- Kategori
- Tarih
Medeniyetler ittifakı !

İşte medeniyetin getirdikleri
Medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavarın gerçek yüzüne bakabilecek cesaretiniz varsa yazıyı okumaya devam edin. Yok benim böyle bir kaygım diyorsanız, hiç zahmet etmeden başka bir yazıya geçebilirsiniz.
İnsanlık tarihi soykırımlarla doludur. Bu soykırımların sadece tarihin tozlu sayfalarında kaldığını ve barbarlıkla eş değer olduğunu zannetmek ise tam bir saflıktır. Gelişmiş(!) batı medeniyetlerinin bu soykırımların yapılmasına nasıl öncü olduğu, görmezden geldiği ve kolladığının en güzel kanıtlarından bir tanesi de 1994 yılında yapılan Ruanda Katliamı'dır.
Hani tarih kitaplarında bize anlatılırya sömürgeciliğe geç başlayan ülkeler diye. İşte önce Almanya’ya daha sonra da Belçikaya yönetsin (sömürsün) diye verilmiştir bu ülke. Onlarda bu ülkeyi daha rahat yönetebilmek için halkın içinden bazılarını ayırmış ve yönetimde onları maşa olarak kullanmıştır. Ülkede o zaman yaşayanların %90'ı Hutu, %9'u Tutsi, %1'i ise Pigmeydi. Herkese ırkını gösteren kimlikler dağıtıldı. Tutsi ve Hutuların aslında ortak olan dil-gelenek-etik geçmişleri ve kültürleri yok sayılarak, bir tür yapay ırksal ayrımcılığa başlandı. İnsanların hangi ırktan olduğuna karar verilirken bazı objektiflikten uzak ve akıl dışı kriterler kullanılmıştır. Etiyopya kökenli olduğuna inanılan Nuh'un soyuna dayandırılan Tutsilerin daha ince yapılı ve narin bir görünüşe sahip olduğu iddia edilmiş ve uzun boy, güzel görünüm gibi fiziki özellikleri olanlar Tutsi sayılmıştır. Bunun yanında zengin olanlar, örneğin, 10 inekten daha fazlasına sahip olanlar da Tutsi olarak kaydedilmiştir.
Daha sonra üniversiteler, eğitim ve sosyal olanaklar Hutulara neredeyse tamamen kapanmıştır. 1950'lere kadar Tutsileri Hutulardan üstün tutma siyaseti güden Belçika, bu tarihten sonra 2. dünya savaşının ardından özgürlükçü akımların güç kazanması üzerine, Hutuların üzerindeki baskıyı hafifletmiş, hatta zamanla, sayıca üstünlüklerinden ötürü Hutuları desteklemeye yönelmiştir. Bunun bir sebebi de, uzun vadede ülkedeki yönetimin seçimler aracılığı ile sayıca üstün Hutulara geçme olasılığının artmasıdır.
Hutular iktidara geldikleri andan itibaren, Belçikalıların desteğiyle, eski yönetimin uzantısı sayılan Tutsilere karşı hemen her bölgede çeşitli yaptırımlar uygulanmaya başlandı. Bu faaliyetlerin sonucunda 20 bin ila 100 bin arasında Tutsi öldürüldü, 160 bin kadarı da komşu ülkelere, Tanzanya ve Uganda'ya sığındı.
1980 yılına kadar komşu ülkelerdeki Tutsi nüfusu 500 binlere kadar ulaştı. Eğitimli ve kalifiye kişiler olmaları sebebiyle gittikleri ülkelerdeki önemli kadroları ele geçirerek ülkelerine dönüş için organize olmaya çalıştılar. Bu amaçla kurulan "Ruanda Yurtseverler Birliği" (RYB) Ruanda hükümetine baskı kurmaya çalıştı ancak politik bir çözüme varılamadı.
Uganda'daki kamplarından çıkıp Ruanda'da hükümetle silahlı mücadeleye başladıkları 1 Ocak 1990'dan 1992'ye kadar bir iç savaş yaşandı ancak Ağustos'ta imzalanan ateşkesle geçici olarak savaş durduruldu. Bu sürede soruna "kalıcı çözüm" bulmak isteyen aşırı uçtan Hutular aldıkları kararları hayata geçirmeye kadar verdiler.
En ücra köylere kadar her yerde Interahamwe adı verilen yerel yarı-askeri örgütler kurularak Tutsiler ve ılımlı Hutular fişlendi. Ekonomisi silah alımına uygun olmayan bir ülke olduğundan Çin'e yüzbinlerce satır siparişi verildi. Satır verilemeyenlere ise, ucu sivri sopalar verilerek bunları yakında başlayacak olan "böcek" avında kullanmaları söylendi.
6 Nisan 1994'te tarihin gördüğü en kanlı katliamlardan birisi radyoda yapılan anonslarla başladı. O gün, bir Hutu olan devlet başkanının uçağı düşürüldü. Interahamwe üyeleri ellerindeki listelere bakarak, eğitimli Tutsi ve ılımlı Hutular başta olmak üzere kıyıma başladılar.
Katliamlara şahit olan BM askerlerine müdahale edilmemesi emri bizzat BM genel sekreteri Koffi Annan tarafından verilmiştir. Hatta bir kaç hafta sonra bölgedeki BM’ne bağlı barış gücü askerleri ülkeden çekilmişlerdir. Bundan sonra da katliam hızlanarak devam etmiştir. Katliamın boyutu ve şekli ise akıl almayacak boyuttadır.
Öyle ki hamile kadınların karnını ikiye yarmak, bebeği çıkarmak, anneye bebeğin parmağını yedirmek sadece bir tanesi. Parası olan Tutsiler kurşun parası vererek, kendilerine acısız ölümü seçiyorlardı. Olmayanlar ise en acımasız şekilde öldürülüyordu. Öldürmekten yorulan Hutular, Tutsilerin kaçmasını önlemek maksadıyla aşil tendonlarını kesiyor, dinlendikten sonra katlimlarına devam ediyorlardı. Kilisede rahipler, hastanede doktorlar bizzat kendileri ellerindeki Tutsileri cellatlarına teslim ediyorlardı. Ceset saklanabilecek her yer cesetlerle dolmuş, cesetlere saldıran köpeklere sinirlenen Hutular, o dönemde neredeyse ülkedeki tüm köpekleri öldürerek yok etmişlerdir.
Dünyada soykırımlara seyirci kalmayacaklarını söyleyen Fransa ve ABDve Çin gibi ülkeler, bölgeye müdahale etmemek için BM'de soykırım sözcüğünü içerek tüm önergelerde değişiklik isteyerek, belgelerden çıkartılmasını istemişlerdir. BM’yi haftalarca oyalamışlar ve engellemişlerdir. Katliam haberlerini alan RYB üyeleri ülkenin doğusundan girerek, katliamcılarla savaşıp başkente kadar ülkeyi ele geçirmişlerdir.
O ana kadar bölgeye müdahaleden uzak durmaya çalışan Fransa, birdenbire bir karar alarak, katliamı engellemek yerine, katliamı destekleyen ve o anda legal olarak tanınan Hutu hükümetine askeri yardıma başlamıştı. Bölgede hızla ilerleyen Fransız askerleri, Kigali'nin batısından Kongo'ya kadar olan bölgenin yönetimini ele geçirmişti. Oraya RYB askerlerinin girmesini engelleyip, bölgedeki katliama müdahale etmemişlerdi. O ana kadar 600 bin insan öldürülmüşken, kendi sorumlulukları altındaki bölgede 200 bin kişinin daha öldürülmesine de seyirci kalmışlardır.
Soykırımın nedeni olarak, Avrupa kaynaklı ırk temeline dayalı teoriler de öne sürülmektedir. Avrupa'da o dönemde, ırk üzerine düşünce üreten bazı çevrelerce, Ruanda bölgesinde yaşayan insanların, ari ırk ile aşağı ırk olarak kabul edilen zenciler arasında bir tür geçiş ırkı olduğu iddia edilmiştir. Bu yüzden Hutuların, Tutsileri gerçek Ruandalı olarak değil, kendilerini sürekli aşağılayan ve sömüren Avrupalıların ülkelerindeki işgalci akrabaları olarak değerlendirdikleri iddia edilmiştir. Benzer olaylar başka ülkelerde örneğin Sudan'da ve Liberya'da da görülmüştür.
Bir başka neden olarak, özelikle Tutsi bölgelerinde kalan verimli tarım alanlarının Hutularca ele geçirilme isteği de gösterilmektedir. Zengin komşularının mallarını ele geçirmek isteyen Hutuların, özellikle Tutsileri öldürdükleri ve katliamın bir anda yayıldığı da bir gerçektir.
Fransa ve ABD'nin özellikle bölgede katliamı başlatan Hutu'ların engellenebileceği zamanlarda Birleşmiş Milletler'i işlevsiz kılmaya yönelik diplomatik girişimleri bu iddialara temel teşkil eder. Ayrıca Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand, ‘O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil’. şeklinde açıklamada bulunmuştur. (Le Figaro, 12 Ocak 1998)
İşte medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavar budur. Sağa sola, tarihe soykırım yaptınız diye saldıran bu ülkelerin yaptıkları, göz yumdukları katliamlar tarihteki kara yerlerini almışlardır. Ve ne yazık ki bu katliamlar hala da devam etmektedir. Irakta ölen sivillerin sayısı 1 milyonu geçmiş ve her geçen gün ölü sayısı artmaya devam etmektedir. Vahşetde, kan emme de bu ülkelerin hiç bir sınırı yoktur. Şimdilik hiç bir mahkemede yargılanamayan bu devletleri tarih yargılayacaktır.