Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '10

 
Kategori
Siyaset
 

Kritik soru ve Anayasa taslağı

Kritik soru ve Anayasa taslağı
 

Seyed Yousef Rahimi Iran


Kritik soru şu: Normal bir parlamenter düzen koşullarında seçimle göreve gelen bir hükümet istediği her şeyi yapabilir mi?

Ya da bir referandum sonucunda halkın her istediği kesinlikle yerine getirilmeli midir?

İki sorunun dayanağı “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” düsturudur. 'Madem ki halkın egemenliği ve iradesi temel birim o halde, halk ne istiyorsa o olmalı, ya da halk kimi temsilci seçmişse, o her istediğini yapabilmelidir' demeye geliyor. Buna onay verilebilir mi?

İlk soruya ilk itiraz şu olurdu: Örneğin Türkiye’de, halkın %47’si bir partiye oy vermiştir, ama geriye kalan %53’ü başka partilere oy vermiştir. Bu nedenle, hükümet her istediğini yapamaz. Ama buna cevap olarak, yani her istediğini yapamaz da, yapmak istediği bir şeyin, %47’lik bir kısmını yapmakla mı yetinecek? Böyle bir şey olamayacağına göre her ne yapmak istiyorsa onu tam olarak yapacak, çünkü, sonuçta seçim bir yarıştır, birinci gelen ve hükümeti kuran parti, tam yürütme yetkisini eline almıştır ve istediğini yapmak hakkıdır. Bu nedenle, %53’lük kısım, zımnen, birinci gelen ve hükümeti kuran partinin/partilerin tüm halkın temsilcisi olduğunu zaten kabul etmektedir, o hakkı ona vermektedir.

Bizim ülkemizde, şu an Anayasa değişiklikleri ve hükümet uygulamaları konusunda neredeyse bu kritik soru üzerinde yürüdüğünü söyleyebiliriz. Kimisi buna, varolan hükümet, güçler ayrılığını bozmaya çalışıyor diyor, kimisi ise halkın iradesinin her şeyden üstün olduğunu söylüyor. Bu görüşlerin daha ılımlıları ise, varolan düzenin yürütmeyi kontrol altına almak isteyen baskıcı bir düzenek olduğunu bu yüzden değişmesi gerektiğini söylüyor, diğerleri ise AKP’nin ideolojisini –alternatif bir baskıcı düzenek kurarak- yargıya taşımaya çalıştığını söylüyor.

Bu tahterevallinin iki ucu.. Ancak oyun olmaktan öte, öteki uçtakini yere düşürmeyi amaçlayan, bir çatışma içeriyor.

Başbakanın görüşü, bana kalırsa hem ılımlı tahteravalli için hem de azgın tahteravalli için geçerli. Örneğin şunlar birebir başbakanın sözleridir (31 Ocak 2010 tarihli):

“Yaptığımız tüm bu açılımlarla yargıçlar yönetimi noktasında bizim bir defa çok açık tavrı hep birlikte almamız gerekiyor, siyasi partiler olarak milletçe bu adımları atmamız gerekiyor ki, burada yargıçlar yönetimi olmayacak bu ülkede tamamen halkın yönetimi olacak. Halkın iradesi de zaten seçimden seçime belirlenir, ne getirir ne götürür bunun takdirini halk yapar ve halk ne derse biz de başımız gözümüz üstüne deriz..”

Ya da,

“Ak partinin şu anda halkın gönlündeki yeri belli. Asıl irade, asıl iktidar asıl yargı bana göre halktır. Gerektiğinde indirir gerektiğinde çıkartır. Yoksa yargının vereceği kararların hepsi gelip geçici, ben böyle inanıyorum.”

AKP’nin anayasa taslağına ilişkin görüşlerden iki tanesi şöyle:

Doğu Ergil diyor ki, bu taslak, AKP’nin hukuki değil siyasal girişimidir. Ancak, eski Anayasa ile öyle bir hale gelindi ki, sistem kitlendi, bu nedenle, bu kilitin açılması için, yanlışlıklar ve siyasi olsa da, bu taslağı desteklemek gerekir.

Oral Çalışlar ise diyor ki, eski sistem kendi kendini üreten yanlış bir sistemdir, AKP’nin taslağı ise önemli açılardan eksiktir, ancak eksik bile olsa, taslak desteklenmelidir.

Bu üç alıntı olayın ne boyutlarda yaşandığını ve bence çarpıklığını gösteriyor. Birisi, asıl yargıç halktır, yargıya ne gerek var demeye getiriyor; diğeri yeni düzenleme siyasaldır, yanlıştır ama desteklenmelidir diyerek, kendine yumruk atan bir adam tuhaflığı sergiliyor, diğeri ise, yine sonuç vermeyen ve sonuca gitmeyen bir adıma destek istiyor.

Yani, bu işi özüne uygun olarak yapmak yerine, bütün bu gariplikleri söylemek ya da desteklemek neden ve nasıl mümkün oluyor? Bir yanlışı, başka bir yanlışla, ya da amacına hizmet etmeyen eksik uygulama ile düzeltmek nasıl mantıklı hale getiriliyor insan şaşıyor. Bütün bunların merkezinde başbakanın zihniyeti yatıyor aslında. Onun gerçekten özünde, güçler ayrılığı diye bir şeyin bilincinde olduğunu sanmıyorum. Çok doğrudan bir mantık yürütüyor. Halk madem egemenliğin kaynağıdır, o halde o ne diyorsa öyle olmalıdır, temsilcisi ne istiyorsa onu yapmalıdır.

Bu nedenle, bu Anayasal değişikliklerin özünde, ileri bir demokrasi kültürünün ve anlayışının hayata geçirilmesinin yattığını düşünmek safdillik olur, öyle bir yapı, gelişim, süreç, akıl yürütme ortamı yoktur. AKP’nin konumu biraz şuna da benziyor. Hıristiyan dünyasında, Ortaçağ dönemlerinde, Kilise, kendisini, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olduğunu ve dünyanın da evrenin merkezinde olduğunu bu nedenle, insanların, Tanrı’nın en değerli varlıkları olduğunu söylerek yönetiyormuş, daha doğrusu kandırıyormuş. Şimdi AKP de, kendisini Kilise yerine, halkı da Tanrı yerine koymuş durumda. Halkın mutlak temsilcisi olarak kendini görüyor.

Her seferinde başbakan mugalata yapmıyor mu, CHP ve MHP için, “millet sizi istemiyor” diyerek. Ya da benzeri sözlerle. Sanki, AKP dışındaki partilere millet oy vermedi, uzaydan birileri geldi, oy verip geri gittiler.

Anayasa taslağının referanduma gitmesi ise 12 Eylül Anayasası’nın oylanma yöntemiyle bire bir aynıdır. 12 Eylül Anayasası ve oylaması ne kadar demokratsa bu da o kadar demokrat ve çağdaştır. İçeriği ötesinde sırf bu mahiyeti nedeniyle de hayırı gerektirir.

Ama kanımca, süreç bu noktaya gelmeyecektir.

 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..