Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '10

 
Kategori
Öykü
 

Memleketimin Delileri-9

Memleketimin Delileri-9
 

Memleketimin bankaları


Memleketim’de iki tane banka vardı. Birisi Mangırbank, diğeri ise Tıngırbank idi. Bankalar pek müşteri sıkıntısı çekmiyorlardı. Bilhassa verdiği yüksek faiz nedeniyle Tıngırbank’ın müşterisi oldukça fazlaydı. Hesap açtıranlarla, para çekenlerle, havale gönderenlerle, kredi alanlarla, fatura ödeyenlerle dolup dolup taşıyordu. Bazı tasarruf sahipleri son zamanlarda bilhassa, kendi deyimleriyle “Ofu-Sor” hesabı açtırıyorlardı. Bu hesaptaki paraları, sözüm ona yurt dışında çok verimli bir şekilde değerlendirildiğinden bu tür hesapların getirisi çok yüksekti. Duyan koşuyor, malını mülkünü satıyor, Mangırbank’taki hesabını kapatıyor “Ofu-Sor” hesabına yatırıyordu. Faizle geçinenlerin sayısı her geçen gün artıyordu. Bazıları aldıkları faiz yetip arttığı için güzelim işlerinden istifa bile etmişlerdi.
Sayacı Ahmet, ayakkabı işiyle uğraşıyordu. Dükkanı kapatıp Tıngırbank’a geldiği için huzursuzdu ve bir an önce o meşhur hesaptan açıp dönmek için sabırsızlanıyordu. Önündeki Tuluk Necip iri gövdesiyle görüş alanını daralttığı için ona kızıyordu. Bir ara:
-Tuluk, biraz yan dur da görüş ufkumuz açılsın, ileriyi görebilelim, dedi.
Necip, çok şişmandı, yüz kırk kilo kadar vardı. O yüzden “Tuluk” adı takılmıştı kendisine. Ahmet’e cevap verdi:
-Görüp de ne olacak Sayacı? Sen de o hesaptan mı açtıracaksın?
-Evet, ya sen?
-Ben de o hesaptan açtırmaya karar verdim. Baksana Pinti Memiş Ağa bile o hesaba geçmiş.
Pinti Memiş Ağa, parasının hesabını çok iyi bilirdi. Asla yaş tahtaya bastığı görülmemişti. Faizle verdiği borçları bile ipoteklerle, senetlerle, bir-iki değil üç kefille garantiye alırdı. Bu tür bir hesaba para yatırıp yatırmadığı şüpheliydi, ama böyle bir haber kulaktan kulağa hızla yayılmıştı. Tuluk Necip’in bu söyledikleri su faturası ödemek için kuyrukta bekleyen Züğürt Sinan tarafından da duyulmuştu. Konuşmaya katıldı:
-Hadi canım siz de! Pinti’de o göz var mı? Şimdi yatırırsınız “Ofu-Sor”a sonra paralar buharlaşınca da bilmem neyi sorarsınız?
Züğürt Sinan’ın bu konuşması bir çok müşteriyi kızdırmıştı.
Nazlı Müge, fabrikadan aldığı ikramiyelerini bu hesaba yatırmak için bekleyenlerdendi. Kendi kendine “Olur mu öyle şey canım? Baksana adamlar ne diyor: Borcumuzun kölesiyiz.” diye düşünüyordu.
Gerçekten de bankanın içinde, hemen karşıda “Sayın Mudi, bize yatırdığınız her kuruş, size olan borcumuzdur. Biz borcumuzun kölesiyiz. Ne veririz ne de inkar ederiz.” yazıyordu. Aslında yazının tamamını dikkatle okuyan bunların niyetlerini kolaylıkla anlardı, ama yazının tamamını okuyabilen kimse bugüne kadar çıkmamıştı. Çünkü diğer cümleler okunamayacak kadar küçük yazılmışken “BORCUMUZUN KÖLESİYİZ” İse metrelerce uzaktan fark edilecek büyüklükteydi. Doğal olarak zihinlere kazınan da o ifade idi. Züğürt devam etti:
-Hoş, zaten böyle hesaplara yatıracak param da yok ya! Olmasın, param yok; ama düşmanım da derdim de yok. Para insana düşman ve dert kazandırır.
Sülük Saffet hafifçe gülümsedi, sonra dudağını büktü ve:
-Züğürt tesellisi işte! dedi.
Mangırbank’ın dillere destan güzellikte bir bayan şefi vardı. Adı Süslü Hale olarak anılırdı. Bir çok erkek müşteri onun hatırına Mangırbank’a giderdi. Sarhoş Cemal, onunla konuşurken içki içtiği belli olmasın diye gündüzleri içmekten vazgeçmişti. Artık her gün traş oluyor, kokacak yiyecekler yemiyor, hatta gitmeden on dakika önce güzel koksun diye ağzına bir tane karanfil atıyordu. Karanfil bulamadığında büfe işleten Dalgacı Sema’dan bir naneli ciklet alıyordu. Sema her zamanki kahkahalarından birini patlatıyor ve:
-Ne o sarhoş abi, herhalde gene sana Mangırbank yolu göründü, diyordu.
-Hadi be, ben cikleti sigarayı azaltmak için çiğniyorum. Mangırbank’la işim yok! Dese de pek inandırıcı olamıyordu.
Balıkçı Sadi’nin gözü de Süslü Hale’deydi. Sattığı balıkların parasını yatırmayı bir an bile geciktirmezdi, hemen koşardı Mangırbank’a. Sadi de diğer avcılar gibi atmasyon av hikayeleri anlatmaya bayılıyordu. Bazen çok aşırıya kaçtığı da oluyordu. Bir keresinde denizin ortasında düşürdüğü oltasını bulabilmek için beline bağladığı elli kiloluk kaya ile denizin dibine nasıl daldığı hikayesini Hale’ye anlatma gafletine düştü. O günden sonra da pek yüz bulamadı. Çünkü Hale, açıkça yüzüne:
-Kocaman bir kaya ile denizin dibine dalan bir insan tekrar su üstüne çıkamaz ki. Hem denizin ortasında kayayı nereden buldunuz? Bu, ben lisedeyken bir Matematik öğretmenimiz Mehmet bey vardı, onun söylediklerine benziyor. Tahtaya bir problem yazar ve derdi ki “Alın size kolay bir soru! Eğer bunu da çözemezseniz, gidin denizin ortasında kendinizi asın!” Denizin ortasında bir insanın kendisini nasıl asabileceğini günlerce sorgulamış, bir sonuca varamamıştık, demişdi.
Balıkçı Sadi çok bozulmuştu. Oysa defalarca anlattığı bu hikaye bir çok yerde çok iyi tutmuştu. Burada sonunu hazırlayacağını nereden bilebilirdi ki!
Hale’yi en çok etkileyen ise Yazar Rıfkı’ydı. Rıfkı otuz beş yaşlarındaydı. Hep spor ve marka giyinirdi. Düzgün kesilmiş saçları, çenesinde bir tutam sakalı vardı. Bazen hiç yakmadığı bir pipo tutardı elinde. Çünkü tütün kullanmazdı. Yazar Rıfkı’nın gazetelerde yayımlanan şiirleri ve ona gönderdiği mektuplar Hale’yi etkiliyordu. ”Aydın, kültürlü, modern bir insan. Ötekilerden farkı var. Üstelik oldukça romantik.” diyordu.
Rıfkı’nın “Memleketimin Sesi” gazetesinde her hafta bir tane şiiri yayımlanırdı. Bu şiirler sadece Hale’yi değil bir çok genç kızı etkilerdi. Mangırbank’ta Rıfkı’nın şiirlerini beğendiğini söyleyen bir bayan olduğunda Hale için için kıskanırdı.
Bir gün gazete müdürü Rıfkı’yı bürosuna davet etmişti. Müdür lafı dolandırmadan hemen konuya girdi:
-Rıfkı bey, ben birkaç şiirinizi meşhur bazı şairlerin şiirlerine benzettim. Sizi suçlamak istemiyorum, ama bu benzetmem doğruysa hem o şairlere saygısızlık etmiş oluruz hem de yasal yönden suçlu duruma düşeriz, demişti.
Rıfkı pişkin pişkin cevaplamıştı:
-Ben olduğu gibi almıyorum, aldıklarımı uyarlıyorum. Ne varmış bunda saygı ve yasallık açısından? Uyarladıktan sonra o şiir o şairin olmaktan çıkmaz mı?
-Çıkmaz efendim çıkmaz! Bu yaptığınız etik açıdan yanlış, dedi müdür ve o günden sonra da Rıfkı’nın şiirlerine o gazetede rastlayan olmadı.
Hale, Yazar Rıfkı’ya defalarca artık gazeteye neden şiir yazmadığını sorduğu halde cevap alamadı. ”Belki ücrette anlaşamadılar da, ben ne kadar paragöz adam derim, diye söylemiyor”, şeklinde düşünüyordu.
Olsun, şiirleri yoktu ama o duygusal mektupları vardı ya! Hale ile artık parklarda, cafelerde geç saatlere kadar dolaşmaya ve gönderdiği mektupları tartışmaya başlamışlardı. Tek bir mektubu değerlendirmek bile haftaları alabilirdi. Mayıs’ın son günü Hale’nin doğum günüydü. Hale’ye bir çok arkadaşından olduğu gibi Sarhoş Cemal’den, Balıkçı Sadi’den ve tabii ki Rıfkı’dan hediyeler gelmişti. Hale’nin arkadaşı Havalı Rana hediyesi olan kitabı verirken:-Mutlaka oku Haleciğim! Senin bu kitabı çok beğeneceğini umuyorum, demişti.
Rana, lakabından da anlaşılacağı gibi çok havalıydı. Bir şeyi kolay kolay beğenmezdi. O beğendiğine göre iyi bir kitap olabileceği düşüncesiyle hediyenin ambalajını yırttı. ”Milena’ya Mektuplar-Kafka” yazısını Rıfkı dahil bir çok kişi görmüştü. Bir kaç dakika içinde de Rıfkı sırra kadem basmıştı. O günden sonra Rıfkı Mangırbank’ın yanından bile geçmedi .
Hale, Milena’ya Mektuplar’ı okumaya başladı. Oradaki duygusal aşkı okudukça heyecanlanıyordu. Çünkü kitap ona bildiği bazı şeyleri anlatıyordu. Bir ara “Acaba Kafka yıllar öncesinden benim ruhumu mu okudu?” diye düşündü. Okudukça düğüm çözülüyordu. Bir mektubun ortasında okumayı bıraktı, çekmeceden Rıfkı’nın gönderdiği son mektubu aldı, kitaptaki ile karşılaştırdı: Virgülüne kadar aynıydı. Rıfkı’nın bir önceki mektubuyla kitaptaki bir öncekini karşılaştırdı. O da ve diğerleri de aynıydı. Yıkılmıştı. Ellerini yüzüne kapayıp saatlerce ağlamak istiyordu. Bir yandan da rüyasından uyanmasına neden olduğu için kitabı hediye eden Rana’ya kızıyordu. Keşke bu kitap hiç yazılmamış olsaydı!...
 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara