Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ocak '18

 
Kategori
Öykü
 

Mavi Aşk

Mavi Aşk
 

https://www.youtube.com/watch?v=tRl3VQQ0GUA&list=RDtRl3VQQ0GUA

 

     Yatağında beyaz çarşafın üstündeki adam, üşümekten dikleşen tüylerinin ürpertisine değil, ağzından akan salyadan ıslanan yastığın soğuk dokunuşuna uyandı. Bütün gece birkaç kadeh Bourbon eşliğinde yakında düzenlenecek  “9. Moleküler İmmünoloji Kongresi’’ için yapacağı konuşmayı hazırladı. Öyle yorgundu ki, soyunup öylece yatağa attı kendini. 

              Çıplak dizlerini kendine doğru çekip ayaklarının altındaki örtüye sarındı. Ellili yaşlarda hafif uzun, kır saçlı, kusursuz olmasa da çekici bir adamdı.

                Örtünün altında ısınan vücudu gevşedikçe dizlerini kendinden uzaklaştırdı.

                Adının İbranice’deki karşılığı olan ‘’Tanrı’nın kudreti’’  dışında, dünyanın en eski kavimlerinden olan İbranilerin kendilerine özgü bütün özelliklerini yitirmişti.

              Girdiği her yerde dikkatleri üzerine çekmeyi, çalıştığı tüm bölümlerde idareci olmayı adı gibi kudretli oluşuna borçluydu.

             Saygın bir üniversitede İmmünoloji Bölüm Başkanı, ayrıca yürüttükleri gizli ve önemli çalışmalarla en iyilerden biri olan laboratuvarın sorumlusuydu.

        ‘’Sadece bir saat daha kestireyim’’, dedi içinden. ‘’Sonra duş alıp laboratuvara giderim.’’

               Laboratuvar kapalıydı bugün ; ‘’ama eminim Alice oradadır ve A.T.E.G’i rahat bırakmamıştır’’, diye düşündü.

               İşe ilk başvurusunu hatırladı Alice’in. Hayallerinin peşinden sürüklenip harikalar diyarından gelmiş biri gibi duruyordu o gün. İş görüşmesi görüntüsünden çok uzaktı üstündekiler. Rengârenk giyinmişti. Mor bir ceket, mavi bir pantolon ve turuncu bir gömlek vardı üzerinde.Saçlarının uçları da maviydi üstelik. Gözleri, nefis bir yeşil.

                 Girdiği ilk anda herkes birbirine bakıp gülmüştü.

                 O gözlerini bana dikmiş, elimdeki dosyasıyla ilgili fikrimi merak ediyordu. Ne diyebilirdim ki; kusursuz bir iş çıkarmıştı şu ana kadar. Üstelik çok alımlıydı.

                 ‘’Bu işi neden istiyorsun Alice?’’  diye sormuştum.

                   Yansıttığı ışıkla parıldayarak;’’ Ben, demişti. Şeylerin özünü merak ediyorum.’’

’Eğer dış görünüş ve şeylerin özü aynı olsaydı, o zaman bilime gerek kalmazdı.’’(*) diye ilave etmişti.

  

                  Bu sözler üzerine kahkahalar yükselmiş, benden buna bir son vermem beklenirken ben;  ‘’Şeylerin özünü biraz daha açar mısın? Tam olarak neyi kastediyorsun?’’ diye sormuştum.

                ‘’Bir şeyin duyusal özelliklerle kavrayamadığımız saf anlamları, mantıksal özleri de vardır. Bu onu kendisi yapan şeydir. Bir canlının görünür tüm özelliklerini toplayıp geri kalana bakarsak işte bu,  o canlıyı oluşturan gerçek özdür. Bu bir insan için düşünceleri, hayalleridir. Çünkü ona özgüdür ve ancak özgür olduğunda gelişir. Ben öteki canlılar için bunun ne olduğunu, nasıl işlediğini merak ediyorum. Bu iş bana bunu sunacak.’’

                   Kafamdaki bir yığın soru işaretine rağmen ertesi gün odama gelip işe kabul edildiğini söylediğimde;

                  ‘’Prof. Gabriel, emin olun pişman olmayacaksınız.’’ demişti.

                    Uzun bir süredir birlikte çalışıyorduk gerçekten yetenekli bir asistandı. Her an içten ve zeki cümleler kuruyordu. Orada ciddi bir iş yapıyorduk ve ben bir an olsun ona aslında onu beğendiğimi belli etmedim. Çok nadir gülümsedim. 

                    Yataktan doğrulup, oturdu. ‘’ Hadi ama baş melek Gabriel, gözünü açar açmaz Alice’i düşünmekte nereden çıktı’’, deyip gerindi.

                      Laboratuvara gitmek için uzun karlı bir yolu geçmesi gerekiyordu. Hazırlanmaya başladı. Onu her zaman sıcak tutan nubuk kabanını giyip çıktı.

                       İçeri girdiğinde kapıdaki güvenlik tatil gününde onu görmüş olmanın şaşkınlığıyla selamladı.

                      Koridoru geçip gri kurşun kaplı kapıya yaklaşıp şifreyi girdi. İçeride mutlak bir sessizlik vardı. Havalandırma iyi çalıştığından laboratuvarlara özgü o yoğun koku yoktu.

                      Tüm malzemeler özenle yerleştirilen raflarda duruyordu.

                      A.T.E.G’in ürediği besi yeri petrileri de yan yana dizilmişti. Yan taraftaki bilgisayar masasına oturup yeni türün dosyasını aradı. Dün gece bir gelişme olmamıştı anlaşılan. Tam kalkacakken masada üzerinde Alice yazılı anahtarlığı görüp aldı. Çıkış kapısına yürüdü. Alice’in odasına gelince elindeki anahtara bakıp kapıyı çaldı. Ses çıkmayınca içeride uyuduğunu düşünüp kapının kolunu çevirdi. Kapı kilitliydi.

                    ‘’ Alice’’ diyerek seslendi. Koridorun öteki ucundaki tuvalete doğru koştu. Alice orada da yoktu.  Odasına geçip, laboratuvarın kamera sisteminden Alice’in bütün gece neler yaptığını görmek istedi.

                       Görüntüleri izlerken bir anda odasının kapısına sırtını dayayıp oturan Alice’in mavi bir yok oluşla yitip gittiğini gördü.

                     ‘’Aman Tanrım, Alice’’diye bağırdı.

                  Alice bir şekilde A.T.E.G'e dokunmuş olmalıydı. 

                      A.T.E.G’ i tamamen yok etmesi çok zor görünüyordu. Petri kabındakileri imha etse bile Alice’le birlikte milyonlarca hücre olarak etrafa dağılmış durumdaydı. Bu türün gücünün farkına varırlarsa bu belki de dünyanın sonu olurdu.

                        Güvenliğe gidip kamera kayıtlarını sildi. Sistemi devre dışı bıraktı.  Mantıklı düşünmek zorundaydı. A.T.E.G gibi bir canlıyı yok etmek için güçlü bir maddeye ihtiyacı vardı.

                          Laboratuvara dönüp petrideki tüm besi yerlerinin üzerine çeşitli antibiyotik sıvılarına batırılmış yuvarlak kâğıt parçaları yerleştirdi.

                          Sadece pipetle bir damla A.T.E.G’li solüsyonu ayırdı. Geri kalanlar için testin sonucu beklemeye başladı.

                          En güçlü olan antibiyotiğin olduğu petri kabındaki türlerin üremediğini tespit etti. Bu antibiyotiği ötekilere de damlattı. Tüm besi yerlerini toparlayıp sıkıca ambalajladı. Atıık kutusuna atıp hepsini imha etti.

                         Geriye A.T.E.G 'e dönüşen Alice kalmıştı. Onu bulmak zorundaydı. Eline aldığı bisturiyle kolunu derince kesti.  Pipetteki A.T.E.G’li sıvıyı kesilen derinin içeresine akıttı.

                           Pipeti güçlükle antibiyotikli solüsyona bıraktı. Bedeni mavi bir ruha dönüşüyordu.

                            Sıra Gabriel’in dört odacıklı kalbine gelince A.T.E.G orada Prof. Gabriel'in Alice'i yok etmek istediğini gördü. Ancak artık çok geçti. Profesörü dönüştürmek zorundaydı. 

            Herşeyden habersiz Alice Profesörü görünce sevinçle; 

                          ‘’Şeylerin özünü görebilmeye hoş geldiniz, Prof.Gabriel’’ dedi.

       

             (*) Karl Marx 

 

 

 

 
Toplam blog
: 110
: 1076
Kayıt tarihi
: 26.05.14
 
 

Dünyanın kirletemediği bir lotus... ..