- Kategori
- Sosyoloji
Muhafazakâr Evliliklerde Sorunlar Neden Fazla?
Aile ve evlilik kurumunun geçirdiği sarsıntılar ve bunların sonuçları toplumsal hayatı derinden sarsmaya devam ediyor. Devletlerin ilgili kurumları konuya çözüm bulmak için sürekli yeni araştırmalar ve incelemeler yapıyor. Ama yakın bir gelecekte kalıcı çözüm bulunacağı ümidini de kimse taşımıyor.
Evlilik ve ailenin geçirmiş olduğu değişim her ne kadar tüm toplumları sarssa da bazı toplumların diğerlerine göre daha iyi bir konumda olduğu da kesindir. Öncelikle modernleşme sürecini tam yaşamamış geleneksel toplumlarda ve bir de İslami duyarlılığı olan toplumlarda aile ve evlilik kurumu diğerlerine göre daha iyi bir durumdadır.
Bu kesin!
Ancak bu durum, muhafazakâr evliliklerde sorun yok anlamına gelmiyor. “Dini duyarlılığı yüksek” evliliklerde de eşler huzurlu değil. Özellikle kadınlar ciddi bir depresyon içindeler.
Bu konuda kafası karışık olanlara hak vermemek elde değil. Çünkü insanın yaratıcısı olan Allah, onun nasıl huzurlu/mutlu olacağını Kur’an’da yazılı olarak bildirmemiş midir? Bildirmiştir. Veya ahlakı; ‘Kur’an ahlakı’ olan Hz. Muhammed örnek bir aile ve evlilik hayatı yaşamamış mıdır? Yaşamıştır. Bunun yanında yüzlerce hadis ile de aile ve evlilik hakkında ümmetini bilgilendirmemiş midir? Bilgilendirmiştir.
O zaman, düz mantıkla söylemek gerekirse, bunları bilen dindar çiftlerin kesinlikle huzurlu/mutlu olması gerekmez mi? Gerekir. Ama gerçek şu ki, muhafazakâr eşler sanıldığı kadar mutlu değiller! Hatta her hafta kürsüden “Ey cemaat, evlilik hayatınızda mutlu olmak istiyorsanız Peygamberin sünneti size yeter” diye vaaz eden imamların da evlilik hayatı diğerlerinden pek de farklı değil. Kısaca; muhafazakârlar içinde evlilik sorunları çok fazla, özelikle hanımlarda depresayon durumu, gerilim, iletişim bozukluğu sanıldığından da fazladır.
Peki Neden?
Öncelikle evlilik bir sanattır, iki insanın güzel geçinmesi ve uyumlu bir birliktelik geçirmesi yetenektir. Dolayısıyla kişilerin kabiliyeti, karakteri, hayattan ve evlilikten beklentilerinin huzurlu bir evlilik hayatı içindeki payı büyüktür. Bunu hiç unutmayalım. Bu gerçek, dindar olsun veya olmasın herkesin evliliği için geçerlidir.
Bunun dışında dindarların özelinde evlilik hayatında eşlerin mutlu ve huzurlu olmamasının iki temel nedeni vardır: Birincisi, İslam’ın ilgili hükümleri ile ataerkil aile yapısı ve İslam öncesi geleneklerin iç içe girmesidir. Bilindiği gibi İslam’a giren Asya ve Ortadoğu toplumları bazı eski inanç, ahlak, tarih ve efsaneye dayalı kültürlerine ait unsurları da beraberlerinde İslam’a dâhil etmişlerdir. İnsanın fıtratına, evlilik kurumunun doğasına ters olan birçok davranış ve anlayış biçimi zamanla İslam’ın ölçüleri olarak algılanmıştır. Bundan dolayı çiftler çoğu zaman bu fıtrata ters gelen hükümler ile kendi fıtratları arasında bir gerilim yaşamaktadırlar. Örneğin eşlerden birisi diğerine İslami zannedilen bir geleneği, “İslam bunu emrediyor. Böyle yapacaksın!” demesi karşısında muhatabı olan eş, “İslam’ın emridir” deyip de buna uyduğunda kendi fıtratına ters geldiği için iç gerilim yaşıyor ve depresyona giriyor. Eğer, “hayır” deyip, karşı gelirse, bu kez de eşiyle çatışma yaşıyor.
Dindarların evlilik hayatında yaşadıkları sıkıntıların bir diğer nedeni ise İslam’ın evlilik ve eşler arası ilişki ile ilgili hükümlerinin imamlar, vaizler tarafından eksik yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü Kur’an ve hadisleri, psikoloji ve sosyoloji ilmine göre değil de sadece sarih manası ile açıklamaktadırlar. Bu ise, eşler arasında yanlış ve eksik bir iletişim ve kişiler arası ilişkinin doğmasına neden olmaktadır.
Ne demek mi istiyorum?
Bakınız Kur’an, anne-baba hukukuna büyük vurgu yapıyor. “Senin yanında onlardan biri veya ikisi de ihtiyarlık çağına gelirse sakın onlara of (bile) deme ve onları men etme (azarlama) lâkırdılarını kesme ve onlara güzelce hitapta bulun.” (17/İSRÂ-23:)
Bunu dindar insan şöyle algılıyor: “Anne-babanız veya onların yerinde eşinizin ebeveynleri size ne derse desin, ne yaparsa yapsın ses çıkarmayın”. Böyle algılıyor, çünkü vaiz efendi kürsüden sürekli bunu telkin ediyor. Ancak, anne-baba da olsa, haksız ithamlarda bulunabiliyor, suçlamalar yapabiliyor, kızını, oğlunu, gelinini veya damadını rahatsız edebiliyor, hatta ezebiliyor, rencide edebiliyor. Bu durumda gelin/damat karşılık verip “of” dese, Kur’anın hükmüne karşı gelmiş olacaktır. Cevap vermezse, içine atacak, duygularını bastıracaktır. Sonuçta depresif bir ruh hali ile eşinin karşısına geçecektir.
Bu gibi durumlarda dindar eşler bir çıkmaza girip, çırpınıp duruyorlar. Oysaki aynı İslamiyet “hakikat karşısında susan dilsiz şeytandır” diyerek, gerçekleri, yapılan haksızlığı “yumuşak” bir şekilde dile getirmeyi, kendi hakkını savunmayı da emrediyor. Çünkü yakın ilişkilerde, özellikle uzun süreli evliliklerde, haksızlıklar rahat rahat dile gelmediğinde, istek ve ihtiyaçlar açıkça ifade edilip duyulamadığında, aile içi şiddet, psikosomatik dediğimiz hastalıklar gibi semptomlar ortaya çıkabiliyor.
Bunun için öncelikle ilgili ayet ve hadislerin evlilik konusunda uzman bir heyet tarafından iyi tahlil edilip sistematize edilmesi gerekir. Hangi hükmün nasıl anlaşılması gerektiğini psikoloji ve sosyoloji biliminin verileri ışığında onların söylemesi lazım. Bu yorumlamada özellikle evlilikte sık sık yaşanan sıkıntılı alanlar dikkate alınmalı ve onlara vurgu yapılmalıdır.
Ayrıca dini referanslar, tek tek değil de bir bütün halinde toplanması ve de söylenmesi gerekir. Ta ki, kişi bütünü görebilsin. Yoksa herkes kendi çıkarına, nefsine veya durumuna uygun ne ise onu öne sürmekte, hatta sadece onu görmekte, diğer tarafı göz ardı edebilmektedir.
Aile ve evlilik hayatını ‘cennetten bir bahçeye’ çevirecek bir dinimiz varken, neden cehenneme çeviriyoruz?