- Kategori
- Anılar
Merdivenlerde buluşalım çocuklar

mahalleden bir kare...
Ah çocukluğum, o kadar güzel yaşadım ki seni, şimdi anlatmaya ne satırlar yeter, ne de sayfalar. Bir tek, mahallemin çocukları bilirler o günlerin değerini.
Ankara’nın güzel mi güzel, sevimli mi sevimli, orman manzaralı küçük mahallesinde kara kuru bir kız yaşarmış. Birde bu kızın ailesi, akrabaları ve arkadaşlarından oluşan hepi topu o dönemlerde elli haneden oluşan, küçük köy misali bir mahalle.
Herkesin, kapısının ardına kadar açık olduğu, gecekondu mahallesi. Hiç kimsenin, kimseye kapısını kapatmadığı, hatta kilitlemeye bile gerek duymadığı dönemlerdi o zamanlar. Uzun uzun binalar yapılmadan önce, envai çeşit ağaçların olduğu, çocuk boyum kadar yeşiliklerle doluydu tarlası bu küçük mahallenin. Bu tarla, kah oyun yeri olurdu çocuklara, kah ekmek pişirmek için saman toplama yeri olurdu analara. Beslerdi uzun otlarıyla hem kuşları, hemde barındırırdı saklambaç oynayan çocukları koynunda.
Her gecekondu bahçesinde bir meyve ağacı vardı. Ah dile gelselerde, konuşsalar o yemyeşil ağaçlar, çocukların dallarında, dizlerini kanattığı, ama en vazgeçilmez oyun yerleri olan dalları, mahalleliye piknik gölgesi olan o ğaçlar, bir konuşa bilseler çok güzel anlatırlardı anıları sizlere.
Yaşanmışlıkların kıyısından, hüznün sevincini, sevincin hüznünü paylaşırlardı göz yaşlarımızda. Ne yükler vardır omuzlarında o ağaçların. Bunlardan biridir dostum erik ağacı. Bahçemizden, üzerine tırmanıp, evin çatısından izlerdim canım Ankara’mın güzel manzarasını. Bakardım uzaklara doğru, sanki bizden başka hayatlar yokmuş gibi, o ağacın üstünde bir tek ben ve Ankaram varmış gibi. Canım sıkıldıkca, elimi camdan uzatıp, toplardım erikleri ağaçtan. O kadar yakındı arkadaşım bana. Hep cam kenarındaydı, beni terketmezdi biliyordum. Fakat biz onu önce yaraladık sonra da mecburiyetten terkettik. Şimdi dalından kalan son parçalarla meyve vermeye çalışıyor erik ağacı ama eskisi gibi tadı yok artık meyvelerinin. Ben ağlarım şimdi onla geçirdiğim günlere, her satırımda. Sevinçlerimin meyvesi çürürken, hüzünlerimde, birbir inler kulaklarımda onun yarım bırakılış sesleri.
Çocuklar şen kahkasıydı mahallenin her sokağında. Tozdu, toprakdı, gürültüydü çocuklar. Onlar yokken, sokakların ıssız bir çölden farkı yoktu mahallede. Çocuklar sokağa çıktığında, bilirdi herkes gece yarısına kadar rahat yok bize.
Buluşma yerimizdi merdivenler. Merdivenler, Dette’gilin evinin hemen bitişiği. Kim bu Dette anlatırım belki sonra ama, bilinki yüreği kocaman sevgi dolu biri. Şimdi nerede görse eski dostlarını her seferinde dolar gözleri ağlar görürüm kendisini. Onunla ilgili en güzel anılarımdan biri koca bir demlik çayın tamamını içtikten sonra ‘Hele bak, imeeemin abdest suyun gibi olmuş çayınız’ diyerek çayı beğenmemesi. Detteeee sen nelere kadirsin. Bak, şimdi anılarımın en güzel yerindesin.
Mahallede iki evin arasında, sokağın bir noktasında başlayıp, evlerin arasından uzanan hepi topu 10 ya da 15 basamaktan oluşan merdivenler. Ne sırlar, ne aşklar, ne çocukca planlar, ne çok kıkırdamalar, ne de çok hüzünler vardır bir bilseniz.
Koşa koşa, tozu toprağa katığımız, ter kan içinde kalırken farkındalığında olmadığımız, fakat büyüdükçe ve uzaklaştıkça değerini anladığımız, yol kenarındaki dinlenme yerimiz, kaçış noktamızdır merdivenler.
Merdivenlerde buluşalım, oraya gelin çocuklar. Çocukluğuma dair kulaklarımda duyabileceğim en güzel cümledir. Çocukların saklambaç yeri, sohbet yeri, evcilik yeri gençlerin kaçamak sigara içme noktasıdır o basamaklar. Her taşında ayrı bir hatıra, her köşesinde ayrı bir hayat ve sır. Artık o merdivenlerde yok o mahallede çünkü biz insanlar onaları da yıktık ve savruldu oradaki tüm çocuklar başka hayatlara. Tıpkı o merdivenlerin yıkılışı gibi, dostluklarda yıkılmasa da kayboldu. O çocuklar hayat hengamesinde yitirdiler çocukluklarını. Şimdi de oldular, başkalarının hayatı.
Paylaştık o dönemin çocuklarıyla tüm masumluğumuzu ve sevgimizi. Çiğdemli olmanın ayrılacığını hissettik hep o mahallede. Acımız herkesin acısı, sevincimiz hepimizin sevinci oldu. Gölgesinde dinlendiğimiz, çam ağacı kokusunda kendimizi yitirdiğimiz orman da ana kucağımız oldu bize. Kozalaklar, badem ağaçları, mis kokulu iğde ve leylak, o güzel dolmalara sarılan leziz efelek ve binbir çeşit çiçekler, papatyalar ve gelincikler en güzelleriydi canım mahallemin.
Tepenin başında o zaman ki bilinmezliğinin gizinde saklıydı hepsi.
Devam edecek...
Sevgilerimle...