Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ocak '13

 
Kategori
Siyaset
 

Menderes asabi miydi?

Menderes asabi miydi?
 

Ben doğmadan sekiz yıl önce, İnönü’den devralan ve iki yaşamdayken idam edilen Menderes’i daha yakından tanımak istedim. Kitapseverler Şevket Süreyya Aydemir’i iyi tanırlar. Yıllar önce onun “Menderes’in Dramı” adlı eserini okumuştum.

Evet, Kurtuluş Savaşı’nın ardından CHP’nin 27 yıl iktidarda Türkiye’yi şekillendirdiği ancak, İnönü’nün Atatürk’ü geliştirmenin ve Atatürk devrimlerinin yerleşmesinin çok partili düzenle gerçekleşeceğine inandığından CHP’nin içinden doğan Demokrat Parti’de Din ve tarıma dayalı toplum değerlerini savunan parti olarak siyaset sahnesindeki yerini aldı. Yine CHP’nin içinde yetişen Menderes’i bakın yazarımız “İkinci Adam” adlı kitabının 3’ncü cildinde asıl anlatıyor:

“Menderes Demokrat Parti ve iktidarın başında yerini alınca kendi iç varlığını perde perde fakat hızla ortaya serdi. Önce kısa bir zamanda ürkülebilecek bir hatip, zaman zaman ters işleyen fakat kendine özgü bir mantık ve uzlaşmaz bir tartışma adamı olarak belirdi. Belki her zaman samimi değildi, belki zaman zaman hükümleri tek taraflıydı. Belki bazen de hem kendini, hem kendini, hem karşısındakileri aldatıyordu. Hatta bazen ona, belki demagog demek de bu bakımdan mümkündür. Ama öyle sanıyorum ki ne yapıyorsa bilerek yapıyordu. Ve bütün bunların gayesi de gene öyle sanıyorum ki, kendisinden önceki devrin TOPYEKÜN TASFİYESİ idi. Yani mazinin ve maziden gelen hatıraların tasfiyesi başta Atatürk dâhil olduğu halde…

Menderes, iktidar olduğu dönemde söylediklerinden bazıları:

“İstiklal Savaşı diyorsunuz, bu pekâlâ üç ayda bitebilirdi…”

“14 Mayıs seçimleri ile memlekette, şimdiye kadar yapılanlarla ölçülemeyecek ehemmiyette büyük bir inkılâbın en mühim merhalesi aşılmıştır.”

Öğretim üyelerine; “Cüppeli kuklalar”

“Halkevleri, Halk Odaları kurmak, gençlik teşkilatını ele almak, faşistvari telakki ve düşüncelerin mahsulüdür.”

“Ben, benden önce gelmiş, geçmiş Başvekillerin en muktediriyim.”

Şimdi de sizlere günümüzde siyasetin içinde olan ve ileride anıları ve dönemi de genişçe yazılacak olan ve uyguladıkları iktidar yöntemi ile birçok konuda muhaliflerince eleştirilen,  hitabı güçlü, zaman zaman da  İnönü döneminin CHP’sini yerden yere vuran,  Anıtkabir’de Atayı Anma Törenleri’ne katılmak istemeyen, ve  kendisine muhalif olanların yaptığı konuşmalar karşısında sinirli duruşu ile çiftçiye; “Ananı da al git!”, atama bekleyen öğretmene; “… al o oyu kendine sakla! Bize kimin oy vereceği belli…” diyen, gittiği düğünlerde evleneceklerden üç hatta beş çocuk isteyen, yeri geldiğinde, sendikalara, iş adamlarına, sanatçılara,  üniversite öğretim görevlilerine ve onun öğrencilere sert çıkışan Sayın Başbakan, son konuşmasında da yine muhalefet partisi için; “Irkını övüp, başkasını aşağılayan şeytandır” diyerek yeni bir tartışma başlattı.

Bu konuşmadan sonra bende Sayın Başbakan’ın partisinin AK Gençlik Kongresi’nde yaptığı konuşma aklıma geldi ve sizlerle bunu paylaşmak istedim Sayın Başbakan: “… Bugün tarihini bilen, medeniyetini bilen, içinde yaşadığı coğrafyayı çok yakından tanıyan, dünyayı yakından takip eden AK Parti gençliği var. Bugün elinde taşla, sopayla, molotofkokteyliyle değil, göğsünde iman ve hakkı söyleyen. Hakka çağıran bir gençlik var. Hiç tereddütsüz söylüyorum, o gençlik Ak gençliktir.” Diyerek Mehmet Akif Ersoy’un “SEFAHAT” adlı kitabından örnekler vererek konuşmasına şöyle devam etmişti: “… Özü sağlam adam ol, IRK’ına çek. İşte mesele bu.  Asım’ın neslinde o tanımı gördüm, onun için sizin elinizde her zaman ‘Sefahat’ olacak ve yastık altı kitabınız olarak onu okumalısınız.

Yine Sayın Başbakan, konuşmalarında sürekli çattığı Ulusalcılara da; “Bu ülkede Ulusalcı geçinenler, önümüzü kesmeye çalıştılar, kesemediler, kesemeyecekler. Ulusalcıların uzantısı olmaya aday olanlar, bizden bir şey beklemesin, bulamayacaklar” diyor.

İşte iki oluşum; “Ak Gençlik” ve Başbakan gibi düşünmeyen “Ulusalcı”lar…

Anlayacağınız oylar fifty fifty..

Ben mi yanlış düşünüyorum diye TDK’nın sözlüğüne “Ulusal” yazdım. Karşılığında: “Milli” yazıyordu.  ‘Milli’nin karşılığı; “Milletle ilgili, millete özgü, ulusal” yazıyor. Bende ‘Ulusalcı’dan yani ‘Milliyetçi’den şunu anladım, yanılıyorsam lütfen düzeltiniz:  “Ülkesini ve içinde yaşayan insan topluluğunu seven, onu yabancıların saldırılarından canı pahasına da olsa koruyan ve kollayan, sınırlar içinde yaşanların refahı yanında tüm dünya insanlarının da refahını ve barışını düşünen, ‘yurtta sulh, dünyada sulh’ ilkesini benimseyen Atasının inkılâplarına sahip çıkan, demokrasiyi benimseyen, özgür düşünen, sanatı seven, dünyaya uyum sağlayan, ilimde ileriyi düşünen, dini siyasete alet etmeden dini vecibesini yerine riya olmadan getiren ve geliştirip ondan nemalanmayan,   vatanın kuruşunu düşünen, yalancı olmayan, ana-babasına ve atasına saygılı, küçüklerine değer veren, verilen eğitimin dünya standartlarında olmasını isteyen, işsizliğin son bulmasını isteyen, haksızlık karşısında demokratik ölçülerde (şiddete bulaşmadan) hakkını arayan ve takipçisi olan diye düşünüyorum. (Eksik varsa tamamlayabilirsiniz) Bu değerlerde olmak için de illa Ak veya Kara olmaya da bence hiç gerek yok…

Aslında lamı cimi demeden, ekmeğin beyazı, siyahı, üç- beş çocuk, diziler gibi suni gündemleri bir kenara bırakıp, Sayın Başbakan’dan bu halk, “İmralı-Apo” görüşmelerinin gerçek ve anlayabileceği dilden,  sonucunu bekliyor.

Mesele budur (.) nokta…

Ertuğrul Erdoğan

Ocak 2013/Bursa

www.erdoganlaedebiyat.com

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..