Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ekim '11

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Mahşere Doğru dörtnala koşan (Don Kişot) şehir plancısı

Mahşere Doğru dörtnala koşan (Don Kişot) şehir plancısı
 

Koruma ve Restorasyon Derneği ile Ankara Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin ortak düzenlediği “Dünden Bugüne Koruma” toplantılarının Ankara temalı toplantısı


Koruma ve Restorasyon Derneği ile Ankara Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin ortak düzenlediği “Dünden Bugüne Koruma” toplantılarının Ankara temalı toplansına bendenizi davet ettiğinizden ötürü yetkililere ve benimle temas eden Nevin Hanıma hepinizin önünde teşekür ederim. Hemen belirtmeliyim, bendeniz Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu üyesiyim; bu vasfımla da odamızın koruma konusundaki duruşunu gözlemlediğim ölçüde sizlere aktaracağım; lakin sadece çuvaldız ile geldim, ve bunu sadece kendimize batırmak amacındayım; eh pek de şehir plancısı olmadığına göre aramızda fazlası ile sözüm meclisten dışarı diyebilirim...

Şehir planlama, koruma alanına fazla ilgi duymamasına karşın ilgi duymadığı kadar da bu alanda etkin bir meslek dalıdır. Bir öğretim üyesi olarak ülkemiz şehir planlamasında ciddi tıkanıklıklar ile karşı karşıya olduğumuzu gözlemliyorum; bir oda yöneticisi ve koruma kurulu üyesi olarak da okullarda öğretilen ve piyasada uygulanan şehir planlamanın birbirinden ciddi oranlarda kopuk olduğunu her ikisinin de külliyen yaşamakta olduğumuz hayattan muaf , bihaber bir şekilde, kendince şekillendiğini gözlemliyorum. Bu mahut durum uzun yıllardır pek de değişikliğe uğramadığından, değişmeyen pratik, kendi halinde işleyen akademi ve çok hızlı hayat sarmalında korumanın kendine pek de yer bulamadığına inanmaktayım . Aklıma bazen şehir planlama diye bir bilimin olmadığı,aksine şehircilik biliminin olduğu, şehir planlamanın ise sadece düz bir teknisyenlikten öteye geçemediği gibi hemen aklımdan çıkarmak istediğim kötü düşünceler de gelmiyor da değil hani...

Korumanın bir toplum pratiği haline gelebilmesi için şehir planlamanın birbiri ile de ilişkili ikili işlevi yerine getirmesi gerektiğini düşünmekteyim; bunlardan birincisi korumayı mülkiyet hakkını da teslim ederek gönüllü bir çerçeve üzerine oturtmak , ikincisi ise korumanın amacına kavuşmasına hizmet etmektir. Birincisi bir örgütlenme problemini tanımlarken, ikincisi daha çok tasarım problemidir. Birincisini, korumanın toplumca da sahiplenebilmesinin gerekli olan koşullarını yaratabilmesi için de gerekli görmekteyim;mülkiyet hakkı kutsaldır ve bu hakkın toplumun yararına kısıtlanması durumunda bile kısıtlandığı ölçüde tazmin edilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Planlama ile yapılan tasarrufların mülkiyet hakkına şekil vermek olduğunu zaten biliyoruz; genelinde mülkiyet hakkının hakkaniyete aykırı olarak kısıtlanmasının koruma olarak bize yutturulduğunu da maalesef bilmemezlikten geliyoruz. Korumayı bir mutabakat kalıbına dökmediğimiz zaman şehir planlamanın baskıcı ve despotik yanını sıkça gözlemlemekte, yaşamaktayız.

İşte burada şehir planlamanın ve şehir plancısının önemi hat safhaya çıkıyor. Şehir plancısı aslında bir “broker”dır, tasarruflarından öteye geçip,  topluma korumayı kabul ettirebilmek için mülkiyet hakkı ile koruma arasındaki mutabakatı sağlamak şehir plancısının korumadaki asli ve bence en temel görevidir. Bu olmadan şehir planlamanın ikinci işlevini yerine getirebilmesini de meşru temellerinden yoksun hale getiririz; birinci ve asli işlevini yerine getirmemiş ya da kerhen yerine getirmiş bir planlama pratiğinden de iyi ve samimi bir tasarım beklemek de bence hayaldir.

Korumanın amacına kavuşmasına hizmet etmek ise şehir plancısının en zor işlerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Gerçek bir tasarım problemidir, ve bu konuda gerçekten biraz da sanatçılık gerekmektedir; kardeş ve yakın mesleklerden de ciddi destek alınması gerekmektedir. Bu işlev değişik mesleklerle, özellikle de mimarlar ile komşu bir alanı tanımlamaktadır. Korunanı ne kadar öne çıkarabiliyoruz, onun lansmanını nasıl yapıyoruz, toplum ile ne kadar buluşturabiliyoruz; velhasıl, korumayı bir yük olmaktan çıkarıp toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası haline nasıl getirebiliriz. İşte şehir plancısının tasarımcı yönünün kalitesi de bu noktada ortaya çıkıyor...

Neyi korumak amacındayız? Bu bir sokak lambası, bir bank, bir heykel gibi bir nesne, bir bina, bir alan ya da bir şehrin karakteri de korunabilir. Pektabidir ki bunlara ilişkin birebir kararlar da alınabilir.Mesela, Kyoto kentinin tapınaklarından ve geleneksel evlerinden gelen bir rengi vardır: kahverengi; bu rengi McDonalds’ların tabelalarında bile görmek mümkündür. Şehrin ortasından geçen bir nehir vardır, Kamogawa adında; bu nehir kenarında dolaşanların Kyoto’yu çevreleyen dağları görmelerini engelleyeek yükseklikte bina inşa edilmesine izin verilmez.

Ya İstanbul’un silüetine ne dersiniz?

Basma kalıp lineer koruma anlayışı, bu alan özeline kendisini hapsederken, koskoca İstanbul’un dünyada kendini tanıtmak adına kullandığı silüetine 6 kilometre öteden Zeytinburnu’ndan yapılan bir müdahele karşısında donakaldık. Şehrin karakterini koruyamadık.

Ankara’nın en önemli güzergahı olan , dahası karakterini teşhir eden Atatürk Bulvarı’nı protokol yolu diyerek, bulvarın açık bir cumhuriyet müzesi olduğunu gerçeğini geri plana atan anlayışın Atatürk Bulvarını bir “roller coaster” haline getirdiği bir başkentte siz koruma adına ne yapabilirsiniz?

Her biri önemli Avrupalı mimarının elinden çıkmış milli binalarımız ile misyon binalarınının mimari hazzını alamadıktan, cumhuriyetin ürettiği en önemli alanları ve parkları hissedemeden, Anıtkabir’i göremeden, Ankara’nın tacı Kaleyi göremeden, milli egemenleğin tecelli ettiği binanın önünde durup bağırıp çağıramadıktan sonra korumayı ben şehir plancısı olarak ne yapayım?

Şehir Plancıları Odası, koruma adına neler yapmaktadır? Hemen şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Sizler için, kamu yararı için, Şehir Plancıları Odası (Ankara Şubesi) dava açmakla meşguldür; şu an bile bir arkadaşımız ya da avukatımız dava dilekçesi yazıyor olabilir.

Bir yere kadar meşru görülebilecek bu tavır maalesef bir meslek örgütünün, hele hele küçük ölçekli bir meslek örgütünün enerjisini tüketmektedir. Şehir plancıları meslek örgütünün, yukarıda arz ettiğim, korumada şehir planlamanın, bence hayati önemdeki, iki işlevi gerçekleştirme adına neler yaptığı konusunda ise size daha fazla şeyler anlatmak isterdim ama ne yazıki bu konuda pek bir şey yok.

Lakin oda yöneticileri tarafından verilebilecek şu cevabın da kendince haklılık taşıdığını itiraf etmeliyim: “Bizler herhangi bir konuda açık tartışma ortamı açtığımızda kimse gelip de bir katkı koymuyor!”. Evet, odamız gerek AOÇ, gerekse Ulus yenilemesi olsun değişik konularda üyeleri ile temasa geçmesine karşın çok az geri dönüş ile karşılaşmıştır. Buna üzülerek ve yaşayarak şahit olduğumu itiraf etmeliyim.

Şehir planlamanın koruma açısından bana göre olmazsa olmaz ve hayati  işlevleri göz önüne alındığında koruma nasıl yapılmalıdır sorusunun muhatabı bence şehir plancısı değildir. Şehir plancısı korumadaki asli rolü korumayı olanaklı hale getiren düzeni kurgulanması ve onun işlerliğinin sağlamalıdır.

Bu kimi planlama tasarrufları ile karıştırılmamalıdır. Örneğin, ODTÜ’nün ve AOÇ’nin Ankara’nın nazım gelişmesine yön vermesi yani bu alanları sıçrayarak kentsel gelişmeye haiz olabilmesi  için korunması ile her  ikisinin doğal karakterinin, kendileri ile özdeşleşmiş anı vasıflarının korunması arasında önemli yapısal farklılıklar olmasına rağmen her iki koruma amacı mekanda üst üste oturmuştur. Bu alanlar gerek nazım ilkeler, gerekse doğal karakterleri, gerekse de anı vasıfları göz önüne alındığında korunmalıdır.

Buna karşın biz odalar olarak bu alanların korunması adına hala mücadele veriyorsak, o zaman başımızı önümüze koyalım ve buradaki yanlış nerede diye bir sorgulayalım isterseniz.  ODTÜ içinden geçen yol önceden de vardı! Sayın belediye başkanı bunu daha önce söylediler. Lakin bu yol o zaman ODTÜ içi bir yol olarak ODTÜ’yü korumayı amaçlayan bir yolmuş; burası açık. O zaman koruma mevzuatına da tabii değil ODTÜ; am aplanı yapanlar da ODTÜ’lü şehir plancıları. Koruma mevzuatına tabii olduğu yıllarda ise özellikle son yıllarda kampüsü Eskişehir yolu kısmından bölmek amacı ile bir plan yapılmış, bu da koruma adına. Kozmetik sebep ise trafik sıkışıklığı. Viyadüklerden, tünellerden, olmayacak kavşaklardan bahsediliyor kimi zaman. Bu koruma adına Uzun Gölü’ün etrafını beton ile çevirmek ile eş değerde. Bugün metropoliten kentlerimizde koruma amaçlı yapılan planlar bile metropoliten sorunlar karşısında ezilmektedir.

Koruma açısından bu zamana kadar Türkiye’de şehir planlamasında ortak bir akıl oluşmuş mudur sorusu ile başlamak isterim. Korumayı olanaklı hale getiren ve meşru kalıplara döken şehir planlama modellerine haiz değilsek ortak akıldan nasıl bahsedebiliriz. Kağıt üzerinde yazılı olan imar ve yapılanma hakları aktarımı hususu iyi niyet bildiriminin ötesine geçememiştir.

Bu zamana kadar da bu konuda bir akademik çalışmaya, veyahut da uygulamaya da tanık olabilmiş değilim (varsa da maalesef matuf olamamışım, benim eksikliğim sayınız). Olsa idi başarı öyküsü olarak akademide de yoğun olarak işlenirdi. Oysa bu aktarım haklarının mevcudiyetinin 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda 2004’den beri olduğu bilgisi var bende.

Demek ki kanunun bile tanımladığı çizginin çok altında bir yerlerde, “geleneksel, lineer imar planlama” anlayışı ile hareket ediyoruz. Kalıplaşmış ve değişime çok az açık olan imar planlama pratiğinin koruma amaçlı planlarda istenilen ya da arzu edilen hususları idare-i maslahat içinde ve kerhen yerine getirdiği malumunu ilan etmeye gerek var mı bilmiyorum.

ODTÜ için son dönemde ciddi bir kampanya yürüttük, bu kampanyada bile şunu gördük ki idare bile koruma amaçlı imar planı yapamamakta aslında. Açınız bakınız, Çukurambar planı ile biz odaların da katıldığı amiyane tabiri ile halk toplantısı denilen 9 Eylül 2010 tarihli ODTÜ planı arasında ne kadar farklılık vardır?

Gösterim dili, koruma açısından hayvan türlerinin biyomları, yani yaşam alanları, iğne yapraklılar grubu ile geniş yapraklılar grubu nasıl birbirine karılmıştır; yangın önleme ve kontrol önlemleri nasıl alınmıştır; üretim faaliyetleri yanında gelecekte üniversitenin gelişim alternatifleri nelerdir? Bunların tartışmasını duydunuz mu ?

ODTÜ’nün ciddi anlamda bir otomobil trafiği vardır, acaba bunu azaltmanın ya da kontrol etmenin buranın doğal karakterine ve üniversite vasfına uygun olup olmayacağı konusunda bir tartışma duydunuz mu? Sayın rektöre yazmış idim; Türkiye’yi ileriye taşıyan bu kurumun otomobil trafiği konusunda ciddi önlemler alması gerektiğini, öernek olması gerektiğini yazmış idim; kampüs içerisinde etkin bir toplu dolaşım sistemi ile bunun çözülebileceğini; bunun toplumun bakış açısını önemli ölçüde değiştirebileceğini yazdım.

Sağolsun Sayın Rektör en azından mektubumu okumuş(?) Bir teşekkür mektubu aldım. ODTÜ’nün sadece nazım ilkeler çerçevesinde değil, ama 40 milyon ağacı diken ellere vefası için de değil, bu toplumun ileriye taşınabilmesi için de katkıda bulunması gerektiği için korunması gerekli olduğunu da teslim etmeliyiz. ODTÜ’nün kuruluş kannunda yazıyor bunlar.

Bu önemli bir anlayış değişikliğini de getirebilmelidir! Yani ODTÜ sadece ODTÜ’lülerin değil, Türkiye’nin öz malıdır...Bunu teslim edemeyen anlayışın Çukurambar’da yapılan planın dilinden farklı bir yaklaşım ile ODTÜ’ye yaklaşması mümkün değildir.

Odamıza geri dönelim. Şunu açık sözlülükle söyleyebilirim: şehir plancıları odasında (ankara şubesi) bu konuda bir görüşme, üyeleri ile bir danışma toplantısı ya da Ankara’lıların bilgilenmesine yönelik bir toplantı maalesef  olmamıştır.

Keza aynı planlama anlayışı AOÇ planında da olmuştur. Kemal Atatürk’ün aziz hatırasına sıkı sıkıya sarıldığımız bu alanda yıllardır süre gelen bir talan var! Bunu devletimizin kendisi yapmıştır. Aynı AOÇ alanı, Kuzeyinde ve güneyinde alınan alanlar için çok önemli bir rekreasyon alanı olabilecekken daha önce Ankara dışında olan bu araziler Ankara içinde kalınca nasıl korunacağı konusunu talan ile cevapladık.

Ufak ufak darbeler ile koca bir devi dize getirdik. Şimdi ise oda olarak karşımıza gelen planı incelerken alanın içerisindeki kullanımların ne kadar korumadan uzak olduğunu görebilmekteyiz. Ankara’nın ulaşım problemlerine bile yön verebilecek bir alanı, hele hele rekreasyon alanını yapılaşmaya açan, Ankara’nın çıkışında ise fıskıyeli parklar yapan anlayışın nasıl bir korumaya hizmet ettiğinin takdirini sizlere bırakıyorum.

Özetle, Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi olarak koruma adına çok şey yaptığımız zannı ile maslahatımızı devam ettiriyoruz. Lakin bu koruma adına yapılması gerekenlerin çok altındadır. Şehir planlama ve şehir plancıları her şeyden az çok anlama dağınıklığından ve anlayışından kurtulup da korumada işlevlerine yoğunlaşırsa ve bu alanlarda uzmanlaşmayı başarabilirse o zaman ülkemizde koruma adına bir şeyler yapabileceğiz. 

 
Toplam blog
: 27
: 1155
Kayıt tarihi
: 20.07.08
 
 

Yüksek şehir plancısıyım (ODTÜ-1997), aynı zamanda Mühendislik Doktorası (Kyoto Üniversitesi, İnşaat..