartları her geçen gün ağırlaşmış, köylüyü yerinden yurdundan eden göçlerin yaşanmasına zemin hazırlamıştır.

Köyden göç edenler, gittikleri şehir hayatından çoğu belki de mutlu değil. Gittikleri büyük şehir hayatına uyumun da o kadar kolay olmadığını ve bu yeni yerlerinde de geçim sıkıntısı çektiklerini, üzerlerine doğan her yeni günün kendileri için masraf demek olduğunu onlarda biliyorlardır.

Daha pek çok güzel örnekler vermek mümkün. Ancak, yazıyı daha fazla uzatmamak adına yada başka bir yazı da devam etmek üzere;

Yüz yüze, konuşarak, dokunarak yaşanan insan ilişkilerinin, yerini tamamen teknolojiye bırakmadığı, ard niyetin hakim olmadığı, yardımlaşmanın, paylaşmanın, saygı ve sevginin hayat felsefesi olduğu bir köyde yaşamak istiyorum.

Sağlıklı, huzurlu ve mutlu olunuz.

Recep ASLAN

 
Toplam blog
: 30
: 411
Kayıt tarihi
: 18.01.18
 
 

Denizli Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünden emekli. Denizli'de Merkezde Yaşıyor. ..