Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Aralık '14

     
    Kategori
    Siyaset
     

    Muhammed Peygamber’in örnek decrim mücadelesi; Meşruiyet

    Muhammed Peygamber’in örnek decrim mücadelesi; Meşruiyet
     

    Mekke’de 571 yılında doğan Muhammed, 40 yaşına varınca, halkı şoke edecek bir iddiada bulundu. Cebrail adında bir meleğin kendisine Tanrı’dan mesaj getirdiğini ve kendisinin Tanrı’nın son peygamberi olduğunu ileri sürdü. Önce gizli gizli başlayan ve daha sonra sürülme ve öldürülme riskine rağmen ilan edilen bu iddia ve reform hareketi, Mekke’nin bölgedeki ekonomik ve politik konumunu riske sokacağı düşüncesiyle, Ebu Cehil, Ebu Leheb, Ebu Süfyan, Velid bin Muğire gibi şehrin kodamanlarını rahatsız ediyordu ve onlardan tölerans beklenemezdi. Bu insanlar, İbrahim Peygamber’in takipçisi olduklarını iddia ederek Tanrı’nın kutsal evi Kabe’de hac yapıyor, organizasyonlar düzenleyip epeyce gelir elde ediyorlardı. Hac ibadeti için ayrılan 4 ay boyunca binlerce hacı adayı Mekke’ye akın ediyor ve burada panayırlar, pazarlar vb kurularak ticaret yapılıyordu.

    Ezilmişlerin haklarını savunan, etnik ayrım gözetmeyen, tüm insanları eşit kabul eden, kadın haklarını savunan, monarşi veya oligarşi yerine seçim, vekalet alınması (bey’at) ve kamuya danışılmasını ilke edinen, profesyonel din adamlarını, din tüccarlarını ve şefaat inancını reddeden bir öğreti ve reform hareketi (Fıtrat dini İslam/Barış içinde Teslim Olmak), kuşkusuz bu kodamanların ekonomik ve politik çıkarlarını derinden sarsacaktı.

    MÜCADELE YÖNTEMİ

    Tanrı’nın elçisi Muhammed, önce gizli gizli başladığı çalışmalarını, daha sonra ilan ederek, açıktan sürdürdü. Mekke’nin otoritesine, zenginlikle şımarmış faşistlerine karşı Tanrı’nın görevlendirmesi ve desteğiyle bir başkaldırıştı bu. Bu devrim, insanlarla diyalog halinde, onlara öğütler verilerek, müjdeleyip uyararak, bilinen en güzel yollarla (meşru yollarla) yapıldı. Çünkü Tanrı böyle buyurdu.

    “Efendinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et ve onlarla, en güzel olan neyse o yolla mücadele et…” (Nahl,125)

    “Biz, elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz…” (Kehf,56)

    “Ehl-i kitap'la, en güzel olan yöntem dışında bir yolla mücadele etmeyin! Onların zulme sapanları müstesna…” (Ankebut,46) 

    “Sen öğüt ver. Sen ancak bir öğüt vericisin.” (Ğaşiye,21)

    Tanrı, elçisi Muhammed’e, mücadelesinin nasıl olması gerektiğini anlattıktan sonra, O’na zorbalık etmemesi gerektiği konusunda da hatırlatmalar yaptı.

    “Sen (Ey Muhammed), Üzerlerine musallat bir despot (zorba) değilsin.” (Ğaşiye,22)

    “Biz onların neler söylediklerini çok iyi biliyoruz. Sen onların üstüne bir zorba değilsin. O halde, benim tehdidimden korkanlara sadece Kur'an'la öğüt ver.” (Kaf,45)

    “Dinde (Tanrı’nın sistemi ve yasalarında) zorlama yoktur…” (Bakara,256)

    TOPLUMU DEĞİŞTİRME

    Gerçek manada bir devrim ya da reform, zorbalıkla, meşru olmayan yollarla, çağa uygun düşmeyen denemelerle değil, bilinen (çağa uygun meşru görülen) en güzel yollarla yapılmalıdır. Çünkü topluma anlatmadan, birey birey ikna etmeden, onlardan destek almadan; yani toplumu, bireyleri değiştirmeden bu mümkün olmayacaktır.

    “Gerçek şu ki Allah, bir toplumun mâruz kaldığı şeyleri, onlar, birey olarak içlerindekini/birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmez. Allah bir topluma bir perişanlık dileyince de artık onu geri çevirecek bir güç yoktur. Ve onlar için Allah’ın berisinden koruyucu bir veli de olamaz.” (Rad,11)

    “Bu böyledir. Çünkü Allah bir topluma lütfettiği nimeti, o toplum birey olarak içlerindekini/birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmemiştir. Ve Allah, iyice işiten, gereğince bilendir.” (Enfal,53)

    BOZGUNCULUK, FESAT ÇIKARMA

    Tanrı, insan fıtratına uygun olan sisteminin değişik versiyonlarını elçileri vasıtasıyla ademoğluna göndermiştir. Bu sistemler, bilinen/kabul edilen en güzel yollarla anlatılmalı ve toplumdan destek alınmalıdır. Tanrı, zulümle, yakıp yıkarak, silahla, yani bozgunculukla - ıslah iddiası olsa da -  bir mücadeleyi reddeder.

    “Kendilerine: "Yeryüzünde bozgunculuk/fesat çıkarmayın" denildiğinde: "Biz sadece ıslah edicileriz" derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler.” (Bakara,11-12)

    “Islah olduktan (barışa kavuştuktan) sonra yeryüzünde fesat çıkarmayın…” (Araf,56) (Özellikle bu ayete dikkat etmek lazım. Zira ıslah olduktan yani barışa kavuştuktan sonra –barışa ne şekilde kavuştuğu önemli değil- bir bölgede tekrar bozgun çıkarmamak gerekir.)

    “Medyen (toplumuna da) kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik. Şuayb onlara:) Dedi ki: ‘Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp eksiltmeyin ve DÜZENE (ISLAHA) KONULMASINDAN SONRA YERYÜZÜNDE BOZGUNCULUK ÇIKARMAYIN. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız’.” (Araf,85)

    "Ki onlar (ölçüyü aşanlar), yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor ve dirlik, düzenlik kurmuyorlar (ıslah etmiyorlar)." (Şuara,152)

    Bu bozgunculuğu, karmaşıklığı yani anarşiyi önlemek, Tanrı’ya teslim olan her insana düşen bir sorumluluktur;

    “Sizden önceki nesillerden onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu günahkarlardı.” (Hud,116)

    Tanrı, kendisi ve elçisine savaş açan yani, elçisinin mesajını duyurmasına zorla engel olup saldıranlara ve yeryüzünde bozgunculuk, fesat çıkaranlara karşı verilebilecek cezaları da bildirmiştir. Dolayısıyla bir bölgede karışıklık ve bozgun varsa, ıslah edildikten sonra bu bozgunları ve karışıklıkları çıkaranlara bu cezalar verilebilir.

    “Allah'a ve Resûlü'ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyadaki aşağılanmalarıdır, ahirette onlar için büyük bir azab vardır.” (Maide,33)

    SAVAŞ İZNİ VE TEŞVİKİ

    Muhammed Peygamber, bilinen en güzel yollarla, öğütler vererek, toplumu bilgilendirip, onlardan destek isteyerek mücadelesini yürütürken, O’na ve destekçilerine Mekke’de huzur vermediler, zulmedip yurtlarından sürmek istediler. Muhammed Peygamber ve O’na inanıp destek verenlere Tanrı göç etmelerini emretti ve öyle yaptılar. Ancak göç ettikleri yerde de taciz edilmeye başladılar ve kutsal evi ziyaret edip hac etmeleri engelleniyordu. Tanrı, zulme karşı savaşı farz kıldı. Savaş ve saldırganlık/düşmanlık ancak zulüm görülürse meşru idi. Hatta bu durumda savaş farz kılınıp teşvik edilmiştir. Bugün yeryüzünde de zulüm gören kişilerin ilk tercihi, rahat edecekleri bölgelere göç etmeleri olmalıdır. Orada da rahat bırakılmazlarsa savaşmalılardır.

    “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez… Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.” (Bakara, 190-193)

    “Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana (mü'minlere, savaşma) izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye güç yetirendir. Onlar, yalnızca; "Efendimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. ” (Hac,39,40)

    “Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.” (Mümtehine,9)

    DEVLET İDARESİ

    Muhammed (O’na selam olsun) ve O’na inanıp destekleyenler, devrimi Mekke’de başaramayıp yurtlarından çıkarıldılar. Medine’ye göç ettiklerinde peygamber öncülüğünde bir devlet kurdular. Bu devlet tarihte bilinen adıyla Medine Site Devleti’dir. Muhammed Peygamber şehirdeki tüm farklı inanç gruplarını bir antlaşmayla (bugün ki ismiyle anayasa) bir araya getirdi; Tanrı’ya Teslim Olanlar (Müslümanlar), Tanrı’ya Ortak Koşanlar (Müşrikler), Yahudiler, Hristiyanlar, Sabiiler vs. Daha sonra Tanrı’nın izniyle zafer gerçekleşti ve insanlar akın akın Muhammed Peygamber’in tebliğ ettiği Tanrı’nın dinine/sistemine “Barış İçinde Teslim Olma”ya (İslam’a) girdiler.

    Muhammed Peygamber öldükten sonra da Müslümanlar, O’nun getirdiği ilkeler etrafında, kendi çağlarına uygun ve Tanrı’nın insana verdiği ilk vahy olan akıllarını kullanarak devlet idareleri ve yönetim biçimleri oluşturacak ve dünyanın sonuna kadar bunu sürdüreceklerdir.

    Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki; Kur’an hiçbir devlet şeklinden söz etmez. Her toplum, zamana ve ihtiyaçlarına göre dilediği ve uygun gördüğü bir devlet şeklini seçebilir. Kur’an, yönetimde egemen olmasını istediği ilkeler önermektedir.

    Bu ilkeler açık denecek şekilde verilmiştir. Bunların en önemlileri şunlardır:

    1-) SEÇİM; “Ey iman sahipleri! Allah'a itaat edin. Resule ve sizin içinizden olan/sizin seçtiğiniz yönetim ve yetki sahiplerine de itaat edin…” (Nisa,59) (Bu ayette iki husus vurgulanmaktadır. 1- Toplum kendi içinden idareciler seçecek, 2- Seçilen idarecilere uyacak/itaat edecek, bozgunculuk çıkarmayacak ve anarşi olmayacak)

    2-) BİAT; “…Hakk’a ve doğruya uyman şartıyla sana biat etmek isterlerse, onlardan biat al…” (Mümtehine, 12) (Biat etmek, yönetim konusunda vekalet vermektir. Bu ayette kadınlardan da biat alındığını görüyoruz ki bu kadına seçme hakkının tanınmasıdır.)

    3-) ŞURA / DANIŞMA; “…Yönetimleri kendi aralarında şura/danışma iledir…” (Şura,38) (Toplum tarafından seçilen ve toplumdan biat (vekalet) alan idareciler yönetim hususunda daima halk ile istişare halinde olmalıdır, bu üç madde/ilke bugün uygulanan cumhuriyet ve demokrasi sistemlerinin temelleridir.)

    4-) LİYAKAT ve ADALET; “Allah size, emanetleri (kamu görevlerini, devlet işlerini, sorumluluk gerektiren meseleleri) mutlaka ehline, kabiliyetli, liyâkatli, bilgili, dürüst ve güvenilir kimselere vermenizi, insanlar arasında hakem-hâkim, idareci olduğunuz zaman, adâletle icraat yapmanızı, hüküm vermenizi emrediyor. Allah size ne güzel öğütler veriyor, sorumluluklarınız konusunda sizi uyarıyor. Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir, görür; doğru olanı duyurur, doğruları gösterir.” (Nisa,58)

    Bu ana maddelere ilaveten Kur’an’da şu ilkeleri de görürüz;

    - Hukukun Üstünlüğü,

    - Toplumsal Antlaşmaya (Anayasaya) bağlılık,

    - Düşünce, ifade ve inanç Özgürlükleri,

    - Kamu kaynaklarının talan edilmemesi,

    - Baskı ve manipülasyonun (ikrahın) dışlanması,

    - Emeğe saygı,

    -Ezilmenin ve sömürülmenin sona erdirilmesi,

    - Sosyal adalet,

    - Yoksulun, yetimin, evsizin imdadına yetişmek.

    SONUÇ

    Günümüzde, yaşadığımız ülkede, geçmişte olan olumlu olumsuz birtakım hadiselerin sonucu olarak, bugün tüm aksaklıklarına rağmen, cumhuriyet, demokrasi ve adalet sistemleri ve bir fesadın/iç savaşın sonundan gelen askeri darbeden kalan toplumsal bir sözleşme (anayasa) hüküm sürmektedir. Bu sistemler yukarıda saydığım ilkelerden uzak değildir. Ancak yeterli değildir. Tanrı, kitabında bizi geçmiş atalarımızın yaptıklarından sorumlu tutmayacağını defalarca vurgular. Artık bize düşen, geçmişte yapılan hataları kenara bırakıp, çevre ülkelerde bozgun, fesad ve savaş bu kadar yaygınken, kendi ülkemizde az da olsa varolan ıslahı (barışı) bozmadan, bozgunculuk çıkarmadan, toplumu bilinçlendirerek, yapmak istediklerimizi anlatıp katkı ve destek isteyerek ve bilinen/meşru olan yöntemlerle (siyaset, sivil toplum vb.)  mücadele ederek, seçim ve biat ilkesi ile vekalet almalı ve danışma, liyakat, adalet, sosyal adalet, özgürlük, emeğe saygı, kamu malının talan edilmemesi, ezilenin yanında olma ilkeleri ile yönetmeliyiz. Tanrı’ya teslim olanlar, bundan başka yollar aramamalıdır.

     
    Toplam blog
    : 1
    : 60
    Kayıt tarihi
    : 08.12.14
     
     

    Mesleğim; 1-) Seyahat İşletmecisi 2-) E-Dış Ticaret Danışmanı Eğitimim; Balıkesir..