Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '11

 
Kategori
Sosyoloji
 

Kuru Tarih

Kimimize göre tarih masaldır. Anlata anlata bitirilemez; uykumuzu getirir. 

Ne şarkı ne türkü ne gazel ne umut ne de dertlere çaredir: Kuru bir yüktür tarih. 

Kimimize göre içinde ders alınması gereken bir darb-ı meseller yumağıdır. 

Ne şarkı ne türkü ne gazel ne umut ne de dertlere çaredir. 

Kimimizce de içinden gerekli dersler çıkarılabilseydi tekerrürü imkânsız bir denizdir tarih. 

Bu beş kesime göre de günümüzü anlamak ve yönlendirebilmek için tarih gereksizdir. Dün dündür, bugün bugündür: Varsa yoksa al takke ver külah, sür git siyasettir tek yol. 

Bu yüzden ne arkeoloji ne sanat tarihi ne kayalara yazılı kitabeler ne de toplum bilim yaklaşımları gereksizdir. Varsa yoksa siyaset! O siyaset de yaklaşık otuz yıldan bu yana maddi manevi herkesi kemiren terörü yenemedi. Demokrasi ne gerektiği gibi anlatılabildi ne de gerektiği gibi uygulandı bu ülkede. Bulanık suda balık avlamak isteyenler çoğaldıkça çoğalıyor: Devletin malı da denizmiş! Varsa yoksa Batı’nın dayatmakta olduğu Şark Meselesi içerisinde yüzmeye çalışmaktır. Oysa bu tür günübirlik gidişler iyi değildir. Oysa bu tür yaklaşımlar bizi biz olmaktan çıkartarak Batı’nın dümen suyuna sürüklenmeye salmış bulunuyor. Oysa yaşanılan sorunların çözümü için tarih bilgisine ek olarak toplumun bir bütün olarak incelenmesi yoluna gidilebilse sorunların atında yatan nedenler daha bir ortaya çıkacak. Ne ki uygulanan yanlış yaklaşımlar ile Batı’nın çıkarı için her şeyi mübah görmesi karşısında herkes bocalıyor. 

İçinde terör dayatması da olan kimi politikalar (!) ile ‘’bölünme’’ ya da ‘’parçalanma’’ saplantısına yakalandığımızı kimse inkâr edemez. Atalarımızın doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar benzetmesinde olduğu gibi düşünecek olursak, böyle düşünenlerin ne kadar çok olduğunu ancak yansız-tarafsız bir bilinç ölçümü belirleyebilir. Osmanlı Devletimizi yıkmak için yeni milletler inşa etmek yolunda Şark Meselesi politikasını ortaya koyarak aşama aşama uygulayan Batı bugün Hindistan’a dayanmış bulunuyor. Bu süreçte Ermeni Meselesi ile Kürt Meselesi’ni de yoğuran Batı değişik yollar buluyor. Şaşırmamak elde değil. Anlıyoruz ki sorunları yalnızca tarih bilgisi ile çözemeyeceğiz. İçinde hukuk özlerini de taşıyan diplomasi ile de çözülemediği açık bu sorunların. Yanlış giden bir şeyler değil; yanlışa gidişte kördüğüm olan bir şeyler var açıkçası. Kimimizin Gök Sultan kimimizin ise Ulu Hakan olarak gördüğü Sultan Abdülhamid’in gerçekleştiremediği yaklaşımlardan sonra T.C. Hükümetlerinin kimi uygulamaları da ne yazık ki tutmamıştır. Sultan II. Abdülhamid’in de Şark Meselesi’ni alt etmek uğrunda giriştiği teşebbüslerin yeterli olamadığını görürüz. İlgilenenler Prof. Bayram Kodaman’ın 1983’ün temmuzunda yayınlanan Şark Meselesi Işığı Altında Sultan II. Abdülhamid’in Doğu Anadolu Politikası adlı eserinde konunun nasıl irdelendiğini görürler sanırım. 

Dâhili ve harici nedenlerden ötürü için için çök(ertil)mekte olan Osmanlı çağlarında yaşandığı gibi doğu illerimizde uygulana gelen her türlü tehdide karşı alınan tedbirlerin, bugün de geri teptiği görülüyor. Neden böyle oluyor? Bu işin içindeki hinlik nerelerde gizlidir? Bu sorunu çözmek için din, tarih, hukuk ve hassas siyasi yaklaşımlar (!) dışında başka yollar yok mudur? Küçük bir tarih yolculuğuna çıkalım: Ülkemiz bağlamında var olan Pers (Fars)ler, Makedon-Grek (Büyük İskender)ler, Karduklar, Hazarlar da akın akın gelip geçtiler bu topraklardan. 1071’den sonra yine akın akın Anadolu’ya gelenlerden hiç kimse kalmadı mı Doğu’da? Sandakoğulları-Sökmenli (Ahlatşahlar: Ahlat-Van), İlbeyli (Badıllı), Yınaloğulları (Diyarbakır), Delmeçoğulları (Bitlis), Toganarslan (Siirt-Erzen), Adıyamanlı, Artuklu (Mardin-Silvan-Hasankeyf-Harput) nereye gitti? Ayrıca Hakkârili, İzollu (Ebul İz- İz oğulları), Karakeçili ile diğer oğuz boyları ile Mogol-İlhanlı-Akkoyunlu-Karakoyunlu bakiyeleri son yüzyıl içerisinde Batı güdümlü ‘’yeni bir millet inşası’’ uğruna, bir çırpıda unutturulmak isteniyor. 

Orta Asyalı Alp Er Tunga’nın bir Kürt Beyi olduğunu on beş yıl kadar önce öğrenmiştim. Kimilerince Med ya da Asur kökenli olduğu öne sürülen Kürtler ile ilgili daha eski hiçbir kitabe yok, bundan başka. Eski Ahit’te Hititler var Kürtler yok her ne hikmet ise. Tarihi bilgileri peş peşe sıralarken ne kadar inkârcıyız değil mi? Kuru tarih de olsa bunları biliyoruz da ne oluyor; durum ortada. Her ülke, her devlet kardeşçe birlikler oluşturur; insan hakları çerçevesinde ayrılık gayrılık olmasın diye çırpınırken ‘’biz’’ parçalanmak, bölünmek isteniyoruz bu açık. Ayrıca yaşanılmış olan tarihi çağların içindeki akıncı toplulukların kökenleri nedeni ile değişik dil ya da ağız bağlamında değişik kültür öbekleri kurdukları da bir gerçek. Bu süreçte oluşan toplumsal ve kültürel özellikler bir yana itilerek ülkemizde yaygın olarak konuşulmakta olan Doğu Anadolu Osmanlıcası diye de adlandırılan Kırmançça’nın değişik ağızları yerine Kuzey Irak kökenli Soranice yayınlar egemenliğinde hızla birbirimizden ıraklaştırılmak istenildiğini görüyoruz. 

Silahlı siyaset yapmaktan demokratik medet uman kimilerince Kürtleştirelim derken bir yandan da Iraklaştırılıyor bu yurdun çocukları birbirlerinden. Amaç açık Ortadoğu’daki tarihi ve dini birliktelikler parçalansın ki petrolden pay almak yanında kanlı bıçaklı kitleleri yönetebilmek daha da kolaylaşsın kimilerince, öyle değil mi? Oysa ABD demokrasisinde (72) millet var. Ancak ortak dil Amerikanca. İkinci dil İspanyolcanın esâmesi okunmaz orada. Bana göre Marksist-Leninist-Stalinist silahlı eylemcilik son yıllarda barış içerikli İslâm’ı da kullanarak ırkçılık ve dilcilik batağında bir siyaset geliştirme çabasındadır. 

Demokratik açılım da gerekli etkileri gösteremediğinden; yaklaşan seçimler nedeniyle siyasi söylemlerdeki aşırılıklar kadar terör de kıpırdanmaya başladı ne yazık ki. Yakın bir gelecekte Selçuklular içinde yaşanmış olduğu gibi çağdaş yorumlu bir Baba İshak kalkışması (1240) olursa şaşırmayalım. İşte bir yönü ile de gündüz külahlı gece silahlı olarak adlandırılmaya çalışılan uzaktan kumandalı terörist eylemleri bir türlü durdurulamıyor. Oysa olay çok açık: 11 Eylül Saldırısı’ndan sonra Batı’nın çoğu cihazlara birer sinyal yollayıcı (çips) koydurduğunu biliyoruz. Özellikle ABD bu süreçte kendi çıkarları doğrultusunda ülkeler işgal ederken Türkiye de başına musallat edilen terör yüzünden neden böyle bir işe girişmiyor? Bütün Batının ve NATO’nun bir üyesi olarak Türkiye ‘’şu terör bitsin artık’’ diyerek; neden bütün silahlara birer sinyal yollayıcı koydurtamıyor? Batı’dan ve İran’dan gelmekte olduğu söylenen silahlara da ayakkabılara da birer (çips) yerleştirildiğinde yaklaşan terör eylemi anında öğrenilemez mi? Kuru tarih bilgisi yanında elektronik yardıma da ihtiyacımız var anlaşılan. Yeter ki uygulamalarda bilinçli ve istekli olalım. 

Kimilerinin dayattığı gibi ne terör silahı ile ne sille tokat ne de aba altından sopa ile olmaz demokratik siyaset. Sinsi sinsi yaklaşarak canlara kıyanlardan dolayı olmasın ileriye doğru gelişmesi gereken deği 

Kimimize göre tarih masaldır. Anlata anlata bitirilemez; uykumuzu getirir. 

Ne şarkı ne türkü ne gazel ne umut ne de dertlere çaredir: Kuru bir yüktür tarih. 

Kimimize göre içinde ders alınması gereken bir darb-ı meseller yumağıdır. 

Ne şarkı ne türkü ne gazel ne umut ne de dertlere çaredir. 

Kimimizce de içinden gerekli dersler çıkarılabilseydi tekerrürü imkânsız bir denizdir tarih. 

Bu beş kesime göre de günümüzü anlamak ve yönlendirebilmek için tarih gereksizdir. Dün dündür, bugün bugündür: Varsa yoksa al takke ver külah, sür git siyasettir tek yol. 

Bu yüzden ne arkeoloji ne sanat tarihi ne kayalara yazılı kitabeler ne de toplum bilim yaklaşımları gereksizdir. Varsa yoksa siyaset! O siyaset de yaklaşık otuz yıldan bu yana maddi manevi herkesi kemiren terörü yenemedi. Demokrasi ne gerektiği gibi anlatılabildi ne de gerektiği gibi uygulandı bu ülkede. Bulanık suda balık avlamak isteyenler çoğaldıkça çoğalıyor: Devletin malı da denizmiş! Varsa yoksa Batı’nın dayatmakta olduğu Şark Meselesi içerisinde yüzmeye çalışmaktır. Oysa bu tür günübirlik gidişler iyi değildir. Oysa bu tür yaklaşımlar bizi biz olmaktan çıkartarak Batı’nın dümen suyuna sürüklenmeye salmış bulunuyor. Oysa yaşanılan sorunların çözümü için tarih bilgisine ek olarak toplumun bir bütün olarak incelenmesi yoluna gidilebilse sorunların atında yatan nedenler daha bir ortaya çıkacak. Ne ki uygulanan yanlış yaklaşımlar ile Batı’nın çıkarı için her şeyi mübah görmesi karşısında herkes bocalıyor. 

İçinde terör dayatması da olan kimi politikalar (!) ile ‘’bölünme’’ ya da ‘’parçalanma’’ saplantısına yakalandığımızı kimse inkâr edemez. Atalarımızın doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar benzetmesinde olduğu gibi düşünecek olursak, böyle düşünenlerin ne kadar çok olduğunu ancak yansız-tarafsız bir bilinç ölçümü belirleyebilir. Osmanlı Devletimizi yıkmak için yeni milletler inşa etmek yolunda Şark Meselesi politikasını ortaya koyarak aşama aşama uygulayan Batı bugün Hindistan’a dayanmış bulunuyor. Bu süreçte Ermeni Meselesi ile Kürt Meselesi’ni de yoğuran Batı değişik yollar buluyor. Şaşırmamak elde değil. Anlıyoruz ki sorunları yalnızca tarih bilgisi ile çözemeyeceğiz. İçinde hukuk özlerini de taşıyan diplomasi ile de çözülemediği açık bu sorunların. Yanlış giden bir şeyler değil; yanlışa gidişte kördüğüm olan bir şeyler var açıkçası. Kimimizin Gök Sultan kimimizin ise Ulu Hakan olarak gördüğü Sultan Abdülhamid’in gerçekleştiremediği yaklaşımlardan sonra T.C. Hükümetlerinin kimi uygulamaları da ne yazık ki tutmamıştır. Sultan II. Abdülhamid’in de Şark Meselesi’ni alt etmek uğrunda giriştiği teşebbüslerin yeterli olamadığını görürüz. İlgilenenler Prof. Bayram Kodaman’ın 1983’ün temmuzunda yayınlanan Şark Meselesi Işığı Altında Sultan II. Abdülhamid’in Doğu Anadolu Politikası adlı eserinde konunun nasıl irdelendiğini görürler sanırım. 

Dâhili ve harici nedenlerden ötürü için için çök(ertil)mekte olan Osmanlı çağlarında yaşandığı gibi doğu illerimizde uygulana gelen her türlü tehdide karşı alınan tedbirlerin, bugün de geri teptiği görülüyor. Neden böyle oluyor? Bu işin içindeki hinlik nerelerde gizlidir? Bu sorunu çözmek için din, tarih, hukuk ve hassas siyasi yaklaşımlar (!) dışında başka yollar yok mudur? Küçük bir tarih yolculuğuna çıkalım: Ülkemiz bağlamında var olan Pers (Fars)ler, Makedon-Grek (Büyük İskender)ler, Karduklar, Hazarlar da akın akın gelip geçtiler bu topraklardan. 1071’den sonra yine akın akın Anadolu’ya gelenlerden hiç kimse kalmadı mı Doğu’da? Sandakoğulları-Sökmenli (Ahlatşahlar: Ahlat-Van), İlbeyli (Badıllı), Yınaloğulları (Diyarbakır), Delmeçoğulları (Bitlis), Toganarslan (Siirt-Erzen), Adıyamanlı, Artuklu (Mardin-Silvan-Hasankeyf-Harput) nereye gitti? Ayrıca Hakkârili, İzollu (Ebul İz- İz oğulları), Karakeçili ile diğer oğuz boyları ile Mogol-İlhanlı-Akkoyunlu-Karakoyunlu bakiyeleri son yüzyıl içerisinde Batı güdümlü ‘’yeni bir millet inşası’’ uğruna, bir çırpıda unutturulmak isteniyor. 

Orta Asyalı Alp Er Tunga’nın bir Kürt Beyi olduğunu on beş yıl kadar önce öğrenmiştim. Kimilerince Med ya da Asur kökenli olduğu öne sürülen Kürtler ile ilgili daha eski hiçbir kitabe yok, bundan başka. Eski Ahit’te Hititler var Kürtler yok her ne hikmet ise. Tarihi bilgileri peş peşe sıralarken ne kadar inkârcıyız değil mi? Kuru tarih de olsa bunları biliyoruz da ne oluyor; durum ortada. Her ülke, her devlet kardeşçe birlikler oluşturur; insan hakları çerçevesinde ayrılık gayrılık olmasın diye çırpınırken ‘’biz’’ parçalanmak, bölünmek isteniyoruz bu açık. Ayrıca yaşanılmış olan tarihi çağların içindeki akıncı toplulukların kökenleri nedeni ile değişik dil ya da ağız bağlamında değişik kültür öbekleri kurdukları da bir gerçek. Bu süreçte oluşan toplumsal ve kültürel özellikler bir yana itilerek ülkemizde yaygın olarak konuşulmakta olan Doğu Anadolu Osmanlıcası diye de adlandırılan Kırmançça’nın değişik ağızları yerine Kuzey Irak kökenli Soranice yayınlar egemenliğinde hızla birbirimizden ıraklaştırılmak istenildiğini görüyoruz. Silahlı siyaset yapmaktan demokratik medet uman kimilerince Kürtleştirelim derken bir yandan da Iraklaştırılıyor bu yurdun çocukları birbirlerinden. Amaç açık Ortadoğu’daki tarihi ve dini birliktelikler parçalansın ki petrolden pay almak yanında kanlı bıçaklı kitleleri yönetebilmek daha da kolaylaşsın kimilerince, öyle değil mi? Oysa ABD demokrasisinde (72) millet var. Ancak ortak dil Amerikanca. İkinci dil İspanyolcanın esâmesi okunmaz orada. Bana göre Marksist-Leninist-Stalinist silahlı eylemcilik son yıllarda barış içerikli İslâm’ı da kullanarak ırkçılık ve dilcilik batağında bir siyaset geliştirme çabasındadır. 

Demokratik açılım da gerekli etkileri gösteremediğinden; yaklaşan seçimler nedeniyle siyasi söylemlerdeki aşırılıklar kadar terör de kıpırdanmaya başladı ne yazık ki. Yakın bir gelecekte Selçuklular içinde yaşanmış olduğu gibi çağdaş yorumlu bir Baba İshak kalkışması (1240) olursa şaşırmayalım. İşte bir yönü ile de gündüz külahlı gece silahlı olarak adlandırılmaya çalışılan uzaktan kumandalı terörist eylemleri bir türlü durdurulamıyor. Oysa olay çok açık: 11 Eylül Saldırısı’ndan sonra Batı’nın çoğu cihazlara birer sinyal yollayıcı (çips) koydurduğunu biliyoruz. Özellikle ABD bu süreçte kendi çıkarları doğrultusunda ülkeler işgal ederken Türkiye de başına musallat edilen terör yüzünden neden böyle bir işe girişmiyor? Bütün Batının ve NATO’nun bir üyesi olarak Türkiye ‘’şu terör bitsin artık’’ diyerek; neden bütün silahlara birer sinyal yollayıcı koydurtamıyor? Batı’dan ve İran’dan gelmekte olduğu söylenen silahlara da ayakkabılara da birer (çips) yerleştirildiğinde yaklaşan terör eylemi anında öğrenilemez mi? Kuru tarih bilgisi yanında elektronik yardıma da ihtiyacımız var anlaşılan. Yeter ki uygulamalarda bilinçli ve istekli olalım. 

Kimilerinin dayattığı gibi ne terör silahı ile ne sille tokat ne de aba altından sopa ile olmaz demokratik siyaset. Sinsi sinsi yaklaşarak canlara kıyanlardan dolayı olmasın ileriye doğru gelişmesi gereken değişim. Bir daha kötü, suçlu, acılı, sancılı, küskün günler yaşamayalım artık. Demokrasi kalkanına bürünmeye çalışan kimilerinin arkasına sığındığı Silahlı Siyaset’in talimatları ile söylenen kuru sıkılarından bize bir şey olmaz, demeyelim. Gerekli toplumsal kültürel ve mülkiyet ağırlıklı tedbirler alınmaz ve toprak ağalıkları parçalanmaz ise terör önlenemez. Böylece içinde kişilik bozulmaları da yaşayan gündüz külahlı gece silahlı eylemciler artacaktır. Unutmayalım ki dayatılan hayali haritalar içinde yer verilen Osmaniye de bütün Türkiye gibi o sinsi terör eylemlerinden bir türlü kurtulamıyor. Her türlü aykırı davranış için yasalar işletilsin, caydırıcılık yaygınlaşsın; müsamaha olmasın. Merhametten ne tür marazlar hâsıl oldu yaşadık, gördük; pişman olarak eve dönenler de eski huylarından vazgeçemiyorlar. Çünkü yanlış giden o kadar çok şey var ki anlatmak imkansız. Bence tarihi ve kültürel gerçekler gerektiği gibi anlatılamıyor. Vicdanlara seslenilemiyor siyasetin dikenli yollarında. Kısaca çok acılar çektik ve çekiyoruz. ‘‘Tahammül mülkünü yıktın, bre ’’ dedik. 

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..