Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Aralık '08

 
Kategori
Deneme
 

Kum zambakları

13. Eylül. 2000

Gün doğumunu ilk kez uçakta seyrediyorum. Hava bulutsuz. Ufukta baştan başa uzanan yoğun turuncu renk, sarıdan yeşile, oradan da eflatuna dönüşerek göğün doğu kısmını baştan başa kaplıyor. Batı ise lacivertten maviye dönüşte hiç de acele etmiyor. Uyku mahmurluğunu henüz atamamış gibi... Aslında ben de ondan farklı değilim. Dün gece sıcaktan gözümü kırpmadım. İzmir kaynıyordu adeta. O yüzden ilk fırsatta yatıp uyumak için can atıyorum doğrusu; ancak uçakta uyumam olanaksız. Hem uçuş süresi kısa hem de çevremdekiler sürekli ve yüksek sesle konuşuyorlar. Kıbrıs’a gelmek üzereyiz. Uyku sersemliğimi atabilmek için hostesten bir kahve daha istiyorum.

Arkadaşım, Ercan havaalanında karşılıyor beni. Önce evine uğrayıp kahvaltı ediyor; sonra otele gitmek üzere yola çıkıyoruz. Otel Theresa... Erenköy’ün yakınında ufak bir yer. Arkadaşım bana nasıl bir otel istediğimi sorduğunda kafa dinlemek istediğimi söyleyince burayı önermişti. “Sessiz, sakin, tam istediğin gibi bir yer;ama lüks arama” demişti. Gerçekten de öyle. Deniz kıyısında, yüksek bir yarın kenarında... Önünde, baştan başa uzanan, göz alabildiğine Akdeniz... İnsanımızın bu denize “Akdeniz” adını vermeleri çok doğal. Kumsalı oluşturan bembeyaz kumlar, bu denizin rengini diğer denizlerden farklı kılıyor, turkuaz ve açıklı koyulu yeşil- maviye dönüştürüyor. Muhteşem bir görünüm bu.

Odama yerleşiyorum. Öğle yemeğini denize bakan geniş taraçada yiyoruz. Yemekten sonra arabayla Karpas’a, Altınkum’a gidiyoruz. Karpas, adanın, kuzey doğuya doğru uzanan parmağa benzeyen çıkıntısı... Altınkum plajı bu çıkıntının güney kıyısında. Caretta Caretta kaplumbağaları yumurtlamaya bu plaja geliyorlarmış. Şaşırıyorum. Ben, sadece Kalkan’a geldiklerini duymuştum. Burada “Caretta Kaplumbağalarını Araştırma Merkezi” kurmuşlar. Çadır ve barakalardan oluşan, ilkel, gençlik kampına benzer bir yer... Yanıbaşında yine barakalardan oluşan “Restoran- Kafe” ve birkaç çadırın bulunduğu kamp alanı...

Caretta’ların neden bu kumsala geldiklerini anlamak zor değil. Göz alabildiğine uzanan geniş bir kumsal. Üstelik tek tük turist dışında fazla insan da yok. Gerçi eylül ortası olduğundan turizm sezonu kapandı. Otelde de benden başka müşteri yok gibi; ancak arkadaşım, Kıbrıs’a çok az turist geldiğini, buranın genellikle tenha olduğunu söylüyor. Gelen turistler de daha çok Girne ve çevresindeki lüks otellere gidiyorlarmış.Yazık bu güzelim kumsal bırakılır mı hiç.

Kumsalda, palmiye ve hurma yapraklarından yapılmış birkaç gölgelik var. Onlardan birinin altına oturuyoruz. O sırada gözüm kumların üzerindeki beyaz çiçeklere ilişiyor. Yakından bakınca bunların bir çeşit zambak olduğunu görüyorum. Öyle güzeller ki... Arkadaşım bunların kum zambağı olduğunu söylüyor. Kıbrıs kumsallarında pek bolmuş. Gerçekten dikkatli bakınca kumun içinden başını uzatmış pek çok kum zambağı görüyorum. İlginç. Kumda çiçek açtığını ilk kez görüyorum.

Biraz güneşlendikten sonra denize giriyoruz. Akdeniz’in tipik, bol dalgalı denizi;ancak çok temiz. Pırıl pırıl, yemyeşil bir su... Öyle tuzlu ki yoğunluğundan dolayı dalgalar jöle gibi kıvamlı görünüyorlar. Bunu da ilk kez burada fark ediyorum. Sanki deniz suyu akışkan değil, jelatinli gibi, katılaşan bir madde... Deniz suyu ılık; ama sıcak değil. Bu yüzden yüzmek ferahlatıyor insanı. Bir ara kıyıda , kumla dalgaların öpüştüğü yerde oturuyor, kendimi giderek alçalan güneşin okşayışlarına bırakıyorum.

Dönüşte kıyıdaki Kafede soğuk birşeyler içip, otele dönüyoruz. Yol boyu kızıllaşarak denize inen güneş bize eşlik ediyor. Akşam yemeğini taraçada yiyor, yürüyüşe çıkıyoruz. Kocaman bir ay yükseliyor dağın ardından. Gökte tek tük yıldızlar... Ne kadar uzun zamandır ay görmediğimi düşünüyorum. Apartmanda yaşamanın, akşam olunca eve girip bir daha çıkmamanın getirdiği bir şey bu. Bazen aylarca ay görmem; sonra bir gün böyle birden karşılaşınca varlığını bile unuttuğum eski bir dosta kavuşmuşcasına sevinirim. Hele mehtapta, kırda, bomboş bir patikada yürümek... Issız gecenin ortasında bağırarak şarkılar söylemek...

Arkadaşımı yolcu ettikten sonra odama çıkıyor, açık pencereden içeri dolan kekik ve taflan kokularını soluyarak derin bir uykuya dalıyorum.

 
Toplam blog
: 26
: 898
Kayıt tarihi
: 03.12.08
 
 

1946 yılında doğan ve tıp doktoru olarak Türkiye ve Almanya’da çalışan Gülseren Engin’in ilk öyküsü ..