Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ekim '07

 
Kategori
Anılar
 

Manolya

Manolya
 

Aydıncık’tan İstanbul’a gitmek üzere yola çıktığımız zaman, gökyüzü masmavi, deniz de çarşaf gibiydi. Haziranın ilk haftası olmasına karşın, yaz kendini iyiden iyiye duyumsatıyordu. Bolu yakınlarına geldiğimde, sıcaklık 16 dereceye düştü. Havada kara bulutlar dolaşıyor, gökyüzü gürlüyordu. Yeni hizmete açılan tünelden çıkar çıkmaz, yağmur yağmaya başladı, bardaktan boşanırcasına değil de kazandan dökülürcesine. Otoyolda hız çok düştü; beyaz çizgi görünmez oldu, arabalar neredeyse sele kapılacaktı.

İstanbul’da da hızını kesmedi yağmur. Sabaha kadar yağıp durdu. Ertesi gün kaldığımız evin balkonundan sitenin bahçesini seyrediyordum. Yıkanmış ağaçların pırıl pırıl yaprakları arasından burnuma, tanıdık ama yıllar öncesinde kalmış bir koku geliyordu. Sanki güneyde bir narenciye bahçesindeydim. Çevrede iri parlak yapraklı, kauçuğu andıran, boyu 5m civarında ağaçlar bulunuyordu. Bazılarının yeşil çam kozalağını andıran tomurcukları vardı, bazıları ise beyaz iri çiçekler açmıştı. Anılarımın tozlu raflarında kalan bu çiçeği zor da olsa anımsadım. Manolyaydı ve büyülemişti beni, hem görüntü hem de kokusuyla.

Manolya çiçeğini ilk kez kırk yıl önce öğrencilik yıllarımın geçtiği Kadıköy’de görmüştüm. Haziran sınavlarının stresini atmak için Fikirtepe’den Kızıltoprak’a yürüyerek inerken geçtiğimiz yolun kenarındaki bazı bahçeleri süslerdi bu çiçekler.

Ne yazık ki şimdi beton yığınına dönmüş, bir zamanların sayfiye kenti Kadıköy. Ama bu yıl, yaşama dair umut verici ve sevindirici bir olay yaşanmış orada: Belediye Başkanlığı, “Manolyanız Bizden, Sevgiyle Büyütmesi Sizden” adıyla bir kampanya başlatmış ve 1 Mart 2007 tarihine kadar başvurana ücretsiz, 50 cm boyunda manolya fidanları dağıtmış. Kente “Her apartmana bir manolya” kampanyası çerçevesinde beş bin ağaç dikilmiş. Müthiş bir olay bu! Kadıköy’de yıllar sonra manolya çiçeğinin kokusu, egzozunkini bastıracak ve belki de manolya kentin simgesi olacak.

Yıllar sonra diyorum çünkü dikilen manolya, bir iki yıl içinde çiçek açmıyor. Ağaçların üzerinde o iri yapraklı beyaz çiçekleri görebilmek için uzun süre beklemek gerekiyor. Üstelik çiçekleri de oldukça nazik; koklanmaya hiç gelmiyor hemen sararıp soluyor. Şarkında, Zeki Müren çok güzel anlatmış bu durumu:

“Uzun yıllar bekledim

Hakikat oldu rüyam

Koklamaya kıyamam

Benim güzel manolyam”

Limonata kokulu bu güzel bitki söz konusu olunca, 1638–1715 yılları arasında yaşamış Fransız botanikçi Pierre Magnol’u da anmadan geçemiyorum.

Mangol, Fransa’nın güneyindeki Montpellier Üniversitesinde doktorasını yapmış ve doğal bilimler üzerine çalışmış. Ancak Protestan olduğu için, “Bitkibilim Kürsüsü” açma izni verilmeyince, Pierre Mangol da Katolikliği kabul etmiş ve amacına ancak böylelikle ulaşabilmiş. Bitkibilim alanında çok önemli çalışmalar yaparak bitkileri sınıflandırmış. İşte bilim adamı Magnol’un anısına, bu bitkiye “Mangolia” adı verilmiş. Bu sözcük de dilimize manolya olarak geçmiş.

Manolya ağacı, Osmanlı Devleti tarafından 17. yüzyılda İstanbul'a getirilmiş ve daha sonraları ülkemizde nemli bölgelerde yetiştirilmeye başlanmış.

Betonlaşan, egzoz kokusunun ağır bastığı, nefes almakta zorlanan, yeşilliğe büyük gereksinim duyan ve iklimi uygun kentlerimizde, yaprağını kışın da dökmeyen bu ağacı süs bitkisi olarak görmek, çiçeklerini seyretmek ve hoş kokularını ciğerlerimize doldurmak ne güzel olur! Ayrıca üzerinde tomurcuk bulunan küçük bir dalı kesilip vazoya koyduktan sonra gidip gelip açtı mı acaba diye bakmak da ayrı bir zevk.

Döndüğüm zaman gidip baktım limandaki ünlü motelin bahçesinde bulunan tek manolya açmış mı diye. Ne yazık ki açmamıştı! Bir sarkaç gibi Aydıncık ile Kadıköy arasında gidip geldim bir süre…

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..