Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ağustos '14

 
Kategori
Felsefe
 

Kum taneleri

Kum taneleri
 

Kuşkusuz kişinin en yakınından başlayarak yakın çevresine ve giderek yerleşik kurumlara olan güven duygusunun örselenmesi, başkalarıyla kurduğu ilişkileri de örselemekte, var olan karmaşanın ve düzensizliğin artarak sürmesine neden olmaktadır.

Ahlaki erdemler, toplumsal yaşantımız ve toplumsal öğretiler, alışkanlıklar, ortak karakter kavramının oluşmasında derin pay sahibidirler. Her birey yapmaması gerekli olanlar, başka bir deyişle yapması gerekli olan doğrular konusunda kuşkusuz donanımlıdır. Ancak sağlam bir karaktere sahip olanlar güç koşullar ve başkaldırma gerektiren durumlarda bu erdemleri sahiplenirler. Oysa hayatın günlük akışı içinde riske girmeden, haksızlıklara adaletsizliklere ses çıkarmadan erdemleri sahipleniyor görünmek ne kadar kolaydır. Paylaşım yeteneği azaltılmış, tüketim duygusu körüklenmiş ve her alanda giderek sömürüye yönelen yalnızlaşmış ve yabancılaşmış günümüz insanı için değerler, yalnızca  “ su akarken küp doldurmak” amacına yönelik, kullanılması gerekli aracı durumuna düşürülmüştür. Buna bir anlamda “ kitabına uydurmak” da diyebiliriz.

O zaman; insanlığın binlerce yıllık birikimi ve öğretisinden damıtılıp gelen değerleri yazılı, özellikle yazılı olmayan kuralları sahiplenerek yaşamını ince, saydam, titrek bir tül örgüsüyle kurarak dayatılan yapay ekonomik yarar ve çıkar hedeflerini bilerek ıskalayanları bir entellektüel övüncün, bir kişisel tatminin Don Kişot’ları olarak mı nitelendireceğiz? Bununla birlikte dürüstlük, güvenilirlik, işbirliği ve diğer bireylere karşı sorumluluk ve görev bilinci gibi toplumsal erdemlerin, kimilerinin dudak kıvrımlarında müstehzi bir sinsi tebessüme, ya da gözbebeklerinde hayret genişlemelerine neden oluşu kişisel ve toplumsal yarılmaların çıkış noktası değil mi? Biriktirilen yerel ve evrensel değerlere sırtını dönmüş vahşi bir ekonomik düzenin sahipleri ve uygulayıcıları için artık solgun hastane akşamlarına, toplu taşıma araçlarına, yoksul gecekondu akşam sofralarına, dağılan pazar yerlerine sinmiş ve giderek koyulaşarak yerleşen yoksulluk kokusu ne kadar anlam taşıyabilir? El kadar bir asgari ücret bordrosunun üç beş rakamı arasına gençlik ideallerini, rüyalarını ve yarın umutlarını gömmüş bir genç işçinin, ya da yıllarını vererek emekli olmuş ama kalan yaşamını üç aylık maaş alma dilimlerine kırgın ve yılgın taşıyan bir emeklinin bu erdemler uğruna zorlukları göğüslemesi kimi ilgilendiriyor? Sahi, umudun  ”Mehmet’in ekmeği” olmaktan çıkalı ne kadar zaman geçti? Farkında mısınız? Farkında mısınız, bu gidişin en çok insanların adalet ve güven duygularını yaraladığının?

Toplumsal dayanışmanın, birlikteliğin harcı olan güven yerini bireysel olarak da, toplumsal olarak da güvensizliğe bırakıyor. Başkalarına güvenmeyen insan kendisine de güvensizliğin kıskacında bir açmaz sapkınlığa düşüyor. Azalmış güven duygularını taşıyan insanların çoğalmasıyla giderek “düşük güvenlikli” toplumlar oluşuyor. Toplumsal güvenliğin yerini artık “şirket güvenliği” alıyor. Kendi dünyalarının kapılarını, kendi sırça köşklerinin panjurlarını dış dünyaya kapamış, ürkek, aldırmaz, duyarsız kum taneleri gibi insanlar. Bıraksan dağılıverecek gibiler…

Kimileri; yapay anneler, babalar, sevgililer günleriyle kendi elleriyle yok ettikleri sevgiyi güya tüketerek yaşatmaya çalışıyorlar. Bir bilgi toplumunun hedef şaşıran görece varsıllığında genç insanlar bilgisayar başında chat yaparak birbirlerine görece bir sevgiyi iletiyorlar. Devletin engin koruma kanatları altındaki çocuk yuvalarında görevliler acımasızca şiddet uyguluyor, yetiştirme yurtlarında cinsel istismarlar yaşanıyor, internet’te dolaşan çocuk pornosu rezaleti bir tuhaf, bir eksik, bir rezil insanlık ayıbının hazin örneklerini sergiliyor. İçinde kötülüğün parıldadığı bir göz kırpması, melankolik bir gülümseme gibi tiksintinin yarattığı gizlenmesi olanaksız bir acıyı çıkarıyor ortaya. Bir yerlerde adalet tanrıçası ağlıyor…İnsanın kendi yarattığı değerleri, kendi ahlak öğretisini bu kadar acımasızca harcadığı, ahlaksız kural dışı bir zamanın nerede duracağı belirsiz,yaralayıcı sınırları çiziliyor. İnsan yaralanıyor, insanlık yaralanıyor. En çok da, yarınlar demek olan çocukların geleceklerini kurmak adına girişimlerde bulunmak varken, onların gelecekleri ve gelecek umutları yaralanıyor. Doyurulamaz bir açgözlülük ve şaşırtıcı bir ikiyüzlülükle kötülük tohumları ekiliyor, cehalet ve acımasızlık sürdürülüyor. Yeşertilen erdemlerin değil, acımasız çıkar ve sahiplenme dürtülerinin egemenliğinde insanlık sahibi olduğu onca teknolojik birikime karşın, bir tuhaf çelişkinin karmaşasında geleceğini tüketiyor.

İnsanlığa nimet olarak sunulmuş bu güzelim, bu yaşanası dünyayı korkunun kanatları hiçbir çağda böylesine gece gibi karartmamıştı. Gene de ve elbet de  “bir başka dünya mümkün”.


Bir bilgenin söylediği gibi: ”Gece aynı zamanda bir güneştir”.

 

 Akın YAZICI

25 Ağustos 2014

ERDEK

  

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..