Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Aralık '08

 
Kategori
Bayramlar
 

Kurban bayramında krizin vurdukları...

Kurban bayramında krizin vurdukları...
 

Baran, Burdur’un, Yeşilova ilçesine bağlı bir dağ köyünde bir keçi çobanının oğlu olarak dünyaya gelmişti.

Babası Hüseyin kendisine ait 8-10 keçi ile birlikte 30 haneli köyün keçilerini de hemen köyün kenarındaki ormana götürüp, besleyip geri getiriyordu.

Böylesine bayramlar geldiğinde, köylünün aralarında topladıkları bir veya iki keçiyi de sürüsüne katıyor, köyde kurban kesenlerin verdiği etlerle, Baran dâhil beş çocuğunu ve eşini besliyordu!

Çocuklar yavaş, yavaş büyüyordu. Baran’ın bir ablası, üç tanede kendisinden küçük kardeşi vardı. Kardeşlerinden ikisi kız, birisi erkekti. Yani Baran 2 numaraydı. Oldum olası bu iki numaralığı sevememişti.

Ailesi Baran’a sanki ikinci sınıf çocukmuş gibi davranıyordu.

Yine böyle bir Kurban Bayramı arifesinde, köyün çocuklarından Hüseyin, Ahmet ve Cengiz ile Baran köyün meydanında konuşurlarken, çocukların Bayram nedeniyle Denizli iline gideceklerini söylemeleri, Baran’ın içinde bazı şeylerin kıpırdamasına neden oldu. O da Denizli’ye gitmek istiyordu. Ancak babasının izin vermemesinden çekiniyordu.

Arife günü akşamı yemekte babasına durumu açıklardı ve arkadaşları ile Denizli’ye gitmek istediğini söyledi. Babası Hüseyin Efendi hemen karşı çıktı. Yarın Bayram, herkes evde olacak. Ayrıca Denizli’ye gidecek paramı var diye çıkıştı.

Ancak, Hüseyin Efendi’nin anlayamadığı, Baran’ın kararlı olmasıydı. Baran babasının bu çıkışından sonra iyice kararını verdi ve bir daha köye dönmeyecekti. Nerde kalacağı, ne yiyip, ne içeceği pek önemli değildi. Zaten yaz günüydü. Sokakta yatıp, bulduğu işlerde çalışıp, karnını doyuracağını düşünüyordu.

Bu düşüncelerle yatan Baran, sabahleyin erkenden kalkarak, babası ve diğer köylüler ile köyün ahırdan bozma camisine gidip, Bayram Namazını kıldı. Namazdan çıkanlar, Hüseyin Efendiye hem emeğinin karşılığı, hem de fakir olması nedeniyle sadaka niyetine para veriyorlardı. O da kafasını yere eğip, kimin ne kadar para verdiğine bakmamak için kendisini zorluyordu. Paraya bakmak Baran’a kalmıştı.

Bir ara Hüseyin Efendinin gözleri yaşardı ve gözlerini silmek, yüzünü yıkamak için Caminin bahçesinin bir köşesinden akan çeşmeye kadar gitti. Baran’a fırsat doğmuştu. Paraların bir kısmını cebine indirip, babası gelmeden ortadan kayboldu.

Baran hemen köy meydanına gelip, arkadaşları Hüseyin, Ahmet ve Cengiz ile buluşup, hemen yola çıktılar. Dört kafadar iki saat kadar yürüdükten sonra ana yola inip, gelecek bir arabayı beklemeye başlardılar. Derken bir kamyon geldi. Kamyona binip Denizli iline kadar geldiler. Üçgen mevkiinde kamyondan inip, İzmir yolunu takiben Garaj ve Gar istikametine doğru yürüdüler.

Çocukların içinde Denizli ilk gören Cengiz’di diğerleri daha önce hiç gelmemişti. Cengiz’in de bildiği sadece Oto Garajı ve Tren Gar’ı idi. Tren Garının önüne geldiklerinde, şehir istikametine doğru giden bir cadde görüp, oraya yöneldiler. İstasyon caddesine girmişlerdi. Oradan Bayram Yerine çıktılar.

Gerçekten de Bayram yeri, adına yakışan şekilde Bayramı kutluyordu. Birbiri ardına otobüsler gelip gidiyor. İnsanlar birbirinin bayramını kutluyordu. Çocuklar giydikleri bayramlık giysileri ile ellerinde şeker torbalarını sağa sola sallıyorlardı.

Çocukların karnı acıkmıştı. Hüseyin gelin mahalle arasına gidelim, orada bayram eti pişirenleri görürsek isteriz diyerek, topraklık mahallesinin ortasından geçen Halk caddesine daldılar. Caddenin kenarındaki bazı evlerden et kokuları geliyordu. Ancak cesaret edip te isteyemediler. Oradan kamyondan indikleri yer olan Üçgen Mevkiine gelip, kendilerine akşam yatacak bir yere baktılar. Üçgendeki işyerlerinin çoğu boştu. Kalacak yer sorunları yoktu.

Akşam yatacak yeri ayarladılar. Ancak karınları açtı. Deliktaş Mahallesi 2036 sokaktan Dokuz Kavaklar Mahallesi istikametine doğru giderken, beyaz saçlı, orta yaşlı bir adam kendilerini çağırdı. Nereli olduklarını sorduktan sonra, aç mısınız diye sordu? Çocuklar utanmıştı. Kafalarını önlerine eğince o beyaz saçlı adam, hemen onları evinin bahçesinde devamlı kurulu olan masaya oturttu. Kızarmış közlerin üzerine attığı etleri pişirip, çocukların önüne koydu. Çocuklar bir güzel karınlarını doyurdular. Çocuklar yemek yerken, Kendilerine yemek veren beyaz saçlı adamın adının Nuri olduğunu öğrendiler. Bu arada eve misafir geldi ve onunda Mustafa isimli, bir tekstil işinde sorumlu olarak çalıştığını öğrendiler.

Çocukların en büyüğü Hüseyin ve Baran’dı. Ancak daha yaşları henüz 14 idi. Gelen misafir Mustafa da çocuklara, nereli olduklarını, nerede kaldıklarını sorup, isterlerse çalıştığı fabrikada iş bulabileceğini söyledi. Çocuklar çok sevinerek, kalabilecekleri yerin olup olmadığını da sordular. Mustafa çocuklara, ben size kalacak yer ayarlarım. Diyerek, Nuri senin şu beton arma yerin altındaki bir odaya bu çocukları yerleştirelim. Kirasını ben vereyim dedi.

Nuri’nin de kabul etmesi ile çocuklara hemen bir kilim, iki döşek verilip, orada onlara yatacak bir yer ayarlandı. Nuri’nin eşi Münevver çocuklara yemek yemeleri için birkaç kap kacak verdi. Birdi küçük tüp, çaydanlık, bardak vs. bir evin içinde olması gereken zaruri eşyaları verip, evin temiz olmasını, yoksa evden çıkartacağını söyledi.

Çocuklar bayramdan sonra işe başlamak üzere, Mustafa ve Nuri’nin ellerini öptüler. Yemeği yiyip, karınlarını doyurunca çocukların uykusu geldi. Yeni evlerine girip, hemencecik uykuya daldılar. Ne kadar uyuduklarını bilemeden, kapının çalması üzerine Hüseyin ve Baran kalkıp, kapıyı açtılar. Ev sahipleri Münevver Hanım yiyecek bir şeyler getirmişti. Çocuklar yemeklerini yiyip bir daha yattılar.

Baran yatağında önlerinde yep yeni bir hayatın başladığını düşünüyor. Kazanacağı parayı ve şehir hayatına nasıl alışacağını düşünüyordu.

Çocuklar Bayram sonrası Mustafa’nın nezaretinde bindikleri servis aracı ile Büyük bir tekstil firmasının bahçesinde indiler. Mustafa’nın peşine takılıp, fabrikanın Boyahanesine doğru yöneldiler. Çocuklara birer işçi tulumu verilip, yapacakları iş gösterildi. Sorumlu Mustafa çocuklara nasıl çalışmaları gerektiğini, iyi çalışırlarsa ne kadar para alacaklarını bir, bir anlattı. Böylece dört arkadaşın evden kaçıp, iş yaşamları başladı.

Çocuklar aynı işyerinde yıllarca çalıştılar. Arada bir köylerine gidiyorlardı. Ancak Baran hiç köyüne gitmemiş, babası ve ailesini tuttuğu ayrı bir eve getirmiş, kardeşlerini de bir işe yerleştirmişti.

Baran’ın ablası, Denizli’ye geldikten birkaç yıl sonra evlenip yuvadan uçmuştu. Küçük kız kardeşi Fazilet de nişanlanmıştı. Baran’ın da askerlik çağı gelip çatmıştı.

Baran askerliğini yapıp geldikten sonra aynı işyerinde çalışmaya başladı. Askerden geldikten bir süre sonra uzun zamandan beri bakıştıkları Zerrin ile nişanlanıp, kısa süre sonra da evlendiler. Kısa sürede iki tane çocukları oldu. Bu arada ülkede iki tane önemli kriz geçirdi. Ancak Baran çalışkanlığı ile krizde işten çıkartılmamıştı. İşten çıkartılmadığı gibi iki kez işyeri değiştirmişti. Eşi ve kendisi çalışıyor, iyide para kazanıyorlardı. İşlerin iyi gitmesine aldanıp, Yeni şehirde kurulan Umut iki kooperatif ine üye oldular. Baran altına birde Şahin marka ikinci el 1998 model araba çekti. Araba için tüketici kredisi çekmişti. Aldığı 7 bin YTL karşılığında aşağı yukarı 12 bin YTL ödeyecekti. Bir taraftan ev kirası, diğer yandan kredi ve kooperatif aidatı, Baran ve eşi Zerrin’i epey zorluyordu.

Yıl 2007, aylardan Kasım, halk arasında ve televizyonlarda, tüm dünyanın bir krize gireceği söyleniyor, iktidarın önlem alması isteniliyordu. Aynı konu işyerinde de konuşuluyordu ve çareler aranıyordu. Ancak Baran daha önceden iki kere kriz atlattığı için kriz sözüne pek aldırmıyordu.

Derken 2008 yılının Mayıs ayına kadar gelindi. Hala krizden fazla iz yoktu. Baran harcamalarına eskisi gibi devam ediyordu. Bu arada içkiye de iyice kendini kaptırmış, her gün aşağı yukarı bir ufak rakı içiyor, üzerine de cila olarak(!) Bira içiyordu. Baran’ın bu durumu işyerindekileri de rahatsız etmeye başlamış, içtiği işyeri sahiplerinin kulağına kadar gitmişti. Bir gün Personel Müdürü makamına çağırıp, işyerinde içki içmemesi için uyarmıştı. O da işyerinde içmemeye özen göstermeye başlamıştı.

Eylül ayının sonlarına doğru birden ABD de patlayan kriz önce AB ülkelerini, arkasından da Türkiye’yi vurmaya başlamıştı. Ülkeyi yönetenler, her hangi bir önlem alma yerine, Hamdolsun, ayağımız yere sağlam basıyor, kriz bizi etkilemez, bizi teğet geçecek gibi söylemlerle, gelmekte olan krizin büyüklüğünü göremiyorlar veya görmek istemiyorlardı.

Böylece günler geçip giderken, Kasım ayının sonlarına doğru deniz ilindeki 8 fabrika kriz nedeniyle kapandı. Bu kapanan fabrikalar arasında Baran ve eşi Zerrin’in de çalıştığı fabrika da vardı. Haliyle fabrika kapanınca Baran ve eşi de diğer tüm işçiler gibi kapının önüne konulmuşlardı. Fabrika iflas ettiği için her hangi bir ödeme de yapılmamış, ödemelerin kurulacak İflas komisyonu belirleyeceği takvime göre yapılacağı, borçların önceliğinin belirlendikten sonra kendilerine bir ödeme takvimi yapılabileceği söylenmişti.

Baran ve eşi gerçekten beş parasız ortada kalmışlardı. Önlerinde Kurban Bayramına bir hafta falan kalmıştı. Ceplerinde para yok! Evin kirasını bile veremeyecek durumdaydılar. Baran’ın kardeşleri de krizin kurbanı olmuş ve işten çıkartılmışlardı. Onlarda aynı sorunu yaşıyorlardı. Onların bir avantajları vardı. O da oturdukları gecekonduyu, babaları sattığı keçilerin parası ile satın almıştı.

Derken Kurban Bayramı gelip çattı. Bayram Namazından sonra çevrelerindekiler kurban keserken, onlar boş gözlerle çevrelerine bakıyorlardı. Derken Baran’ın çep telefonu çaldı. Arayan ilk ev sahipleri Nuri idi hemen Zerrin’i ve çocukları da alarak evine gelmelerini istiyordu. Birlikte Nuri’nin evinin yolunu tuttular. Nuri bir kendisi birde çocukları için iki tane kurbanlık almıştı. Hemen kurbanlar kesilip, ateşler yakıldı. Birlikte yenildi içildi. Bunlar olurken, Baran geçen yıl arabayı yeni aldığını, Kurban Bayramında Selçuk, Kuşadası, Didim ve Fethiye’yi nasıl gezdiklerini hatırlardı. Ve kendi kendine kahretti.

İşte bir yıl öncesi ve bu gün. Aradaki farka bakılacak olursa, gelecek günler daha da karanlıktı. Kriz bir aileyi öylesine vurmuştu ki. Bırakın kurban kesmeyi, evin kirasını bile verecek durumları kalmamıştı.

Kriz ortamında Denizli ilinde kendileri gibi on binlerce ailenin işsiz kaldığını düşünerek, teselli bulmaya çalışıyorlardı.

Amerika ve Avrupa’nın çıkarttığı kriz, Denizli ilinde Baran ve eşi Zerrin’i vurmuştu. Tabi onlar gibi on binler ve yüz binleri de…

 
Toplam blog
: 3842
: 3093
Kayıt tarihi
: 23.03.08
 
 

Antalya'da 1956 yılında doğdum. Emekliyim, Üniversite mezunuyum. Evliyim, bir oğlum var Mimar. Gü..