Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '15

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Manyak Ederler İnsanı

Manyak Ederler İnsanı
 

Bir ara kafayı yemek üzereydim. Sanırsın beni bir odaya kapatmışlar, hiç gün yüzü göstermemişler gibiydim. Çevremde olup biten şeylerle alâkamı kesmiş, sadece siyasete kafa patlatır olmuştum. Hani beni bıraksalar, ilk seçimde adaylığımı koyacağım ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları beni bağrına basacak, yeni, genç bir lider seçeceklerdi. Henüz lise yıllarım... Yaş 15 bilemedin 16. Geçmişte yaşanan, yakın geleceğe ilişkin bulduğum bütün kitapları sular seller gibi hatim ediyorum. Tv'de politik tartışma programları başladı mı, hemen babamdan sonra ben evde bir koltuk seçer, ellerimi muhakkak o çenemin altına koyar, kaşlarımı istemsiz çatar ve homurdanarak programı izlerdim. Siyaset ya da politika, her nasıl deniyorsa işte, öyle iliklerime işleme başlamıştı ki, söylemlerim bile değişmeye başlamıştı. Düşünsenize ya, henüz 15/16 yaşlarında bir kız çocuğu, işi okulda sevgili bulmak, gezip tozmak, sinemalara gidip gelmek olması gereken yerde, memleket nereye gidiyor filozofluğuna soyunmaya başlamış. 80 kuşağı çoçuğuyum. Kenan Evren'in apolitik nesiller yetiştirdiği kuşak yani. Nedense içimde bitmek bilmeyen bir araştırma dürtüsü var. Her şeyi öğrenmek zorundayım abi. Bütün cahil ve bilgisiz siyasetçilere kafa tutmanın zamanı gelmiş. 15/16 yaşındayım o sıralar ha :) 

Hani kan mı çekiyor, düşünce gücüyle ben mi çekiyorum bilemiyorum ama hayatın içine dalıp, gerçekleri oralardan öğrenme fırsatını da yakaladım. Derseniz nasıl diye, vallahi orasını sanırım Secret kitabına soracaksınız. Belki de Allah benim belamı vermiş olabilir, başka ne diyebilirim ki?

Lisede koyu bir milliyetçiydim. Sınıfta sosyalist ve solcu arkadaşlarım da vardı. Sürekli onlarla şakasına birbirimize takılır, bildiğimiz (başından sonundan, ya da sadece nakarat kısımlarından) marşları okur, birbirimizle aşık atardık. Tenefüslerde bizimkilerle solcular kıyasıya kendi aramızda fikir atışmaları yapardık. Okuduğumuz iki propagantist kitaba dayanarak, "Eeee sizinkiler de böyle yapmış ama, ohh olsun, bizimkiler de size böyle yapar işte!" tarzında birbirimize laf ebelikleri yapardık. Koyu bir milliyetçiydim abi sonuçta :) Abi ne olursa olsun, bu memleket bizimdi. So bi niye? E çünkü milliyetçisin. Doğal olarak bu ülkenin tapusu senin üzerine oluyor! :) Kıyasıya laflaşmalardan sonra, ders zili çalıp sıralarımıza geçtiğimizde, en zorlu solcu, devrimci kız İlknur'a "İlknur, silgini uzatsana len" der, başlarız dersi kaynatmaya. İlknur da silgiyi uzatırken, "Edebiyattan kopya vercen demi kız" demeyi ihmal etmezdi. Böyle böyle ben bir cenderenin içine kendimi çekmeye başlamışım halbuseki...

Başıma ne geldiyse tesadüfen diyeceğim ama şimdi az önce anlattıklarımdan sonra hiç birinizin buna inanmayacağına eminim. Sen bunu kendin istemişsin kızım, çek cezanı der gibi olacaksınız. Neyse, ben yine de mitinglerin içine tesadüfen düştüğüme inanmaya devam edeceğim. Mitinglerin içine, tesadüfennnn, hadi canım ordan demeyin. Ben düştüm, ordan biliyorum. Vallahi bak, ister inanın, ister inanmayın. Miting meydanları beni çağırıyormuş da haberim yokmuş :)

Ben Anadolu yakasında oturuyorum. Okuduğum okul Nişantaşı'nda. Her gün 6 vasıta değiştiriyorum. Eve gelene kadar kafa bir dünya oluyor. Minibüsten in, vapura, vapurdan in otobüse.. Ordan yine başa dön. Bir gün yine okuldan dönüyorum, karnım aç, midem açlıktan sırtıma yapışmış. Tıngır mıngır otobüs duraklarına doğru gidiyorum. Durakta mutlaka simit satılır, ordan simidimi alır, otobüse biner, yiyerek evimin yolunu tutarım hesabı yapıyorum. Kadıköy meydanını bilenler bilir. Bundan 15-16 sene önceki hali de aynı yerdeydi, bilmemenize ihtimal yok :) Bi baktım, ortalık millet kaynıyor. Mikrofonlardan ikide bir anonslar geçiyorlar. Bir seçim otobüsü meydanın ortasına çekmiş, etrafında fazla kalabalık bir kitle yok. Kafamı otobüs duraklarına çevirdim, ana! Bir de göreyim, ülen otobüsler yok! Nerde bu otobüsler diye etrafıma deli dana gibi bakınırken, jeton nihayet düştü. Burda bir miting oluyordu, herhangi bir sakatlık çıkmasın diye de otobüsleri duraklarına almıyorlardı. Hayyy anasınıııı... dedim. Başladım söylenmeye, "Bu saatte ne mitingi yahu, insan işten okuldan geliyor. Gidin mitinginizi şu köşede yapın! Ne meydanı meşgul ediyorsunuz? Tabi meydanı boş bulunca dimi..." Söylen babam söylen. Akşam olmaya yüz tutmuş, otobüs yok. Eve de gidemiyorum. Ne yapayım, şöyle kenara bir yere kıvrılayım da, şu mitingi izleyeyim. Bakalım ne menem bir şeymiş bu miting? Hep haberlerde görüyordum, çoğu zamanda kitaplardan okumuştum. Aç karnımı doyurmak için etrafıma bakındım. Bizim otobüs durağının çakılı simitçisi, sen git mitingin ortalık yerinde, devrimci ayaklarıyla simit sat! Hay anasını dedim ya. Daha dün ben bu adamdan simit aldığımda, gayet de milliyetçi bir tipi vardı? 

Olur olur dedim, imalı bakışlar eşliğinde ondan devrimci bir simit aldım. Geçtim homurdana homurdana karşı kaldırıma. Ben simidimden bir ısırık almıştım ki, yüksek anonslar ve müzikler eşliğinde eski püskü bir araba gelmeye başladı. Siyah, antika bir arabaydı gelen. Bir anda meydanda bir kıpraşmalar oluverdi. Anammm dedim, bir haller oluyor galiba? Çok geçmeden, o tedirginiklerimin arasında biri çıktı otobüsün tepesine. Çılgınca bir alkış tufanı eşliğinde, solcu solcu şarkılar çalmaya başladı. Bu şarkıları hep televizyonda haberlerde duyardım. Otobüsün tepesine çıkan adamın halka selam verdiğini gördüm. Sırtı dönüktü, bir anda bana doğru dönüp yine el sallamaya başladı. Millet alkış tufanına devam ediyordu bu arada. Bir baktım, bu adam Doğu Perinçek. Başladı konuşmaya. ABD diyor, İsrail diyor, AB diyor, AB bizi ıhııı öldüm Allah almaz diyor, boşuna nefesinizi tüketmeyin diyor, NATO diyor, bayrağı niye mavi diyor, BM diyor, PKK diyor, diyor da diyor anasını satayım. O dedikçe onu dinleyenler, her söylediğine "Tabi tabi, adam doğru söylüyor" edasıyla alkışlar koparıyorlardı. Çok geçmeden etrafta polisler belirmeye başladı. İçimden, "Kızım sen ufaktan voltanı almaya başla en iyisi. Bu polisler hiç iyi bakmıyor. Annem dediydi, şahit mahit yazarlar, neme lazım," diyerek inceden Haldun Taner'in ordan sıvıştım. 

O bölgeye gelene kadar Perinçek anlatıyor, millet kopuyor, o anlatıyor millet wuuuhuuuu falan moduna giriyordu. Neyseki minibüsler duraklarında bekleşiyorlardı da, kendimi minibüse zor attım. Burada bir dip not yazmak istiyorum; Doğu Perinçek'in AİHM'de Ermeni Soykırımı hakkında kazandığı zafer için, ona Türk milleti adına teşekkür ediyorum. İfade özgürlüğü konusunda kazanılan bu zafer, Türkiye için büyük bir başarıdır. İhtiyar kurt, yine yaptı yapacağını. İnatçı ve azimli bir süreçten sonra, dünya gözüyle böyle bir haksızlığa karşı aldığı zafer, hepimiz için olumludur.

Gelelim hayatımın sonraki miting tesadüflerine. 1996 senesiydi, hiç unutmuyorum. Yine benim lise yıllarım. Anadolu yakasından, Avrupa yakasına gidip geliyorum. Okula gittiğim yer Nişantaşı. Doğal olarak gidip gelirken başıma ilginç olaylar da geliyor. Kullandığım yollar, İstanbul'un en işlek yolları. Geçtiğim meydanlar da, İstanbul'un en önemli meydanları. Ben istesem deeee, istemesem de başıma mutlaka bir şey gelebilirmiş. Nereden bileceksin?

96 yılında 1 Mayıs kutlamaları Kadıköy'de yapılacakmış. Taksim yasak olduğu için, bütün millet orada olacakmış. Okullar tatil edildi. Ben de televizyon karşısına geçtim, 1 Mayıs'ı canlı olarak haberlerden izliyorum. Belki de o 1 Mayıs, hayatımın en acı olaylarını gördüğüm 1 Mayıs olacaktı. Yüzlerinde maskeler olan bir grup, asker edasıyla, her gün otobüsle geçtiğim Altıyol'dan Kadıköy meydanına doğru, bayraklarla, marşlarla inmeye başladı. Hepsi tek tip giymişlerdi. Hayretler içinde olanları izliyorduk. Ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum, bir anda ortalık karıştı. Ortalık savaş alanına döndü. Gözü dönmüş gruplar, her yeri yakıp yıkmaya başladı. Cam, çerçeve, kaldırım taşları, kamu binaları, otobüs durakları, esnafın dükkanları, ne var ne yok yağmalamaya, yakmaya, kırmaya, dökmeye başladılar. 

O olaylarda hiç unutamadığım, bilincimin bir köşesine hapsolmuş, ne zaman bu olaylar aklıma gelse gözümün önünde beliren bir sahne var. Ara sokaklarda yakaladıkları sivil bir polisi, onlarca gösterici öldüresiye dövüyordu. Tekmelerle, sopalarla, Allah ne verdiyse adama vuruyorlardı. Polis ayağa kalkmaya çalışıyor, biri gelip boşluğuna bir tekme atıyor, bu yeniden yere düşüyordu. Her yeri kan içindeydi. Yüzü kandan görünmüyordu. O korkunç sahne, benim beynime işlemiş, hiç gitmiyor!

Ertesi gün okula gidiyorum. Otobüsle Kadıköy'den geçiyoruz. Dün olan olayların izleri her yerdeydi. İş bankasının yanmış duvarı, paramparça olmuş camlar, kaldırımlardan koparılmış, etrafa fırlatılıp atılmış taşlar. Bunları gördükçe ağzım açıkta kalmıştı. En son gördüğüm şey, beyaz bir otomobildi. Şimdi bir simitçinin olduğu yerde, köşeyi dönerken ışıkların olduğu noktadaydı. Ters dönmüş vaziyette orada yatıyordu hâla, yanmıştı. Sadece arabanın kasnağı duruyordu. Otobüs bu görüntülerin önünden geçerken, ben dün olanların izlerini panoramik bir şekilde görmüş oldum. Dehşet vericiydi, inanılmaz korkunçtu.

Seneler geçti, ben üniversiteye başladım. Sınavım var ve Kadıköy'den bir minibüse binip, sınav olacağım okula gitmek zorundayım. Elimde sınav kağıtlarım, kalem, silgi... Koştura koştura, binbir telaş içinde Kadıköy'e girdim. Otobüs meydana götürmüyordu. Tam Boğa'nın olduğu noktada, bir araç çekiciyle yolu kapatmıştı. Alla alla, ne ola ki demeye kalmadan otobüs şoförü ayağa kalktı ve durumu izah etti. "Arkadaşlar,meydanda 1 MAYIS mitingi var, sizleri burada indirmek zorundayım!"

Haydaaaaaaa! Yine mi ulan! 

Ben şok! Ben iptal! Eeee, ben nasıl gideceğim yahu? Neyse yine homurdana homurdana yürümeye başladım. Kalabalık nereye ben oraya. Aşağıya doğru indik, ne otobüs var ne minibüs! Miting daha başlamamış. Kalabalıklar otobüslerden inip şapa oturmuş gibi, ilk önce bi etrafına bakıyor, sonra tanımadığı insanlara "Ya ben Eminönü'ne gidecektim beee, şimdi oraya nasıl geçebilirim?" diye akıl almaya çalışıyordu. Ben de, şu her zaman ortalıktan sürülen otobüs ya da minibüs, ya da taksi, ulan her ne olursa yani, bir vasıta bulup sınava gireceğim okula yetişmek zorundaydım. Allah'tan az ilerde bir polis memuru gördüm. Gidip, "Pardon memur bey, ben bugün sınava gireceğim de, otobüsleri ya da minibüsleri nereye koydunuz?" diye sordum. ( sanki polise ne koydun lan kafana der gibi) Polis bana eliyle tren istasyonunun olduğu tarafı göstererek, "Galiba minibüsler trenlerin geçtiği köprünün az ilerisinde bekliyorlar. Otobüsler de buraya uğramadan direk Altıyol'dan geri dönüyorlar," dedi. Ahh ulan ahh, doğru ya! Ben de gelirken otobüsle gelmiştim ve Altıyol'da indirip ordan basıp gitmişti! Şimdi olaya bakın!

Ben polisin gösterdiği yöne doğru ilerlerken, miting kortejlerinin de o yönde nizam aldıklarını gördüm. Yani yürüdükçe şu manzarayla karşılaştım; Mitinge katılacak grupların toplanma ve kortejler haline gelme noktası trenlerin geçtiği köprünün tam da altıydı! Kısaca, minibüslerin beklediği yerin hemen ön tarafı!

Ben yürüdükçe millet bana bakıyordu. Köşeyi döndüm, yine kulakları sağır eden müzikler, marşlar çalıyordu. Çocuklar baba baba diye bağırıyordu! Pardon bu başka bir replikti :) Bando takımı en ön saflarda duruyordu. Gururlu ve mağrur bir edayla şeflerinin verdiği komutlarla marşlar çalmaya başladılar. Öyle ciddi bir sıfat ifadeleri vardı ki, gören de Mozart'ın senfonilerini Bolşoy'da icra eden arkadaşlar bunlar sanır. Arkadaki güruh da bandonun nameleriyle sol ellerini kaldırdı ve yumruklarını sıktılar. Hep bir ağızdan böğürden bağırmaya başladılar. "İşçiler kardeş, patron kalleş", "Vur vur inlesin .... dinlesin" falan. Hemen ordan sıvışıngen yapmalıydım, yoksa sınava yetişemeyecektim. Göz ucuyla bir tarama yaptıktan sonra, karşı kaldırımda bir koridor açıldığını gördüm. Başında bir polis duruyordu. Hemen kortejin içinden koşarak karşıya geçtim. Polise derhal derdimi anlattım ve o boşluktan geçmeye çalıştım. Kalabalık öylesine sıkışık durumdaydı ki, geçerken kolumun bir tanesini bırakabilirdim. Sonunda başardım ve o mahşerden çıktım. Derhal minibüslerin olduğu tarafa doğru koştum. Evet, mavi mavi canım minibüsler orda melül melül bekleşiyordu. Evet, evett yaaa diyip hemen gideceğim yere bindim. Sınava kılı kılına yetiştim, Allah yardımcım oldu ve dersimi de geçtim!

Seneler geçti, ben üniversiteyi bitirdim ve sıra KPSS sınavına girmeye geldi. Kayıtlarımı yaptırdım, bir sürü de para bayıldım. Hayalimdeki mesleği yapmak için, bir tek son engelim olan KPSS'ye girmek kalmıştı. Ya Vali olacaktım, ya da Kaymakam. Bu mesleklerden biri çocukluğumdan beri hayallerimi süsleyen mesleklerdi. Ya olacaktım, ya da olacaktım abi!

O gün Kpss sınavına hazırlık için kendime kitap almam gerekiyordu. Tabii benim de Kadıköy'e inmem lazımdı. Çünkü en iyi, en kapsamlı araştırmayı ancak orada yapabilirdim. Ben, saftirik, her şeyden habersiz olarak yine minibüse bindim. Gidiyoruz, kulağımda her zamanki gibi walkman var. Çıstak çıstak müzik dinliyorum. Bir anda minibüs durdu ve içerdeki ahali oluk oluk çıkmaya başladı. Kafamı kaldırdım bi baktım, Numune hastanesinin alt tarafında durmuşuz.

Ulannn! Nooluyoruz? Hemen kulaklığı çıkardım, heyecanla karışık şoföre, "Şoför Bey neler oluyo ya, niye Kadıköy'e gitmiyoruz. Ben yoksa yanlış mı bindim?" dedim. Saftirikliğe bakar mısınız? Niye yanlış binesin a benim safım? Sanki mahalleden kalkan minibüslerin hepsi sadece Kadıköy'e gitmiyor mu? Minibüs şoförü yarı açık yarı kapalı, bıkmış bir ifadeyle bana baktı. "Ama baaayan iki saattir biz ne diyoz burda yaa! Dedik ya miting var, aşşaada indircez diye! Allahım yareppim, siz beni kaale almadınız zaar!" diye çıkıştı. 

Beynimin sol lobunun yanış halini kendi gözlerimle izliyordum. O an kaynar bir su, ılığımsı bir dokunuşla, başımdan başladı, aşağıya doğru iniş yapıyordu. Tabi, ben yine ve her zaman ki gibi homurdana homurdana minibüsten paşa paşa indim. Geçitten yukarı çıkıp, Hasanpaşa'dan Kadıköy'e inmem icap ediyordu. Minibüslerden inen vatandaşlar, köprünün yanındaki merdivenlere hucüm etmeye başladı. Abartmıyorum herkes ama herkes, söylene söylene yukarıya doğru merdivenlerden çıkıyordu. Önümde birden elsivaikiki poşetiyle bir kadın belirdi. O da bıdır bıdır bir şeyler konuşuyordu. "Nedir bu canım, miting yapacaksınız anladık da, Pazar günü de miting mi olur? Gidin mitinginizi açık alanda yapın ya! Ben şimdi nasıl Eminönü'ne gidicem?" (Off aplacım yaaa, burası kapalı alan mı?)

İşte orda bende parlak bir ışık huzmesi belirdi. Herşey aynıydı. Eminönü'ne geçme muhabbeti, miting, minibüsün yarı yolda indirmesi, benim homurdarak o yolu yürümek zorunda olmam, 1 Mayıs! Bu sarmal sanırım benim kaderimdi. Bu olaylar belli bir aralıkta başıma hep geliyordu. "Eminönü'ne nasıl geçeceğim abi, minibüsler meydana gitmiyor mu, 1 Mayıs, bando takımı..." İlahi bir mesaj mıydı bu?

Tam bunları düşünürken, hastanenin oraya çıkmıştım bile. Zamanda bir sıçrama meydana geldi zaar :) Kendime Lost'un kahramanlarından biri muamelesi çekerken, o da ne? Yine kortejin başlangıç noktası burası değil miymiş! Evet evet, yine başladığım noktadaydım. Yine bir miting ve yine bir kortejin başlama, toplanma ve nizam alma noktası ve yine beeeennn :) Artık koy verdim gitti. Baktım kaderime karşı gelmekle bu işler gitmeyecek, kızım gir şu korteje dedim :)

Kafamı çevirdim ne göreyim? Hadi hadi siz söyleyin :) Tamam söylüyorum, yine bir bando takımı :) Çocuklar yine gururlu, mağrur, sankim böyle nasıl desem bir şehir düşmandan kurtulmuş da, ilk bunlar şarkılar eşliğinde o şehre ayak basacaklarmış gibiydiler. Ritim aynı ritim. Tamtara tamtara taam taam, tamtara tamtara taaam taaamm. Vayyy beee, dedim içimden. Bu müzik, evet bu müzik Kemal Sunal'ın Süt Kardeşler filmindeki hucüm marşı değil mi la? Bir anda empati de yaptım ayak üstü. Dedim, bundan önceki kortejdeki çocuklar da böyleydi. Demek ki o boynuna astıkları davul adamı bir ruh haline bürüyor. Kendini çok önemli bir insan gibi görüyorlar belki de. Ben olsammmm, ben olsam davulla sanırım bi güzel göbek havası çalardım :)

O gün koyverdim gitti. Sağlıkçılarla birlikte yürüdüm. Onların beyaz önlüklerinin içinde ben, karga kuşu gibiydim de neyse :) Meydana kadar doktorların içinde sağlıklı bir şekilde yürüdüm. Mitingin olduğu noktaya geldik. Baktım bunlara ne yapıyorlar diye, bariyerlerin ordan polislere kendilerini aratıp içeri dalıyorlar. Çevreme göz gezdirdim, kaçacak bi delik de yok. Kitap almaya gideceğim her yer buradan geçiyor. Uçsam da kaçsam da polislere kendimi aratmam lazım. Hayatımda ilk defa polisler tarafından arandım. İçeri girdim. Başka bir dünyaya gelmiş gibiydim. Seeeennn, milliyetçiliğin kitabını yazan seeen, bu solcularla omuz omuza? Neyse iç sesimi bir kenara koydum, koştura koştura kitapçıya girdim. Adam 10 dakika içinde kapatacaklarını söyleyince, ordan en kalınından sınava hazırlık kitabı kaptığım gibi dışarı çıktım. Sonra da meydanlara indim!

O gün koyvermiştim ya kendimi. Olacakları izlemeye başladım. Ne etliye, ne sütlüye karışmadan izledim. Miting bitti, herkes evlere dağıldı. Ben de evime geldim. Annem televizyonda görmüş, hemen sordu. "Yok anne ya, ben hiç onların içine girmedim. Öyle kenardan kenardan..." diyip sovuşturdum. 

Yine yıllar geçti. Ve ben vali olamadım. Hatta kaymakam da olamadım. Ne ya, olamadım işte! Kpss sınavında üzerinize afiyet biraz cıcır olduğum için, sınavı yarım bırakıp çıktım da! Ondan dolayı da... Neyse be, önemli değil zaten. Ben lisede okuduğum mesleği seçtim. Kader çarklarını çevirdi, okudum, çalıştım, kendimi yetiştirdim ve beynimde bir sürü değişiklikler meydana geldi. Solcu oldum. 

Yukarıdaki son ve kısa cümleyi iki kez mi okudunuz? Evet, solcu oldum :) 

En son gittiğim 1 Mayıs mitingine kendi isteğimle gittim. Hem de iş yerinden bir arkadaşımla beraber gittik. O fotoğrafçı olduğu için, mitingden güzel anların fotoğraflarını çekmek istiyordu. Ben de gerçek anlamda "Ben geldim üleeeyn" diyip, kendi isteğimle o "mitinge gitmek" için gittim. Yine aynı şeyleri yaşadım. Minibüs beni yolun yarısında indirdi. Ama bu sefer homurdanarak yürümedim, sonra arkadaşımla buluştuk. Mitingin yapılacağı meydana kortejler eşliğinde yürüdük. Kalabalıkların hep bir ağızdan söylediği türküleri biz de söylemeye başladık. Arkadaşım ilk defa geldiği için, söylenen türkülerin sözlerini bilmiyordu. Nakarat bölümlerinde ikinci kez tekrarlanan kısımlarda eşlik ediyordu. Ben mi? Ohooo, ben yıllardır bu işlerin içinde olarak, sular seller gibi ezberlemiştim sözleri. :)

"1 Mayıs, 1 Mayıs (ahh ulan 1 Mayıs), işçinin emekçinin bayramı"

Bir de şu var, "Gün doğdu, hep siperlere dayandık. Bağımsızlık uğruna da al kanlara boyandık"

O gün çok eğlenceli geçti. Televizyonda gördüğümüz sanatçılar gelmişti. Levent Üzümcü bir konuşma yaptı. Edip Akbayram 1 Mayıs türküsünü söyledi. Sonra tersane işçileri yaşadıkları sağlıksız ortamlardan bahsettiler. Madenciler geldi. Çalışma ortamlarının bir insanın yaşaması için elverişsiz olduğunu anlattılar. Tekstil işçileri, sigortasız merdiven altı iş yerlerinde çalışıyorlardı. Bazı kesimin maaşları zamanında ödenmiyordu, bazılarını haksız yere işinden çıkarmışlardı. Üzüldüm. Hepimiz aynıydık oysaki. Baş örtülü bir genç kız çıktı, okula o şekilde alınmadığından bahsetti. Üzüldüm. Hepimiz aynıydık, hepimiz aynıydık oysaki...

Konuşmalar bitti. Yavaşça kortejler dağılmaya başladılar. Bazı grupların otobüsleri eski salı pazarının olduğu yerdeydi. Oraya kadar onlarla birlikte yürümeye başladık. 

Bir de ne görelim? Yok yok, hadi siz tahmin edin :)

Evet, yine bir bandonun yanındaydık :) Ama bu kez davulları çalanlar daha gençti. Kaşları çatık değildi. Üstelik güncel pop şarkılarını da çalmaya başladılar. Herkes ellerini çırparak eşlik ediyordu. Ben mi?

"Oynama şıkıdım şıkıdım" şarkısını ben de severim :) 

Ellerinde taşıdıkları pankartları görmeniz lazımdı. Rengarenk, çok komik şeyler yazılmıştı. Arkadaşım onların esprili, zekâ dolu yazılarının fotoğraflarını çekerken, ben yine "Offf offf, yandan" modunda eğleniyordum.

Kavgasız gürültüsüz bir miting olmuştu. Eski salı pazarının oraya geldiğimizde, karnımın acıktığını fark ettim. Midem sırtıma yapışmıştı. Biliyorum, artık çok tecrübelendim, mutlaka buralarda bir simitçi olur! Şöyle etrafı kolaçan ettim. Evet, orada taze simit satan "emekçi" kardeşimiz vardı. Hemen "Bana ordan 3 tane simit ver yoldaş" dedim :) Simitçi çıtır çıtır yeni gelmiş, sıcak simitlerinden poşete koydu.

Yine bir kaldırım kenarı buldum kendime. Arkadaşım enteresan bulduğu anların fotoğraflarını çekerken, ben kenarda oturdum, simidimi yerken kendime baktım. Bir pazar günü, üstümde eşofmanlarla buradayım. Tam kendime ilahi bir ders çıkarmak üzereydim ki, yanımda cereyan eden bir tartışmaya şahit oldum. Korkmayın korkmayın, kavga gürültü değil. Bizim "devrimci gençler" mitinglerin olmazsa olmazları davulcu ve zurnacı bulmuşlar.  :) Adamlar belli ki Roman. Adamlara bir genç şöyle diyor, "Abiciiiiim, sen omuzdan tutun beni halaya katın beniyi çal, ben sana istediğin parayı vericem yaaa"

Adamlar ısrarla, "Yavv kurban oldumunun. Ben bilmem onu, bak sana caney caneyi çalam, mis gibi işte," diyor.

Sonunda anlaştılar. Başladılar davulla zurna çalmaya. Ohhhhh, arkadaşımda koşarak benim yanıma geldi. "Hadi kalksana, bak halay çekiyorlar," dedi.

Yaaa, simitleri kaldırımda bırakarak halaya durduk. Halayda hep beraber bir halka oluşturmuşuz ki sormayın gitsin. Tanımadığımız insanlarla omuz omuzayız. Hep bir ağızdan türküler söylüyoruz. 

Selam olsun hepinize. Aydınlık Geleceğe....

 
Toplam blog
: 28
: 2562
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazar, çizer  ..