Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '13

 
Kategori
İlişkiler
 

Misyoner kızın bakışlarındaki sır

Misyoner kızın bakışlarındaki sır
 

Başkent Guatemala City’nin 12 km kuzey doğusunda çevresi yüksek duvarlarla çevrili silahlı adamlar tarafından korunan bir siteye doğru yol alırken, sanki Holywood yapımı bir filmin başlangıç sahnelerini izliyoruz. Filmin müziği olarak seçilen Bach’ın Air on the G string bestesi bu başlangıç sahnelerine eşlik ederken yaşadığımız anın dışında, sıradan hayatlarımızın ötesinde çok farklı bir öykü ile karşılaşacağımızın habercisi gibi. Kentin kenar mahallerini terk edip yeşillikler içinde asfalt kaplı dağlık yollardan evine dönerken Türk asıllı ama aynı zamanda Alman vatandaşı olan Aylin bu ülkeye Almanca  öğretmek amacıyla misyoner olarak gönderilmişti. Bindiği otobüsün içinde renkli giysileri içinde, simsiyah saçları at kuyruğu biçiminde örülmüş bir halde, onu diğer melez halktan ayırt etmek gerçekten zordu.

40’ lı yaşlarını geçmiş, hala oldukça alımlı ve güzel görünen bu kadın eski bir otobüsün penceresinden dışarı bakarken yemyeşil ormanlar ve vadilerin derin sessizliği içinde kaybolmuş, ama öte yandan her an patlamaya hazır yüzlerce volkanın olduğu bir ülkede, geçmişte yaşadığı unutulmaz aşkınında  sönmüş bir volkan gibi püskürmeye hazır beklediğinin farkındaydı.

16. yüzyılda İspanyol sömürgeciler istila etmeden önce Maya Uygarlığının merkezi olan, daha çok depremler ve volkanik patlamalarla adını duyduğumuz ve Aztek dilinde Ağaçlar Ülkesi anlamına gelen bir Orta Amerika ülkesi olan Guatemala’da geçiyor öykümüz. Askeri darbelerle kesintiye uğrayan bu ülkede demokrasi sınavı verilmiş , 1988 ve 1989 daki darbelerde yüzbinlerce  insan kaybolmuş veya  öldürülmüş, aileleri ise kendilerinden bir daha haber alamamışlar yıllarca.

Otobüsten inip hızlı adımlarla evine doğru yol alırken yerli halktan bir çok kişi kendi çocuklarının da öğretmeni olan bu kadını saygı ile selamladılar. İki katlı evine girdiğinde her zaman yaptığı gibi çalışma odasına doğru yöneldi, bahçedeki havuza doğru bakan bu odadan dışarıya baktığında ise küçük süs havuzunun fiskiyesine konan küçük serçenin susuzluğuna tanıklık ediyordu. Hava bunaltıcı bir şekilde sıcak ve nemliydi, çekmeceden çıkarttığı mektupları okumaya başladı.

Şimdi geriye dönelim bir süre için. Yıllar önce Türkiye’de tatil yaparken geçirdikleri bir trafik kazası onların yaşamını sonuza dek değiştirecekti.Kazadan Aylin yara almadan kurtulmuş ama kocası Klaus onun kadar şanslı olamamıştı; çünkü kullandıkları otomobile yandan çarpan kamyon onun sakat kalmasına neden olmuş ve felç olmuştu.Yürüyemeyen ve eskisi gibi bir erkek olamadığını düşünen kocası için verdiği olağanüstü mücadeleden sonra  ayrılmak zorunda kalmışlardı. Çünkü Klaus bir kadının yanında bir insan olmaktan öte sagğlıklı  bir erkek olmayı düşünmüş olmalıydı. Ve Nilay böylece her şeyi bırakıp bu Orta Amerika ülkesinde öğretmenlik yapmak için başvurmuş ve kabul edilince de bu ülkeye gelmişti. Şimdi onun son yazdığı mektubu okurken bir film şeridi gibi geçen kaza anını ve sonrasını hatırlamaya çalıştı. Korkunç bir kasırga ya da yanardağ  patlamasının talihsiz kurbanlarından birisi olduğunu düşünerek Romeo’sunun yazdıklarını okumaya devam etti Jülyet. Şöyle diyordu son mektuplarından birinde. ‘Sevgili Aylin, seni her hatırladığımda kaza esnasında bana bakışını ve kollarınla beni kendine doğru çekip lütfen ölme sevgilim dediğini unutamıyorum. Seni kendimden vazgeçirmek için ne kadar uğraştığımı itiraf etmek zorundayım. Çünkü doktorların bir daha yürüyemeyeceğimi söylediklerinde yapmam gereken şeyin anılarımızı bir hazine gibi saklamak olduğunu düşündüm.”

Okuduğu her cümle savunmasız ve çaresiz kalmış bu kadının kalbine bir bıçak gibi saplanıyordu, bunu tahmin etmek hiçte zor değildi elbet, ancak binlerce kilometre uzaktan gelen bir sevgilinin dokunaklı sözlerine hangi sevgili kayıtsız kalabilirdi ki.?

Büyük bir hayal kırıklığının pençesinde kıvranan zavallı Klaus oturduğu tekerlekli sandalyeden bu sözleri yazarken bir daha asla evlenmeyeceğini çünkü ona kimsenin Aylin’in baktığı gibi bakmayacağını, sevgilisinin gözlerindeki o derin ve ulaşılamaz aşkın sadeliğini ve gururunu yaşayamayacağını anlatmaya çalışmıştı.

‘Kimse bana senin baktığın gibi bakamaz’ cümlesini tekrar etti Aylin sessizce; bahçedeki süs havuzunda sıcaktan bunalmış, küçük bir serçenin susuzluğunu gidermek için yaptığı ritmik hamleleleri izlerken. Aslında bir insana duyulan sadakat ve bağlılık gibi kavramların çok ötesinde Klaus aşkın bizim anladığımızın da ötesinde çok farklı bir boyutu olabileceğini gösteriyordu belki de. Bu öyküde olduğu gibi bir gün herşeyin değişebileceği kaygısı ile yaşayan insanlar, değişmeyen neler olabilir ki diye düşündüklerinde işte bu sözleri anımsamalıdırlar. Bu bakışlar tıpkı bir annenin çocuklarına olan bakışı gibidir, tarafsız, önyargısız, içten ve karşılıksız. Aylin’in onun mektubunu okurken bu sözleri bir kez daha sessizce tekrar etmesine neden olan bakışlar, ona karşı sonsuza dek saygısının yok olmayacağına dair ipuçlarını barındıran bakışlar ve yok olan şeyin aşkın kendisinin değil de sadece geri döndürülemez zaman olduğunu hissetmesine neden olan bakışlardı bunlar.

Bir şeyin ne kadarının sana ait olduğunu bilmek istiyorsan hepsini bırak, geriye kalan senindir der bir Çin atasözü. Burada birbirine sonsuz bir sevgi ile bağlı bir ciftin yaptığı da işte buna benzer bir şey olmalıdır; her şey geride bırakılmış, özveriyle ve acıyla ama olması gerektiği gibi eşsiz bir sevgiyle. Geride kalan ya da Klaus’un hatırladığı ona büyük bir aşkla bağlanmış sevgilinin bakışlarında kendisi için duyduğu derin ve ulaşılamaz sevgiyi anlamlandırma çabasıdır aslında. Neden Aylin`in bakışları bu kadar önemliydi ? Bu noktada Viktor Hugo`nun   -Bakislar adli - dizeleri bu sorununda cevabı niteliğinde gözüküyor.

Bir bakışın kudreti bin lisanda yoktur- Bir bakış bazen şifa bazen zehirli oktur - Bir bakış bir aşığa neler neler anlatır - Bir bakış bir aşığı saatlerce ağlatır - Bir bakış bir aşığı aşkından emin eder - Sevişenler daima gözlerle yemin eder

Bir zilin sesini takip ederek nereye varabilirsiniz? Eğer gözleriniz görmüyorsa o zilin sesi sizi zirveye taşıyabilir, karanlığın içinde yaşamaya mahkum bir dağcı böyle söylüyordu. Gözlerim görmüyor ama kulaklarım var, onlar bana yardımcı olurlar. Bir sevgilinin binlerce kilometre uzaktan yazdığı satırlarda söylemek istediği de buna benzer bir anlatımın ana temasının ipuçlarını veriyor bizlere. Belki de söylediğiniz sözlerin değil, söylemediklerinizin bir anlamı vardır.

 

Metin Rodop

İstanbul,10.09.2010

 
Toplam blog
: 27
: 292
Kayıt tarihi
: 11.04.13
 
 

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İkitisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden 1986 yılında mezun oldum..