- Kategori
- Gezi - Tatil
Milano'da Bir Hafta
Milano’ ya gitmeden önce ‘’moda deyince Milano, Milano deyince moda’’ özleştirmesi aklımdaydı. Moda deyince doğal olarak renk, desen, stil, görsellik, uyum, güzellik akla geliyor. Dünyada ‘’moda kentleri’’ olarak bilinen diğer kentlerden bazıları New York, Paris, Dubai, Berlin, Los Angeles.. Ancak herhalde en bilineni Milano. Milano modanın başkenti. Gitmeden önce seyahat severlerin yazılarına bir göz attım. Bilgi sahibi olmak için. Kızım Milano’da eğitim gördüğü için çok fazla bilinmezle karşılaşma olasılığımın olmaması ayrı bir rahatlık veriyordu.
Milano Malpensa uluslararası havaalanı şehir merkezine yaklaşık 50 km. uzaklıkta. Milano’da iki havaalanı daha var. Bergamo ve Linate…THY Malpensa’ ya, Pegasus ise Bergamo’ ya uçuyor. Malpensa’ dan şehir merkezine ulaşım kolay. Taksi bana göre pahalı. İnternetteki bilgilere göre 90 Euro civarında. Merkeze ulaşım için tren ve Havaş benzeri otobüsler var. Ben otobüsü kullandım. Terminalden çıktım, biletimi otobüsün kapısında bekleyen görevliden aldım. Bavulumu bağaja koydular. Ücret 8 Euro. Fişini veriyorlar. Son durak Central FS yani Milano Merkez İstasyonu. Muhteşem bir bina. İçeride muhteşem bir kalabalık. Zira buradan diğer Avrupa şehirlerine trenler kalkıyor.
Milano nasıl bir şehir? Milano’lu nasıl bir insan? Yaşantı nasıl? Belediyecilik hizmetleri nasıl? gibi sorgulayan gözlerle baktım hep Milano’ya. Buna zamanım vardı. Benim kaldığım bölgede yapıların hepsi tarihi idi. Herhalde bu şehrin imar planını 100 yıl önce yapmışlar ve değiştirmemişler. Bu bölgede dolaşırken bu kadar da olmaz dedim kendi kendime.. Caddeler geniş, düzgün ve yıllanmış ağaçlarla süslenmiş. Burada sanırım ‘’parka gidiyorum’’ diye bir deyim yok. Zira her taraf yeşil alan. En umulmadık yerde sevimli bir kafe ile karşılaşmanız mümkün. Hoşunuza gittiyse ve yorgunsanız hemen girin ve çok uygun fiyata bir kahve çeşidi alın. Saatlerce oturun, size hiç kimse tekrar gelip ‘’ne isterseniz’’ diye sormaz. Moda başkenti olması nedeniyle herhalde, insanlar bakımlı ve şık giyimli. Bazılarına şöyle uzun uzun bakasınız geliyor. Yaşlı amcamız ve teyzelerimiz yapılmış saçları, makyajı, şapka, pardösü, fular, şemsiye ve ayakkabı ile hoş bir görüntü veriyorlar. Tabii tüm Milano’ luları şık kategorisine sokmamız mümkün değil.
Milano’ da sokak hayvanı yok. Nüfusun önemli bir kısmının evcil hayvan sahibi olduğunu kolaylıkla tahmin edersiniz. Evcil hayvanlar tasmasız gezemiyor. Yeşil alanların bir bölümünü evcil hayvanlara ayırmışlar. Bu bölümde hayvanların tasmaları çıkartılıyor. Birbirleriyle oynuyorlar. Hayvanların giysileri de anlatılmaya değer. Tasmalı olarak evcil hayvanlar kafelere, marketlere girebiliyorlar. Zaten o kadar eğitimliler ki insanlardan bir farkları kalmamış. Sabırla bekliyorlar bırakıldıkları yerde. Ülkemizdeki sokak hayvanı sorununu kısırlaştırmayla, sokaklara kondurulan yuvalarla, yapılan bireysel besleme gayretleriyle çözmemizi mümkün görmüyorum.
Milano’ da kullanma suyu ücretsiz. Ulaşım çok kolay. Oradaki ulaşım kolaylığını görünce burada büyük büyüklerimizin açtığı metro hatlarını daha iyi değerlendiriyorsunuz. Elektrik akşamları ve hafta sonları indirimli. Öyle istediğiniz büyüklükte istediğiniz yere reklam panosu asıldığını görmedim. Klima görmedim. Balkon kapama görmedim. En ücra yerleşim yerlerinde dahi inşaat atığı görmedim. Takdir sizlerin…
Benim izleyebildiğim kadarıyla İtalyan’lar yediklerine dikkat ediyorlar. Obez diyebileceğimiz birine ben rastlamadım. İtalyan’lar fast food akımına şiddetle karşı çıkıyorlar. Genellikle ‘’happy hour’’ diye bilenen etkinliğin farklı bir versiyonu olan aperitivo alışkanlığını terk etmeleri imkansız. Marketlerde cebinize göre şaraplar var. Pek şaraptan anlamam. Çok uygun fiyata aldığım şaraplar bile hoşuma gitti. Tadabileceğiniz çok güzel yemekleri var. Benim yemekle aram pek iyi değil. Merakımdan Pizza yedim. Çok çeşitleri var. Makarna yedim. Fiyatları uygun. İtalya’ya kadar gitmiş pizza ve makarna yemeden dönmeyeyim diye düşündüm.
Milano denilince akla gelen ve dünyanın yeryüzü cennetleri olarak anılan üç gölü var. Como, Maggiore ve Garda.. Bu bölgelere Milano’dan ulaşım kolaylığı var. Ben Como gölüne gitmek için bilet aldım. Ancak tren garındaki anlaşılmaz duyurular ve zaman yetersizliği nedeniyle bileti geri vermek zorunda kaldım. Como gölüne trenle gidiş-dönüş 9.60 Euro. George Clooney, Madonna, Sting gibi sayısız ünlünün cazibe merkezi olan Como Gölü İtalya’nın kuzeyindeki göllerin en ünlüsüymüş.
Milano denilince ilk akla gelen, Duomo Meydanı. Meydana girer girmez Duomo Katedrali’nin ve Galleria Vittorio Emanuelle’nin muhteşem görüntüsüyle karşılaşıyorsunuz. ‘’Yuh… ‘’, ‘’Ohaa..’’, ‘’Ne bu ya..’’ gibi nidaları kullanmamanız mümkün değil. Bu meydana gündüz ve gece ayrı ayrı gitmenizi şiddetle öneririm. Meydan şehrin merkezinde ve ulaşımı çok çok kolay. Duomo Katedrali Avrupa’nın en büyük 4. Katedrali olarak kabul ediliyor. Yapımına 1386 yılında başlanmış. 1965 yılında yapımı tamamlanmış. Çok ilginç bir hikayesi var. Örneğin, üzerinde 3500 den fazla heykel olduğu yazılıyor. Gitmeseniz bile okumanızı öneririm. Galleria Vittorio Emanuelle’ye bir alışveriş merkezi olarak geçiyor. Ancak haksızlık ediliyor. O binanın içinde hiç bir şey olmasa dahi insanlar girer ve o muhteşem mimariye hayran hayran bakarlar. Galleria Vittorio Emanuelle 1877 yılından bu yana Milano’lulara hizmet veriyor ve dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden biri sayılıyor. Hikayesi Duomo Katedrali’ nde olduğu gibi ilginç. Ben birini söyleyeyim. Galleria’ nın merkezinde yerde bir boğa mozaiği var. Bu fiğüre basarak topuğunuzun üstünde dönmenin şans getireceğine inanılıyor. Adam ta Japonya’dan gelmiş sıra bekliyor, figüre basmak için. Dolasıyla boğanın başında sıra var. Ben de bastım. Umarım şansım çok olur.
Gittiğim ve hayran kaldığım bir diğer yapı Sforzesco Kalesi’dir. Duomo Meydanı’na yürüyüş mesafesinde. Kale büyüklüğü ve mimari yapısı ile etkileyici bir yapı. Kalenin tarihi Rönesans dönemine kadar uzanıyor. Galeazzo Visconti II tarafından 14. yüzyılda inşa edilmiş. Kaleye giriş ücretsiz. İçindeki müzelere giriş ücretli. Tarih sevenlerin kaleyle ve müzelerle ilgili bilgileri okumasını öneririm. Kalenin bitişiğinde büyük ve çok güzel bir park var. Adı Sempione Parkı. Ben Ocak ayında gittiğim için hava soğuk idi. Soğuk havaya rağmen parkta dolaşanlar, spor yapanlar vardı. O parkı ağaçlar yeşerince görmek isterdim.
Milano’da turistlerin bir diğer uğrak yeri su kanallarının bulunduğu Navigli Bölgesi. Kanal çevresinde barlar, cafeler ve restaurantlarda günün her saatinde faydalanabilirsiniz. İtalyanların ‘’aperitivo’’ dedikleri bir gelenekleriyle yoğun hizmet verdikleri bir bölge. Mekanda siz sadece içkinizin ödemesini yapıyorsunuz. Açık büfe atıştırmalıklar ücretsiz. Bir içki 8-10 euro. Kanal bölgesinde bulunan mekanlarda bu gelenek yaygın. Yer bulduğunuz mekana girin, içkiniz alın, atıştırmalıkların tadını çıkarın, gelip geçene bakın, bir de sokak müzisyenine rastlarsanız keyfiniz tamamlanacak.
Milano’da bir günümü de İsola ve Garibaldi bölgelerine ayırdım. İsola bölgesinde Milano’ nun en ilginç binaları olan Bosco Verticale’ yi görmenizi öneririm. Her katında yeşilliklerin ve devasa ağaçların olduğu, görsel zenginliği olan iki yüksek bina düşünün. Anlatmak epeyce zor. Garibaldi bölgesi ise birbirinden güzel graffitilerle karşılaşabileceğiniz ara sokaklarla dolu. Ayrıca bölgedeki binaların her biri fotoğraflanmayı hak ediyor. Graffiti esasen duvar yazısı anlamına geliyor. Bence görsel bir şölen. Sokak sanatı diyebilirsiniz. Sprey boyalar kullanılıyor. Bölgeyi gezerken çok güzel kompozisyonlara rastladım. Yeterli bilgim olmadığı için merak edenlerin ‘’graffiti nedir’’ konusunda okumasını öneriyorum.
Navigli’ de dolaşırken ve Duomo Meydanı’ na günbatımından sonra gittiğimde gitar çalan iki sokak müzisyenine rastladım. Bence İtalyanca gitara çok yakışıyor. Eğer hava çok soğuk olmasaydı saatlerce dinleyebilirdim.
Dönüş yolculuğunda da Malpensa Havaalanına hayran kaldım…