Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Menekşe gözler

Menekşe gözler
 

Belki haddi mi aşarak, hikaye yazmaya deneyeceğim... Aslını isterseniz ben gibi matematikçi birinin bir hikaye yazması ne kadar kolay bilemiyorum ama hayatın içinden yaşanan olaylar paylaşmak istediğim.... Sanırım benzer hikayeleri günlük hayatımızda bizlerde duyuyoruz yada görüyoruz.... Şimdiden hatalarım var ise ki mutlaka olacaktır. Affınıza sığınıyorum....

Menekşe gözlerini gölgeleyen uzun siyah kirpikleri vardı... O siyah tüllerin ardından kendini gizlemek istercesine ürkekçe bakar, hemen kaçırırdı gözlerini…Onun bu ürkekliğini görenin aklına iki şey gelirdi. Ya çok korkaktı ya da saklamak istediği bir şeyler vardı. Aslında her ikisi de geçerliydi Gizem için. Adı gibi gizlerle kaplıydı tüm hayatı ve hayatın getirdiği her yeni gün, yeni günün getirdiği her yeni kişi, her bilinmeyen onu korkutuyordu.

On iki yaşındaydı henüz… Hani insanların daha aile kucağından ayrılmadığı, babanın yollarda gözlenip annenin her şey anlamına geldiği yaşta… Hani soba kenarında sohbet etmenin sıkıcı geldiği, insanın büyüyüp biran önce hayata süzülmek istediği o yaşta… Oysa Gizem’in ne yollarını beklediği bir babası ne herşeyle eş değer tuttuğu bir annesi ne etrafında sohbet edilen sobası ne de bu duygulardan haberi vardı. Hayat bazılarına gerçek yüzünü erken gösterir, sonra onlara hayat kurbanı denir. Aslında bu kişilerin diğerleriyle aralarındaki tek fark daha erken öğrenmiş olmalarıdır, hayatın hainliğini daha erken farketmiş olmaları. İşte Gizem de onlardan biriydi…

Soğuktan kurumuş dudaklarına götürdü elindeki pet şişeyi…Karanlık çökmek üzereydi. Birazdan kalkması ve etraf tamamen kararmadan kendisine sıcak bir yer bulması gerekiyordu. Korunaklı…

Önünden geçen anne ve çocuğa baktı..Çocuğun özenle taranmış ve örülmüş saçını, beyaz kurdelesine, pembe sırt çantasına…Sırt çantasının üzerindeki kız resmine…Çok güzeldi kız, çok güzel…


- Hey küçük, aç mısın?

Gizem öylesine dalmıştı ki anne ve çocuğun uyumlu adımlarına önce sesin kendisine yöneldiğini farketmedi.

Kafasını yana çevirdiğinde, genç yakışıklı bir adam gördü. Parlak saçları ve güzel bir gülümsemesi vardı.

- Sana diyorum, aç mısın?

Gizem her zamanki ürkekliğiyle gözlerini kaçırdı. Ağzından çıkan belli belirsiz ‘hem de çok’ kelimesi kendisinin bile duyamayacağı alçaklıktaydı. Genç adam anlarcasına baktı.

- Ben gelene kadar buradan ayrılma

Gizem ne adamın gelişine ne de gidişine bir anlam verebilmişti. Eski püskü kırmızı soluk montunun kalan tek düğmesini ilikledi ve oturduğu gazetelerin üzerinden kalktı. Soğuk iliklerine işlemişti.Ne kadar da güzel bir yüzü vardı adamın…Gün boyu sokaklarda onunla konuşan onlarca insan oluyordu. Bazıları dalga geçiyordu. Bazıları anne ve babasını sorup eline bozuk paraları tutuşturuyordu. Eğer şansı yaver gittiyse elindeki bozuk paralarla bir kaç mendil alıp onları satardı. Tok olmanın huzuruyla uyurdu o tip günlerde, derme çatma apartman altlarında. Döner dükkanın önündeki adam en kötüsüydü. Ne zaman camekana yaklaşıp içeri baksa, pos bıyıklı iri yarı o adam iterek gitmesini söylerdi.

.... devamı da gelecek ;)

Devamı:

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=56804

 
Toplam blog
: 30
: 1810
Kayıt tarihi
: 06.06.07
 
 

Son baharın güzel bir gününde gözlerimi açmışım dünyaya...Yıllar geçmiş okumaya başlamışım, derken ü..