Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Kasım '13

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Lviv'de bir tam gün

Lviv'de bir tam gün
 

Lviv Caddeleri


Sabah erkenden çıkıyoruz. Belli etmediğim korkum havanın yağması ya da aşırı derecede soğuk olması. Elbette belli etmemem gerekiyor ama geçtiğimiz yıllarda Belgrad'da yaşadığımız ve Allah'a şükürler olsun ucuz atlattığımız macerayı da unutamıyorum. Ama burada İngilizce bilen insan sayısı çok daha az, insanları da yardımseverlik konusunda Sırplarla kıyaslanamayacak derecede kaba.

Adam M. Meydanı

Adam M. Meydanı

Çıktık. Normal bir Lvivli ne yer. Elbetteki Fodor yad a Frommer gibi rehberlerdeki mekanlara gidecek halleri yok. Biz de Rynok tarafına gidiyoruz pek oyalanmadan. Zaten yol üzerinde kalan yerleri dünden temizlemiştik. Epeyce bir turist var bugün. Hava, rüzgarın etkisiyle rahatsız edecek kadar soğuk. İleride halka satan bir çocuğa denk geliyoruz. Birkaç halka alıyoruz kahvaltı niyetine. Verdiğim para zorlukla bozacağı kadar büyük bir para olmalı ki biraz canı sıkılıyor ama para üstünü veriyor.

Lviv Sokakları

Lviv Sokakları

Rynok etrafında turluyoruz ağır adımlarla. Günün planını da yapıyoruz ayak üstü. İlk önce Lychakivske Mezarlığına gideceğiz. Eşim garipser şekilde bakıyor ama yüzümdeki ifadeyi görmüş olmalı ki “vardır bir bildiği” diyerek eşlik ediyor. İki km ye yakın bir yolu katediyoruz merkezden. Neyse ki levhalar bu şehirde yardımcı oluyorlar turistlere. İlginç binalar var. Çoğu pek çok Doğu Avrupa kentinde olduğu gibi bakımsız. Gene de aradan girdiğimiz bir sokakta –ya da cadde mi demeliyim- güzel ve bakımlı binalar görüyoruz. Tıp ya da eczacılık fakültesi gibi bir binalar var.

Lychakivske Mezarlığı

Lychakivske Mezarlığı

Mezarlığa ulaşıyoruz. Giriş büyük 15, çocuk 8 grivna ama kesinlikle değer. Öncelikle şunu söylemeliyim, hakkıyla gezebilmek için en az dört saat ayırmanız lazım. Biz bile üç saate yakın bir zaman ayırdık tüm hızımıza rağmen.

Lychakivske Mezarlığı

Lychakivske Mezarlığı

Mezarlık, Batı Avrupa'daki özellikle Paris'teki benzerleri gibi güzel mezartaşları ile bezenmiş ama… İşte burada tarih bilgisi devreye giriyor. Pek çok taşta kırmızı beyaz kurdeleler göreceksiniz. Şehre nüfuz etmiş olan Polonya etkisinden ve nedenlerinden bahsetmiştim. İşte bu etkiyi yaratan Polonyalılar bu kurdelelerle sarılı taşların sahipleri. Ayrıca içinde ışık yakılan kandiller var. Mezarların çoğu bakımlı. Çok yaşlı dahi olsa insanlar gelip dostlarının mezarlarının bakımlarını yapıyorlar. Kripta tarzı, kulübe tarzı, sade mezartaşından ibaret olanı, türlü mezar sizi bekliyor. Adını hemen hemen her şehirde görebileceğiniz milliyetçi şair Ivan Franco ‘nun mezarını da görebiliyorsunuz, adı sanı artık duyulmayan garibanlarında. Anlatılması, yazılması kolay olan bir yer değil. Gelmek, görmek gerekli. Heykeller oldukça etkileyici. Taşlardan oluşan bir ormanın içerisindeyim. Zerre bir şey anlayamıyorum taşların çoğundan. Ivan Ivanoviç oldukça çok rastlanılan bir isim.

Lviv Manzaraları

Lviv Manzaraları

Sincaplar ağaçların arasında koşturup duruyor. Bir anne, kızı ve doğmamış bir başka kızına ait bir mezar taşı en sarsıcı yer oluyor bana. Sadece düşünüyorum. Muhtemelen trafik kazası. Umutlarınız var, doğacak bir çocuğunuz var, onun için planlarınız ve elbetteki kaygılarınız var. İşinizin başında iken telefonunuz çalıyor ve eşinizin, var olan kızınızın ve var olacak kızınızın öldüğü haberini alıyorsunuz. O babanın o an ki durumunu hissediyorum, bıçak gibi yarıp geçiyor. Yaşam nasıl da pamuk ipliğine bağlı. Mezarlıktan çıkıyoruz. İlk gelen tramvaya atlayarak Dormotion Kilisesi'nin karşısında iniyoruz.

Lviv ‘in çikolatacıları meşhur. Biz standartımızı bozmuyor kahve ile başlıyoruz olayımıza ama oğlana sıcak çikolata alıyoruz. Tabii ki sıklıkla çocukcağızın yemeye çalıştığı çikolatayı parmaklayarak payımız da alıyoruz. Büyük olmak her zaman böyle avantajlar sağlıyor insana.

Meydandaki turistrene yöneliyoruz. Zaten dünden gözümüze kestirmiştik. Büyük 50, çocuk ise 25 grivna. Dün çocuk ücretsiz dedikleri için eşim isyanlarda. Ben uzatmıyorum. Hem vakit geçireceğiz, hem de zaten gezeceğimiz yerleri yorulmaksızın oturduğumuz yerden görebileceğiz.

Turist Treni

Turist Treni

Araç harekete geçiyor. Taş döşeli yollarda hoplaya zıplaya ilerliyoruz. Öyle bir hale geliyor ki insan göz kapakları kapanacak gibi oluyor. Oğlanı arada dürtüp uyanık kalmasını sağlamaya çalışıyorum ama o da beni uyukladığım gerekçesiyle suçluyor. Gene de dışarı da çıkan güneş camekanların gerisinde bizleri iyiden iyiye mayıştırdı. Şehrin epeyce bir kısmını gezmişiz zaten. Bununla beraber art neuveau açısından oldukça zengin bir kent. Bunun dışında da çok sayıda parkı var. İniyoruz. Bu kez hedef meydandaki belediye binasının kulesi. Mete ile beraber önden atılıyoruz. (Büyük 10, çocuk 5 grivna) Yıldız geriden bizi takip etmekte. Tahta merdivenleri döne döne çıkarken terden sırıl sıklam oluyorum. Oğlan da benden farklı değil. Çıkışa yaklaştıkça iyice darlaşıyor koridor. Karşıdan gelenlerle biz çıkmaya çalışanlar adeta sevişircesine sürtünmelerle geçebiliyoruz bir adım öteye.

Lviv

Lviv

Manzara bu cefaya, eziyete ve dökülen tere değer yapıda. Ana baba günü olan terasta, yakınımda duran kızlara bugün neden bu kadar kalabalığın toplandığını, meydandaki üniformalı insanların neci olduğunu soruyorum ama adam akıllı bir cevap veremiyorlar. “Bir kutlama mı var?” dediğim de ise “Lvivliler her zaman kutlayacak bir şey bulur” diye yanıtlıyor sarışınlardan birisi. Kuleden inip yemek olayını çözmek için Slobody Meydanı'na gidiyoruz. Burada Wiener Kaffehaus diye bir yer var. Girdiğimde “sağlam geçirecekler” diye düşündüğüm bu yerde adam başı 6 euroya menü aldık. Adamlara Müslüman olduğumuzu ve domuz eti olan yemekleri belirtmelerini söyledik. Gerçekten adamlar bu konuda çok yardımcı oldular. Hatta bazı şeylerin karşılığını çözemediğimizde de google ‘a girdik ya da emin olamadıklarında “en iyisi yemeyin ” uyarısı ile karşılaştık.

Lviv

Lviv

Tıka basa doyduk. Dev kase tavuk suyu çorba. Şnitzel. Dev bir tabak kuskus benzeri bir tahıl yemeği. Yanında içecek olarak erik kompostosu. Midemi bozmam inşallah diye başladığım yemek midem patlamaz inşallah şeklinde bitiverdi. Çıktık. Slobody Meydanı'na gidip Taras Şevçenko heykelinin önünde oturuyoruz. İnsanları seyretmek oldukça eğlenceli. Bir gece kulübü müşteri çekebilmek yerel kıyafetli kızları bir arabaya doldurmuş. Yerel kıyafetlerin oldukça kısa olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Hemen Mete'yi kapıp kızlarla fotoğrafını çekiyorum.

Lviv

Lviv

Bizimkileri burada bırakıp tiyatro binasının önündeki eğlencelere bakıyorum. Hintli bir grup dans gösterisi yapıyor. Ötede ise tiyatro gösterisini bekleyen harika giyimli insanlar mevcut. Arada kalan bir hediyelik eşya pazarını hızlıca turluyorum. Yolun başındayız ve taşıyamayacağım, alsam yolda kıracağım ve bunun için üzüleceğim çok sayıda harika nesne satılmakta burada. Ama yapacak bir şey yok. Hostele dönüp eşyaları alıyoruz. Ben koşar adım arkadaşıma kart atacağımı söylüyorum bizimkilere. Postane yakınlarda olmalı. Öyle hatırlıyorum. Zaten turistren ile de önünden geçmiştik. Bulamıyorum. Yaşlıca bir adamın yolunu kesiyorum. Ukrayna'da orta yaş ve üstü insanlar yardım konusunda biz Türklerden farklı değiller ama yabancı dil namına pek bir şey bilmiyorlar. Çat pat Almanca bir muhabbet başlıyor adamla. Türk olduğumu söyleyince, “İstanbul, Roksalan” diye başlıyor. Ah Hürrem burada da çıktın karşıma. Adamla epey yürüyoruz. Benle aynı yöne gitmiyorsa gelmemesini söylüyorum, yolumun üzeri diyor. Sonra posta binasını gösteriyor, benle tokalaşıyor ve geldiğimiz yöne doğru ilerliyor. Dini, inancı, milliyeti, dünya görüşü ne olursa olsun gerçekten çok düzgün insanlar var bu dünyada.

Hostele dönüyorum, bizimkileri alarak tren istasyonuna gideceğimiz tramvayı beklemeye başlıyoruz. Sık olması gerekirken gelen giden yok. “Belki de yanlış yerde bekliyoruz şu kıza sor” diyor eşim. Kıza gidiyorum, nazikçe soruyorum ama kız kaçıyor. Eşim deliriyor, kadının üzerine gidip dalmasını zorlukla önlüyorum. Sorduğum kız benle aynı boyda ama eşimin yanında kısa kalıyor ve gerçekten yerden kazınırdı.

Lviv

Lviv

Neyse, insanlarla iletişim kurmaktan çekinmeyen başka bir Lvivliye denk gelerek yolun karşı kıyısına geçmemiz gerektiğini öğreniyoruz. Gerçi burada da bir müddet bekliyoruz ama yapacak bir şey yok. Gelen tramvaya atlıyoruz. Lviv tramvaylarında her zaman olmasa da sıklıkla bilet kontrolü yapıldığını söylemeliyim.Kısa sürede vardığımız tren istasyonundan bahsetmeliyim. Bu ülkede tren istasyonları gerçekten harikulade binalar. Yani söze gerek yok. İçeride ilk girdiğimiz yerde internet var ama paralı. İçeride kesif bir tütsülenmiş et kokusu var. Koku her yere sinmiş. Öteki kesim yani ücretsiz olan kısımda koku daha da ağır. Bizimkileri bırakıp internetten aldığım biletleri konfirme ettirmeye gidiyorum.

Lviv

Lviv

Pinpon topu gibi sağa sola gönderildikten sonra bir gişede yolculuğum sona eriyor. Şansıma bürokrasinin karmaşık olduğu bir ülkeden geliyorum ve zorlanmıyorum. Batı Avrupalı hanım evlatlarını görmek isterdim doğrusu. Gerçi gişedeki kadın laftan anlayan bir tip değil ama burada da şans yüzüme gülüyor ve geçen sene Antalyada çalışmış bir genç kız yardımıma yetişiyor. Türk olduğum nasıl anlaşılıyor diye sorduğumda gülüyor, “siz Türkler hep koşuşturuyor ve mırıldanıyorsunuz” diye yanıtlıyor. Yaşasın genetik kod. Bürokrasiyi yenmenin utkusuyla ailemin yanına dönüyorum. Polis mütemadiyen kimlik kontrolü yapıyor. Evsiz, kılıksız insanlar toplanıyor ve dışarı atlıyor. Yaşlı bir kadın atılırken epeyce saydırdı. Bu da değişik bir durum elbette. Komünist dönem sonrasına ayak uyduramayanlar yaşamlarını bu şekilde asalakça da olsa sürdürmek zorunda.

Kalabalık bir aile geliyor. Küçük oğulları Mete'nin etrafında. Mete'ye diyorum” tableti ver, oynasın biraz” diye. Oğlum bizim huyları bu konuda almış, paylaşmayı sever.

Çocuk İngilizce biliyor, Mete de biliyor. Çünkü ikisine de “İngilizce biliyor musun” diye sorduğunuzda “yes” diyebiliyorlar. Sonrası mı? Of, kim umursar, dünyanın her yerinde çocukların anlaşabilmesini sağlayan ortak bir vücut ve işaret dili var. Gerçi durmadan bizim aracılığımıza ihtiyaç duyuyorlar. Çocuğun annesi (ki çocuğun adı Lev) az biraz İngilizce biliyor. Etrafındaki genç kızlar anlarmış gibi baksalar da bilmiyorlar. Vakit harika geçiyor. İnsanların başlarında kendilerine saçma sapan emirler veren politikacılar ve paylaşmak için birbirlerini gırtlaklamayacakları nesneler olmadığında dünyanın en uyumlu canlıları olduğunu anlıyorum bir kez daha.

Zaman geiyor. Yarım saatten fazla bir gecikme olsa da Sofya'dan gelip de Moskova'ya giden ve bizi Kiev'de Levleri ise Rusya sınırına yakın bir yerde bırakacak olan tren gara giriş yapıyor.

 
Toplam blog
: 35
: 3517
Kayıt tarihi
: 10.08.09
 
 

Gezmeyi severim. Aileden gelen bir alışkanlık bu. Ufacıktım gezdiğimi hatırlıyorum. Gezeceğim. Ağ..