Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Haziran '14

 
Kategori
Antalya
 

Mavi şehrin tebessüm güncesi !

Mavi şehrin tebessüm güncesi !
 

Sanıldığı kadar uzun değil yaz Antalya’da! Hele bir de yerlileri ahh o ağustos sıcağı yok mu derler ki ben o sıcağı bir türlü göremedim! Köklerimde Arap geni de yok ki dedem bedeviymiş diyeyim! Haziranın ortası geldi, havuzlar henüz doldurulmadı. Zaten 1 Eylül dedi mi de yaz sana uğurlar ola! Martta denize giren benim gibi deliler de olmasa vitrini harap şehrin:)

NewYorker kıskanmakta haklı, börekçilere sardım bu ara! Hafta sonları -günah çıkarırcasına- yürüyor, yüzüyorum; ama o böreği de yiyorum mutlaka! Peynirli Serpme denince tabii ki Tevfik Usta da kıymalısı için yeni gözdem İnci Börek. Bayram Usta tezgâhta harikalar yaratırken -küçük ve sevimli bahçede- Ramazan Bey’in de sohbetine doyulmuyor! Son olarak da Güz Özlemi arkadaşımın tavsiyesiyle Sultanahmet Börekçisi’ni keşfettim. Dükkânın ismi faul; ama kol böreği nefis, Sarıyer’i aratmıyor!

Tramvayda, otobüste, sokaklarda, AVM'lerde dikkati çekecek kadar çok bebek arabası görüyorsunuz! Önceleri, ablaları ne kadar da düşkün kardeşlerine diyordum sonra anladım ki o pusetleri sürenler gencecik anneler! Üstelik çoğunun da karnı yine burnunda ve pusete yapışarak yürüyen bir ufaklık daha! Çok doğurgan bir şehir Antalya! Kız okumadı mı, üniversiteyi kazanamadı mı; hemen baş göz ediliyor! Üniversiteyi bitirse de hemen evleniyor! Antalya’da iş imkanları kısıtlı, diplomayla evde ana baba dırdırı çekecek hali de yok! Evleniyor, peş peşe en az 2 çocuk doğurup hayatı o noktadan yaşamaya başlıyor! Düşünsenize; daha 25 yaşınızdasınız, evlenmişsiniz ve birkaç defa anne de olmuşsunuz yani hayatın olmazsa-olmazlarını erkenden tamamlamış, rahatlama dönemine geçmişsiniz! Sokaklarda manken gibi anne-babalar, ellerinde de birer çocuk; şehrin imajını yükseltiyorlar! İstanbul’da öyle mi, amazonlar en az otuz beşine kadar feleğin çemberine taklalar attırır sonra da en masumane ifadeyle temiz aile çocuğu avına çıkarlar. Hayatı yaşamış, tüketmiş; artık anne olup oturma zamanı gelmiştir. Hangisi doğrudur, bilemedim! Antalyalı kadınlar erkeklere genellikle “Abi” diye hitap ediyor! İtiraf edeyim ki bu bana çok sıcak ve doğal geliyor. Otobüse pusetle binmeye çalışan genç bir anne, açılan kapıdan içeriye sesleniyor: “Abi, bi yardım etsene!” Tramvayda da puseti girişe koyuyor ve kenarda oturandan rica ediyor: “Abi, bi zahmet yana kaysana!”

Antalya’da düğün mevsimi açıldı. "Desinler”e de meraklı olunca halk, kimin kızı hangi beş yıldız otelde evleniyor dedikoduları gırla! Gecenin bir yarısı havai fişekler atılıyor, savaş çıktı sanarak yataktan fırlıyorsunuz! Biz de davet ediliyoruz ara sıra! Alışmışız ya İstanbul’dan, ceket-kravat kuşanıp icabet ediyoruz! Oysa âdetler farklı. Kadınlar takmış-takıştırmış, sürmüş-sürüştürmüş; erkekler kot-tişört! Komik! Bilmem ki neyin ispatı. Öyle kalabalık oluyor ki oturduğunuz yerden kalkamıyorsunuz! Danstan vazgeçtim, gelinle damadı tebrik edemiyorsunuz! Ağlayan çocuklar, masanın üzerinde altı değiştirilen bebekler, kirli bezin yanında ordövr tabağı, masanın yanında bebek arabaları! Ve üçüncü şıra şarabı uzatmaya çalışan doğulu garson, alnında “Ne işim var burada?”yı sorgulayan üç beş ter damlası!

Fener bölgesi fazla İstanbul kokuyor! Ben Dedeman civarını seviyorum! Kumrucu İso orada, Yaşar Usta'nın Dondurma Dükkânı orada, Don Kişot, Kayseri Sofrası orada ve çayımı içtiğim Espressamente, biramı yudumladığım Extrablatt da orada. Yeme içmeden öte Tepe de orada ki envai çeşit, renk ve kokuda mumlar arasında kendimi kaybediyorum! Önümüzdeki on yıl boyunca yakacağım mumları almış durumdayım:) Bir de Laura Kavşağı'ndaki Simit Sarayı'nı seviyorum ki cumartesi günleri hanımları Sosyete Pazarı’na postalayan beylerin buluşma noktası:) “İkizlere takke.” çığlıklarından gına geldi de:)

Dün akşam Espressamente’de çay keyfindeyim yine, karşıdan bir çift bana doğru gelmeye başladı. Dizlerinden bir karış yukarıda kısacık eteği, uçuşan dalgalı saçları, şimşek çakan gözleri ve kendinden emin adım atışlarıyla Ceyda’ydı sanki kadın. Yanındaki ise Berke olmaktan çok uzak, Ali'ydi belki de. Arkamdaki koltuklara oturdular. Öyle ki kadınla sırt sırta geldik ve erkeğe söylediklerini duymamak mümkün değildi.

“Uzaktan ya da yakından değil, sadece sevmek güzel; dün dediklerimin arkasındayım, bonus olarak seviyorum seni.”

Ayağa kalkıp Freud'lar ölmez diye bağırasım geldi !!

Antalya’daki Porsche’ler, Ferrari’ler İstanbul’da yok!! 500 beygirlik düldülle turladıkları parkur da Dedeman’dan Fener’e beş kilometre. Bakıyorum içindeki şoföre, var mı alnında ter diye. Ne gezer, daha yirmisinde; topunun gözü baba cebinde. Satar üç beş tarlayı yaşlı baba, alır Porşeyi şehzadeye! 300 bin avroluk aracın şoför koltuğundaki rengârenk kilim de görmemişin şeyi niyetine!

Nathy ile Nikos geldiler Kaş’tan! Otogar’a gittim karşılamaya! Beklerken insanları izledim, onlar da beni. Gencin biri abisini aramak istedi benim telefonumdan! Yeni gelmiş de Kars’tan, ne telefonu varmış ne de parası. Versem telefonu eline, alıp kaçsa yakalayamam da yaşlı ayfondan kurtulduğuma sevinirim. Ver numarayı da ben arayayım deyince hatırlayamadı numarayı:) Taksi kuyruğundaki taksiler kayıyordu yavaşça! Atmış şoförler vitesi boşa; sağ elleri direksiyonda, sol omuzları açık kapıda, itiyorlardı ayakta! Turistin biri sordu ne yapıyor bunlar diye merak dolu şaşkınlıkla! Gel de anlat Batılı turşucuya! Lacivert pantolonlu, beyaz gömlekli ve kravatlı bir görevli oturdu yanıma. Göğsünde de eliptik bir isimlik vardı: “Güney Akdeniz Seyahat.”

“Neden şirketinizin ismi Güney Akdeniz?”

“Burası Antalya beyefendi. Biz de Antalya’nın yerel şirketiyiz.”

“İyi de Antalya Güney Akdeniz’de değil ki, Kuzey Akdeniz’de!”

Ufukta yaprak dolma görünmüyorsa, nefsimi körelteceğim bir yer var Antalya’da: Özdilek AVM’de İkbal Lokantası. Üstelik de bol kepçe 6.5 lira, sarmakla uğraşmaya değmez de aman duyulmasın:) Arabamı açık otoparka park edip zakkumlu patikadan binaya yürüdüm. Onları fark ettiğimde duvar kenarında kafa kafaya vermiş oturuyorlardı. Yanlarından geçerken kızın iç çekişini duydum. El eleydiler. Serçe parmağı beş liralık bez ayakkabıyı yırtmış, özgürlüğünü ilan etmişti. Bir saat kadar sonra dışarı çıktığımda yine aynı yerdeydiler! Oğlanın elinde sigara vardı. Derin bir nefes çekerken beni gördü!

“Şu gölgeye oturabilir miyim biraz genç?”

“Otur abi.”

“Sizin okulunuz falan yok mu, hayrola bu saatte buralarda?”

“Liseyi bitirdik de üniversiteyi kim kaybetmiş de biz bulacağız abi!”

“Çalışmıyor musunuz?”

“Ben overlokçuda çalışıyorum. Zehra da iş bakıyor!”

Zehra’nın gözleri kıpkırmızydı. Kınalı elleri de titriyordu.

“Ee, neden üzgünsünüz peki? Zehra da ağlıyor galiba!”

“Biz ağlamayalım da kim ağlasın abi. Aynı mahallede büyüdük, aynı okula gittik; birbirimizi çok sevdik, büyüyünce de evleniriz dedik. Sonra ben babamı, Zehra’da anasını kaybetti.”

“Hay Allah! Neyse, üzülmeyin çocuklar. Zehra da bir iş bulsun da evlenirsiniz.”

“Evlenemeyiz abi.”

“Neden ki?”

“Zehra’nın babasıyla anam evlendi, biz de kardeş olduk!"

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..